Hako’nun hikayesi

Henüz yirmilerinde.

Haberin Devamı

Önce resimlerini gördüm.
“Nedir bunlar?” dedim.
“Transplant serisi” dedi.
Ben insan organlarına benzettim ama emin olamadım.
O pek anlatmak istemiyordu, ben zorladım.
Ve ortaya müthiş bir “organ nakil hikâyesi” çıktı.
O resimler de, yaşadığı ameliyatların dışavurumuymuş...

Hako’nun hikayesi

Kimsin, nesin, nerelisin?
- Adım Hakan ama “Ha Ko” diye çağırırlar beni. Ressamım. İzmirliyim.

Nasıl bir çocukluk?
- Tasasız, dertsiz, eğlenceli, sanat dolu.

Anne-baba neci?
- Şu anda ikisi de emekli.

Hakan Durmuş, genç bir ressam. Yaptığı resimler çok çarpıcı. Yaşadıkları da. Karaciğer kanseri olan babasının hayatını kurtarmak için, hiç tereddüt etmeden karaciğerini bağışlıyor. Organ nakli yapılıyor. Baba kurtuluyor, o komaya giriyor.
8 ay sonra bir mucize eseri hayata dönüyor...



Kaç kardeş?
- Üç, en büyükleri benim.

Çocukluğunu düşündüğünde ne tür kareler geliyor aklına?
- Ailem geliyor, evlatları iyi eğitim alsın diye durmadan çabalayan bir aile. Sonra resim defteri, boyalarım ve hayallerim. Hayatımız şahaneydi, babamın hastalığına kadar...

Babanın nesi vardı?
- Sorun da o zaten. Hiçbir şeyi yoktu. Normal rutin bir check up’ta dünya başımıza yıkıldı: Meğer karaciğer kanseriymiş. Tamamen şans eseri ortaya çıktı.

Sen ne zaman öğrendin?
- Fransa’ya dil eğitimine gitmiştim. Annemden bir telefon geldi, ağlıyor ve bana dünyada en sevdiğim insanın, babamın, bir ay ömrü kaldığını söylüyor...

Of çok fenaymış. Ne düşündün, ne hissettin?
- Şok! Nutkum tutuldu. Acayip de birbirine bağlı bir aileyiz. Babamı bu kadar erken kaybetme fikri olacak şey değildi. Hazır değildim. Küçük kız kardeşim hiç değildi. Babasız nasıl büyüyecekti? Derken bir nakil lafı çıktı ortaya. Birinin karaciğerinden parça vermesi gerekiyormuş, ama tabii ki dokuların uyuşması şartıyla. İnanır mısın, bir an bile tereddüt etmedim, “Veririm ben, inşallah dokular da uyar” dedim. Hoş tutmasaydı, annem deneyecekti bu defa, yoksa kadavra bekleyecektik. Ama zaman yoktu. Babamı kaybedebilirdik. Allah’tan tuttu.

Baban, “Hayır evladım alamam, senin hayatını tehlikeye atamam!” dedi mi?
- Dedi, dedi. “Kadavrayı bekleyelim” diye tutturdu. Ama buna ne vaktimiz ne de sabrımız vardı. Uzun bir aile toplantısından sonra karar çıktı, ben herkesi ikna ettim. Babam da, ailemiz için yaşaması gerektiğini biliyordu.

Tüm o süreçler nasıl yaşandı?
- Çok hızlı. Zamanımız yoktu. Sağlıklıydım. Kendimi iyi hissediyordum. Tetkiklerim yapıldı, karaciğerim incelendi, doku uyuşmazlığı var mı bakıldı. Verilebilir durumda olduğum anlaşılınca, masaya yattım. Bu arada bir psikoloğun da onayını almak gerekiyor. O onaylamazsa, siz isteseniz de veremiyorsunuz.

Gerçekten hiç tereddüt geçirmedin mi?
- Hayır. Hayatımın en mantıklı kararıydı. Eğer annem verseydi, biz hem anneme hem babama bakmak zorunda kalacaktık, ben 19 yaşındaydım, kardeşlerim daha da küçüktü. Böylesi bizim için daha zor olacaktı. O yüzden baba-oğul aynı anda nakil ameliyatına girdik. Benimki 8 saat sürmüş, babamınki 12 saat. Her şey gayet güzel ilerlemiş, kusursuz. Ama ameliyattan sonra bende bir komplikasyon çıktı ve 8 ay komada kaldım...

Nasıl yani?
- Bir gün yürüyüş yapmak için koridorda turlarken küt diye düştüm, bayıldım.

Neden?
- Bağırsaklarım düğümlenmiş. Ameliyat sırasında, bağırsağı, biraz dışarı çıkarmaları gerekiyormuş, sonra yeniden normale dönermiş, ben de o süre uzamış, bağırsaklarım düğümlenmiş ve patlamış. Buna da incebağırsak düğümlenmesi deniyormuş. Yakalananın kurtulma ümide yüzde 10’muş. Allah’tan ben yırttım. 40 kilo kaybettim, 88’den 48’e düştüm ama hayata döndüm.

O 8 aydan hiçbir şey hatırlamıyor musun?
- Hayır.

Bu, senin ikinci hayatın mı?
- Kesinlikle öyle. İyileşme dönemindeyken, İzmir Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi sınavlarına girip resim bölümünü kazandım. Bir taraftan şansızlık yaşarken, bir taraftan da şansım yaver gitti. Okulu bitirdim, İstanbul’a yerleştim.

