İmralı süreci ve basın özgürlüğü

BU işte bir çelişki yok mu?

Haberin Devamı

Bir tarafta ülkenin en zorlu sorunu olan Kürt meselesini çözüme kavuşturma ve bu yönde Türkiye’de demokrasiyi ileri götürme yönünde kuvvetli bir irade sergilenirken, aynı iradenin bir parçası olarak basın özgürlüğünü geri götürecek, başlangıçtaki amaca taban tabana zıt bir tutum sergilenebilir mi?

Soruyu şöyle de açabiliriz: Kürt sorununun çözümü Türkiye’de demokrasinin en büyük açıklarından birini kapatacaksa, bunun basın özgürlüğü pahasına olması başlatılmış olan açılımın demokratik meşruiyetini zedelemez mi? Bu durum, sürecin demokrasi açısından inandırıcılığına gölge düşürmez mi?

* * *

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İmralı süreci çerçevesinde Abdullah Öcalan ile BDP milletvekilleri arasında yapılan görüşmenin tutanaklarını yayımlayan Milliyet gazetesine karşı sergilediği sert tepkinin gündeme getirdiği paradoksların bir bölümünü bu şekilde özetleyebiliriz.

Aslında meselenin özüne bakarsak, Başbakan Erdoğan’ın bu tutumuyla ilk kez karşılaşmıyoruz. Başbakan’ın kızdığı için basına yüklenmesinin ilk örneği değil son kriz. Başbakan’ın özellikle 2007 seçiminde iktidarını yüzde 47 ile sağlamlaştırmasının ardından iktidar alanının genişlemesine paralel bir şekilde basına karşı bu tür hücumlar gerçekleştirdiği pek çok hadise yaşanmıştır.

Özellikle 2008 Eylül ayında Deniz Feneri davasının Frankfurt’ta görülmesinin ardından Doğan Grubu’na karşı giriştiği boykot kampanyası Erdoğan’ın basına sert mukabele stratejisinin belki de ilk önemli klasiğiydi. Sonraki dönemde bu tutumunun pek çok örneğini tekrarlamıştır Başbakan. Hedef, bazen bir grup olabilir, bazen bir gazete; Erdoğan sıkça spesifik bir gazeteciyi, bir köşe yazarını da işaret edebilir. Bu tutumunda, çatışmacı, kavga etmeye yatkın kişiliği de kuşkusuz önemli bir faktör.

Haberin Devamı

* * *

Dünyanın normal demokrasilerinde basınla siyasal iktidar arasındaki ilişki sıkça sorunludur, çatışmadan bağımsız değildir. Bu ilişkinin biraz çekişmeli olması, işin doğası gereğidir. Demokrasiler, basına iktidarı eleştirme, denetleme ve bağımsız habercilik yapabilme ayrıcalığını veren rejimler. İktidarın basının bu işlevlerini yerine getirmesine verdiği karşılığın, hukukun sınırları ve demokrasinin tahammül ve hoşgörü ölçüleri içinde kalması gerekir.

Başbakan’ın basına karşı kullandığı üsluba, özellikle son Milliyet krizinde gördüğümüz gibi, sıkça hiddetli ve azarlayıcı bir ton hâkim olabiliyor. Bu, Batı’nın gelişkin, ileri demokrasilerinde yazıp çizen meslektaşlarımızın pek karşılaşmadıkları, yabancısı oldukları bir üslup kuşkusuz.

Dahası, bu öfkeli tutumu sergileyen siyasi şahsiyetin güç üzerinde mutlak anlamda muazzam kontrole sahip bir kişi olması, hükümetle medya arasındaki herhangi bir çekişmede, anlaşmazlıkta siyasal iktidarın tepkisine “nükleer etki” vasfı kazandırıyor. Çünkü, gösterilen tepki bazen karşı tarafı olduğu gibi bertaraf edebiliyor ya da buna yakın ölçekte hasara yol açabiliyor.

Haberin Devamı

* * *

Türkiye’nin önündeki büyük sınav şudur. Başlatılan müzakere süreci, Kürt sorununun çözümü yönünde bugüne dek sergilenmiş en cesur adımı oluşturuyor.

Ancak Türkiye, çözüme demokrasiye zemin kaybettirmeden ulaşmak zorundadır. Bu çerçevede demokrasinin özünde yatan basın özgürlüğünün aşınmasına, rafa kaldırılmasına yol açacak çözüm parametrelerinin düşünülmemesi gerekir. Bu çerçevede müzakere sürecinin özgürce haberleştirilmesi ve ayrıntılarının da pekâlâ tartışılabilmesi gerekir.

Halen sürmekte olan tartışmada bugün ne denildiğinin aslında çok önemi de yoktur. Burada sergilenen gazetecilikle ilgili nihai hükmü zaman verecektir. O hükmün, basın özgürlüğünün değerinden ve gücünden yana tecelli edeceği konusunda bir şüphemiz yok.

Yazarın Tüm Yazıları