Hep ’68’li kaldı

Deniz Kavukçuoğlu, yazmanın tür zenginliğinin tadını çıkarıyor.

Uzun süre, zorunlu olarak yurtdışında yaşayan Kavukçuoğlu’nun biyografisinde kitap adlarını, daha doğrusu türlerini gördüğünüzde, yazımdaki birinci cümleye siz de katılırsınız.

Alageyik Sokağı Bir Liman mıydı? kitabında, İstanbullu bir çocuğun anılarını bulacaksınız.

Önsöz’de yazılış nedenini, içeriğinin özelliğini okuyabilirsiniz: "1970-1992 yılları arasında kalan uzun yıllarda hiç dönemediğim, ama hep dönmek istediğim İstanbul’da, 1993 yılında dostum Demir Özlü’yle bu kitabın ilk sayfalarında sözünü ettiğim o Beyoğlu turunu yaparken, eğer yolumuz Alageyik Sokağı’na düşmeseydi, belki de bu kitabı yazamazdım.

Bu kitap, biraz da bozulma yıllarının tarihidir... Haylaz, haşarı, ama yaşama çok bağlı, hep gelecek güzel günlerin umuduyla yaşayana İstanbullu bir çocuğun gözünden.."

"Sen Vatan Haini misin, Baba?"
yurtdışında geçirdiği günlerin anılarından oluşuyor. Kitap iki oğluna adanmış, Toprak ve Emek Kavukçuoğlu’ya.

Kitapta 30 yıl boyunca her gün daha da büyüyerek yaşatılan memleket hasreti ve gurbet sancısı anlatılıyor. Kitabın son bölümü bir sürgünün yurduna dönüşünün duyarlı sayfaları, İstanbul’a yıllar sonra dönüşün trajik öyküsünü aktarıyor.

Kavukçuoğlu, kitaplarını dostlarına adamıştır. Birini eşi Sevgi Kavukçuoğlu’ya, birini Dursun Akçam’a, diğerini de Erdal Öz’e.

Yukarıda adını andığım iki kitabı okduğunuzda, hayatı İstanbul ve yurtdışı arasında geçen bir aydının, ömrünün engebelerini göreceksiniz. Hiç kuşkunuz olmasın, karamsar değil umut dolu, ama yaşanılan gerçekleri de vurgulayan bir anlatım.

Siyasal tarihimize, bireysel tarihten notlar olarak da yorumlayabilirsiniz.

Öykücü Deniz Kavukçuoğlu, tahkiye sanatını bilir, iyi bir gözlemcidir.

Canım Acıyor Baba, erotizmin komik ve trajik yanlarını yansıtıyor. Cinselliğin utangaç boyutunu zaman zaman cinsel saplantıları başarıyla öyküye getirmiştir Kavukçuoğlu.

Komik Şeyler Yazmak, yaşanan olayların ayrıntısını bir yazarın bulabileceği öykülerden oluşuyor.

Tip yaratmak, öyküde romana göre çok daha zordur. Dar bir yazı alanında tipi çizeceksiniz, üstelik inandırıcılığını ihmal etmeden. Bir sayfa sonra karşımıza çıkacak yeni tipi etkilemeden, kendisini unutturacak. Ama okurken de hemen yanınızdaymış gibi kanlı canlı duracak. Onun öykülerinde bu var.

Cumhuriyet’teki köşe yazıları, bazen gündemden çıkıp geniş alanı kapsayan yazılardır. Her zaman gündemin mihenk taşı Deniz Kavukçuoğlu’nun dünya görüşüdür. İlle de bu yazılara günün, günlük sorunların yansıması olarak bakmayın, onları okuduktan sonra günlük yaşama, soruna daha donanımlı baktığınızı fark edeceksiniz.

Denemelerinin de derinlikli bir yöntemi vardır. Genel bir bilgiden yazıya girer, sanki bir öyküye başlar, ya da genel bir sorunu anlatır.

Yazıda gittikçe, anlatılanlar bir güncel soruna odaklanır. Böylece sığlıktan kurtulur yazı.

Denemelerinde öyküye benzer satırlar vardır. Zaten türleri bu kadar keskin sınırlarla ayırmak bence gereksiz. Asmalımescit’te Bir Ölüm, Bir İstanbul Daha Yok!.. denemelerini okuyun.

O bir dünya yazarıdır, Türkiye ve bütün dünya insanıyla, acısıyla, rengiyle yazdıklarına girer.

İnsan Suretleri, Tarih Her Sabah Yeniden Yazılır, gazete yazılarında bilginin rolünü kanıtlayan yazılardan oluşuyor.

Yazımı sevgili arkadaşımız Erdal Öz’ün Deniz Kavukçuoğlu ile ilgili satırlarıyla noktalayacağım: "Alageyik Sokağı Bir Liman mıydı? adlı ilk anılar kitabında Deniz Kavukçuoğlu, bir çocuktu, yeni yetmeydi. İkinci anı kitabı, Sen Vatan Haini misin Baba?, Türkiye yurttaşlığından atılmış, vatansız kalıp anayurduna dönemeyen yetişkin bir yazarın, Avrupa’nın çeşitli kentlerinde geçen sürgünlük anılarını dile getiriyor. Her zaman edebiyatın temel taşlarından biri olan ’hüzün’, yurt özlemi içinde kıvranan yazarın satırlarına öylesine sinmiş ki."

Deniz Kavukçuoğlu
’nun kitaplarını okuyun, özgün, Türkçesi iyi bir yazarla karşılaşacaksınız.

KİTAPTAN

Başka İstanbul yok

Şimdi gözlerini Yıldız Parkı’na, Ortaköy’e, Beşiktaş’a, Kuzguncuk’a, zaten bir avuç kalmış, İstanbul’u İstanbul yapan, bu kentin tarihine, doğasına tanıklık eden yörelere dikiyorlar. Bu kentin arta kalan doğal ve tarihsel temellerini ortadan kaldırmak için fermanlar çıkartıyorlar. Üçüncü Köprü planlanan yeni talanların yalnızca bir kılıfı! Tartışmaları ustaca manevralarıyla teknolojik zemine çekmek istiyorlar. Kanmayalım! İstanbul’un getirildiği noktada tartışmaların artık ahlaksal / etik zeminde sürdürülmesi gerekiyor.

Bu kente nereden, ne zaman geldiğimiz önemli değil. İstanbul’a yerleşmiş, İstanbul’u yurt bellemişsek, talandan pay kapmayı beklemeyen namuslu insanlarsak, o zaman ahlaksal/etik temel değerlere sahip çıkarak, bu yurdumuzu savunmak zorundayız. İstanbul’u seviyorsak, sevgimiz, bunu bir direnişe döndürecek kadar güçlüyse, yani kendimizi kentimizle belli bir bilinç düzeyinde özdeşleştirebiliyorsak, o zaman İstanbul’u Alman kamyoncularına, Japon otomobilcilerine peşkeş çekmek isteyen işbirlikçilere, köprücülere, betonculara, talancılara karşı korumak zorundayız. Yoksa bu kenti bitirecekler.

Bir İstanbul daha yok!

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Abdülbaki Gölpınarlı Şeyh Bedreddin ve Menákıbı Milenyum Yayınları

Orçun Türkay Zavallı YKY

J. Edward Chamberlin At Kitap Yayınları

Selim İleri Daha Dün Doğan Kitap

Khaled Hosseini Bir Muhteşem Güneş Everest
Yazarın Tüm Yazıları