Hava nasıl oralarda

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Ali Esin adını ilk defa ne zaman, nerede işittim hiç hatırlamıyorum. İşittim mi, okudum mu, onu bile bilmiyorum.

Ama bildiğim bir şey var.

O hep hayatımdaydı.

Her zaman, her gün, mutlaka bir yerlerde.

Benim günlük hayatımın, benim şehirlerimin, yaşadığım bölgenin, ait olduğum ülkenin mutlaka bir yerinde.

* * *

Yüzünün insani çizgileri ile, sesinin sıcak dokunuşu ile yanımdaydı.

Kışları, baharları, yazları, sonbaharları hafif dalgalar haline o getirdi.

Hayatımız, o hafif dalgalar üzerinde sörf yaparak geçti.

Mevsim kurlarımızı hep o tayin etti.

En karamsar kış gecelerinde, akaryakıt sıkıntılarının kâbuslarında bile, hayatımızın iklimlerini hep ılımlı tutmayı başaran insandı.

Hep o insan.

* * *

Santigratları ciddiye alan, barometrelerin geometrisini keyif, hafif yağışlıları, parçalı bulutları sanat eseri haline getiren o yumuşak insan.

Kadere bakın ki, anlattığı iklimlerin karakterine hiç ihanet etmedi.

Bir hazan mevsiminde aramızdan ayrıldı.

Tıpkı, ölümleriyle bir mevsimi kapatan sonbahar yaprakları gibi, perdeyi indirdi.

Ali Esin, iklimlerimizin güzel hikâyecisi, santigrat derecelerimizin, ruh mevsimlerimizin masalcı babası, bir mevsimden ötekine geçer gibi sessizce ayrıldı aramızdan.

Zaten haftalardır inzivaya çekilmişti.

Zaten ruhundaki barometre, sıkıntıların habercisiydi.

Zaman zaman televizyon ekranlarına gelen görüntüsü, sanki alçak basınç sisteminin etkisi altındaydı.

Her sonbahar, mutlaka gelmiştir.

Nitekim onunki de geldi.

* * *

Ali Esin kimdir?

Benim aklıma hep iki-üç kelime gelir.

Ciddiyet, kibarlık, zarafet, yaptığı işi keyfe çevirmek.

Ve renk. Renkler...

Hava raporu gibi alabildiğine monoton ama önemli bir işi, üzerinde sörf yapılan tatlı dalgalar haline getirmeyi beceren bir simyacı.

Ve tabii ki, özen...

Ciddiyetin siyamlı ikizi.

Her gün aynı temiz görüntü, aynı güzel ifadelerle milyonların karşısına çıkmak.

Yaşadığı dramları yüzünün arka odalarına hapsederek, insanların önüne hep güven verici, sakin ifadelerle çıkmayı başarmak.

* * *

Onunla hayatımda hiç karşı karşıya geldim mi, elini sıktım mı?

Onu da bilmiyorum.

O Hürriyet'te çalışırken ben yoktum.

Ama her gün elini sıktığım birçok insandan daha yakın olduğunu, daha arkadaş, daha akraba olduğunu biliyorum.

Önceki gün, öldüğünü öğrendiğim an, incecik bir sızı yukardan başlayıp, ayağımın ucuna kadar bütün sinirlerimi kat etti.

Nasıl bir duygu?

Tıpkı, Marmaris'te bir havuzda yüzerken, büyük futbolcu Metin Oktay'ın öldüğünü öğrendiğim anki gibi.

Tıpkı Adnan Kahveci'yi kaybettiğimizi işittiğim an gibi.

Aşağı yukarı aynı duygu, aynı sızı, aynı hüzün.

Belki de hayatlarımızdaki o zarif yerlerini, ölümlerinden sonra daha iyi anlayabildiğimiz başka insanlar gibi.

* * *

Ali Esin bize, toplumsal hayatta her mesleğin şerefli olduğunu, her mesleğin önemli olduğunu öğreten mütevazı insanlar sınıfındandı.

Ama çetecilerin şerefli, onbaşıların şerefsiz ilan edildiği bir toplumda onun önemini anlayan, takdir eden kaç kişi vardır?

Hiç merak etmeyin, milyonlarca insan vardır. Onlar bağırıp çağırmazlar. Abartılı gösteriler yapmazlar.

Sessizce severler. Hafif dalgalar gibi, yumuşacık duygularla takdir ederler.

Ölümlerinin arkasından aynı üslupla ağıt yakarlar. Türkiye'ye mal olmuş bu akrabalarının arkasından, bu sessiz insanlar korosunun söylediği veda türküsü işitilir:

‘‘Hava nasıl oralarda, üşüyor musun?’’

Yazarın Tüm Yazıları