Hz. Muhammed’in evini ABD yıksaydı

YENİ Şafak’ta İbrahim Karagül yazdı.

Suudiler, Hz. Muhammed’in doğduğu evi yıkacaklarmış.

Karagül’ün yazısından aktarıyorum.

Suudiler, daha önce de...

- Hz. Muhammed’in annesi Amina’nın 1998’de bulunan mezarını buldozerlerle yıkıp, benzin dökerek yakmışlar.

- Hz. Muhammed’in ilk eşi Hz. Hatice’nin evini yıkıp abdesthane yapmışlar.

- Hz. Ebubekir’in evi yıkılmış, yerine Hilton Oteli yapılmış.

- İçinde Hz. Muhammed’in torunu El Ureydi’nin mezarının bulunduğu camiyi dinamitlemişler.

Liste uzayıp gidiyor...

350 yıllık Osmanlı yapımı Ecyat Kalesi’nin, nasıl yerle bir edildiğini ise hepimiz biliyoruz.

Ve şimdi de sıra Hz. Muhammed’in doğduğu eve geldi.

Sözün özü şudur:

İslam kültünün ortak mirası Mekke ve Medine, Suudilerin çarpık din algısı yüzünden yerle bir ediliyor.

İslam’ın kutsal beldesi Mekke, "gökdelenler şehri" haline getiriliyor.

* * *

Kutsal topraklar eğer yabancı işgali altında olsaydı, işgalciler böyle bir adım atmaya cesaret edemezdi.

Peki böylesi bir barbarlık, Müslüman’dan gelince susulacak mı?

Kolayca geçiştirilecek bir iş midir bu? Merak ediyorum:

"Vezneciler Kampusu Yalanı" diye manşet atan Yeni Şafak, bu pek mühim haberi neden manşetine taşımadı?

Hz. Muhammed’in doğduğu evin yıkılma tehlikesi, öyle kolayca geçiştirilecek bir olay mıdır?

Ayrıca...

Neden Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’den ses çıkmıyor?

Neden İslam Konferansı Örgütü’ne başkan seçilen Ekmelettin İhsanoğlu, bu konuda girişim başlatmıyor?

Neden mesela bu olayla ilgili bir "Cuma eylemi" patlatılmıyor?

Yoksa "Yakan da, yıkan da bizim dinimizden. Ne yapalım" mı deniliyor?

O zaman biz de soralım: Hani zalime kimlik sorulmazdı?

Yaşasın cumhuriyet

NEDENDİR bilmiyorum, adını "Durmuş" koymuşlar.

Küçük yaşta babasını kaybetmiş, annesi "Okuyup da ne olacak? En iyisi rençber olsun" demiş.

Ama "küçük Durmuş", okumayı çok seviyormuş.

Köyün tozlu yollarında dolaşırken hep kitap okurmuş. Bu yüzden düşme tehlikesi bile atlatmış.

Ne tür kitaplar okurdu acaba?

Sonra kasabanın ortaokuluna yazdırmışlar. Ona kasabada ablası bakmış. Annesi köyden eşekle odun taşımış Durmuş ve ablası için.

Bu şekilde başlayan bu öykünün sonunu hepiniz biliyorsunuz.

O "Durmuş", şimdi Merkez Bankası Başkanı’dır.

Ben de diyorum ki bırakalım Durmuş Yılmaz’ın eşinin başındaki örtüyü filan da şu müthiş "Cinderella Man" öyküsüne takılalım.

Ve bütün eksiklerine rağmen, sınıflar arası geçişkenlik meselesini çözmüş cumhuriyetimizle gurur duyalım.

Çünkü o "cumhuriyet" olmasaydı, Durmuş Yılmaz şimdi Uşak’ın Eşme İlçesi’ne bağlı Ulubey Köyü’nde ağaçtan palamut silkeleyen bir rençber olacaktı.

Müslüm Baba’ya içten bir sesleniş

SEVGİLİ Müslüm Baba!

Sen ki nice garibanın ruhunda öyle bir fırtına estirdin ki, "zavallılar" yıllardır, ancak kendi gövdelerine attıkları jiletle teskin olabildiler.

Sen ki bir "İtirazım var" dedin, nice "Tutunamadığının farkında bile olmayan tutunamayan", "Ah ulan ah" nidasıyla karşılık verdi.

Sen ki "Biz babadan böyle gördük" diyerek nice adam yerine konmayanın kıvanç duyacağı onurlu raconu kestin.

Peki durum apaçık böyleyken...

Ne diye bu geveze mi geveze "proje adamları"nın elinde oyuncak olmaya göz yumuyorsun?

Bak, pençeleri sökülmüş bir aslan gibisin.

Sen Esma Sultan Yalısı’nın steril ortamında, hanımefendilerin ve beyefendilerin arasında ehlileşmenin yol açtığı ürkeklikle etrafı kolaçan ederken...

O "proje adamı" da sana, "şahane bir heykel yaratmış yontucu" edasıyla, yani mağrur mu mağrur bakıyor.

Farkında değil misin?

"Projeci", senden nasıl söz ediyor:

"Malzeme iyiydi, ben de çok titizim, adımı koydum, kendimi koydum, iki buçuk yıl çalıştım, ben yaparsam böyle yaparım."

Sevgili Müslüm Baba!..

Bunların gevezelikleri bitmez.

Yeter bu kadar gurbetlik. Lütfen evine dön.
Yazarın Tüm Yazıları