İçimdeki kadınlar mikrofonu aldılar

İçimde bir kadın, bıraksan günlerce çıt çıkarmadan şöminenin başında oturur, okur. İnsan görmese olur. Bir şey demese olur.

Haberin Devamı

Çay getirirsen, olur. Sanki dünyaya çok kısa süreliğine bilgi toplama göreviyle indirilmiş, insan kılığında bir uzaylı gibi, gözleri hızla sayfaları, ekranları tarar. Notlar alır. Uzaklara dalar.
Sanki bir şeyi keşfetti keşfedecek / vakti yok seninle oturup kahve içecek.
Sanki çocuk. Sanki okulda. Sanki hayatı nefesiyle değil, okuyup öğrenerek içine çekecek.
En istemediği şey, başkasının dikkatinin üzerinde olması.
Yanında uzun kalacak olsanız asabiyetiyle karşılaşırsınız.
“Çekin” der “gözlerinizi üzerimden”.
Başka bir kadın. Onu da yalnız bırakın. Gitarıyla tek beden.Onu karnına koyar.
Gaipten sesler, sözler duyar. “Yahu şarkıda bu denir mi?” demeden ağzına geleni söyleyeceği bilindiğinden midir nedir, en olmayacak lafları buna yollarlar. Buna da ilişilmez.
Yalnızlık ister. Mırıldanmaları çayla bile bölünsün istemez.
Gizli bir işin peşinde gibi, sanki havalandı da kimsenin görmemesi lazım gibi sakınır kendini etraftan.
Gardiyanlar görmezken kaşıkla tünel kazan suçlular gibi / firar eder kalbi göğsünün kafesinden.
Gel gör ki bunlara uzak akraba başka bir kadın, uyuz olur bu ikisinin miskin haline.
Hayat geçer mi böyle şöminenin önünde okuyarak, can simidi gibi tahta gitarlara sarılarak?
Saçlarını açar o, rengarenk giyinir. Susmaz hiç bitmez konuşması.
Bol şakası, kahkahası.
“Şuraya kadar bir koşup geleyim öyle konuşalım, çünkü bitmez bir enerji içindeyim” diyecek kadar taşkın; sahnede kutuların üzerine çıkıp herkesin gözlerinin önünde spot banyosu yapacak kadar kendine aşık.
Dikkatleri çekemezse nefessiz kalır, gözlerde ışıltı olamazsa kör olur, hayran bakışlara bin bir iltifatlara kul olur. Aç olur, kurt olur.
“İçe dönük bir tip misin, dışa dönük bir tip mi?” sorusuyla karşılaşana kadar bu kadınları kendi hallerine bırakmış, yer yer bir iç savaş haliyle yuvarlanıp gidiyordum.
Bu soruya önce, “Dışa dönük” dedim. Ama sonra bunun doğru olmadığını hissettim, içe dönük kadın nüfusu daha çoktu bende. İçe dönmezsem hiç olurum.
Dışa dönmezsem de havasız kalırım. Her şeyde olduğu gibi bunun da cevabı, o ya da bu değil.
Derece meselesi. Ben içe dönüğe biraz daha yakınım. O yüzden biraz uzak gelebilirim size.
(Öyle mi geliyorum?) Ama burası var, şarkılar var, onlarda hiç olmadığı kadar yakın hissediyorum size kendimi. (Ya siz?)
Zaten Harvard profesörü Brian Little’a göre de hepimizde üç kimlik varmış.
Biri doğuştan gelen ‘biogenic’; biri sosyal çevreye aileye şuna buna hoş görünen ‘sociogenic’, bir de olmak istediğimiz ‘ideogenic’.
Bu üçünü anlaştırmak gerek.
Biogenic’e uyarsan kısır, sociogenic’e uyarsan kukla, ideogenic olursan doğana aykırı olursun.
Gerektiğinde şöminenin başından kalkıp, kutunun üzerine çıkmazsan, ateş söndüğünde öylece bakarsın. “Hani bana hani bana?” diyen serçe parmaklar gibi kalakalırsın.
Hiç okumadan, gitar çalmadan da içini duyamaz, söyleyecek şey bulamazsın. Kurur kalırsın bu sefer de. Her şey bu kimlikler arası ticarette. ‘Doğduğun kişi’, ‘olmanı bekledikleri kişi’ ve ‘olmak istediğin kişi’ bir masanın etrafında birbirleriyle tanışıp, memnun olmalı.
“Bugün nasılsınız hanımefendi?” diye sormalı. Adap gereği.

 

Yazarın Tüm Yazıları