Bu deneyim hayatında neleri değiştirdi?
- Hayatta, her şeyi denemek gerektiğini biliyorum artık, hem de sınırsız ölçüde. Çünkü hayat kısa. Ben de artık başka bir insanım...

Haberin Devamı

Ekşi Sözlük kapatılmasın

Haberin Devamı

TARAF yazarı Mehmet Baransu, “Ekşi Sözlük kapatılsın” demiş ve eklemiş:
“Bu millet, Ekşi Sözlük’ün pisliği karşısında ayağa kalmayacaksa yazıklar olsun. Kimse de ben Müslüman’ım demesin. Dinimle kimse alay edemez!”
Dün baktım Baransu hakkında yazılmış 90 sayfa vardı, çoğu eminim hakarettir, küfürdür. Yalnız ona değil ki, medyada yazan herkes hakkında saydırıyor o arkadaşlar.

Benim hakkımda da var, 120 sayfa, silme hakaret.

Ne cinsi sapıklığım kaldı, ne sevgilimle ilişkim, ne anneliğim, dünyanın en aşağılık kadınıyım onlara kalırsa. Fındık beyinliyim. Yüzeyselim, sersemim. Hak etmediğim yerdeyim. Acilen işten atılmam gerekiyor. Herkesle yatağa giriyorum. Hiç iyi bir şey yapmıyorum. Zaten iyi bir şey yaptığım da görülmemiş. Yarım Kalan Hayatlar kotardığımda, ihtiyacı olan birileri için para kazandığımda ya da iyi bir röportaj çıkardığımda...

Tsssssssss.

Tek cümle yok.

Öyle zamanlarda Ayşe Arman diye biri yok.

Ama olsun...

O insanların her fırsatta tekme attığı biri olsam da...

Asla ve asla Ekşi Sözlük kapatılmasın.

Bunu düşünmek bile felaket.

Bırakın, insanlar kendilerini istedikleri yerde, istedikleri gibi ifade etsinler.

Bunu yapacak bir platform bulamadıkları ve tüm dünyaya kızgın oldukları için orada küfrediyorlar.

Yasaklamak hiçbir şey için çözüm değil.

Herkesin herkesi sevmesi de mümkün değil.

Sadece tahammül etmeyi öğrenmek zorundayız.

Haberin Devamı

Bu nasıl bir düşmanlıktır?

Geçen hafta 4 gün okurlarımla buluştum.

Kanyon’da.

Benim için son zamanlardaki en önemli, en değerli şeydi.

Hayır, öyle toplu bir kabul günü değildi. Teker teker dokundum herkese. Bununla da gurur duyuyorum. Her yaşta insana.

Öğrencisine, emeklisine, gay’ine, lezbiyenine...

Çocuğunu kaybetmişine, şiddete uğramışına, işsizine, âşık olanına, olamayanına, Musevisi’ne, Müslümanı’na...

Hepsini teker teker dinledim.

Dertlerini, projelerini...

Böyle bir halim var benim, insanlar anlatıyor, ben de dinliyorum. Kimseyi yargılamamaya çalışıyorum.

Aklımca onlara güç veriyorum, enerji veriyorum. Röportajlar yaptım, tonlarca hikaye topladım. Herkes inanılmaz açıktı. Tatlıydı. Samimiydi, hakikiydi.

Kimi özel hayatını anlattı, kimi projelerini. Kimi için Güzin Abla’ydım, kimi için seslerini duyurabilecek bir gazeteci.

Mümkün olsa, şehrin ortasına böyle bir açık ofis kuracağım.

Gazetede ya da evde insanlara daha uzak oluyormuşum.

O 4 gün, içlerindeydim.

Hepsine özel bir zaman ayırdım, teker teker polaroid fotoğraf çektirdim, hepsine gerçekten içimden gelerek özel şeyler yazdım. Herkes özel çünkü, ben de özel davrandım. Tuvalete bile gitmedim. 5 saat üst üste insan dinledim. Bundan çok da keyif aldım, zevk aldım.

Evet, sizin hoşunuza gitse de gitmese de, “orgazm” oldum.

Ve “12 dakikada orgazm” diye bir yazı yazdım.

Ve Yeni Şafak’ta yazan, muhtemelen seksten korkan, seksi hatırlatan her şeyden ürken bir sivri zekâlı, aklınca beni aşağıladı. Salih Tuna’dan söz ediyorum.

Niye ya?

Orgazm benzetmesi yaptım diye mi?

Gazeteci olarak okurlarımla buluştuğum için “tatmin” olduğumu yazdım diye mi?

Ama oldum gerçek bu.

Okuduğunu anlamaktan aciz mi bu insanlar?

Ben orada iyi bir şey yapıyorum, faydalı bir şey yapıyorum.

Niye bok atıyorsun?

Niye beni küçümsüyorsun?

Sen poponu kaldırıp böyle bir şey yapıyor musun?

Yeter ya.

Ne biçim insanlar olduk biz.

CHP’ye küfredeceksen et, beni niye alet ediyorsun?

Ertuğrul Özkök’ten, Hürriyet’ten nefret ediyorsan et, ama mertçe et.

Bu, erkekçe bir davranış mı?

Ne bu?

Beni tanımıyorsun bile.

Orada olsaydın, sen de severdin eminim.

Ben 12 dakikada senin de hayatını dinlerdim.

Sen bile şaşırırdın neler anlattığına. Bence açıklığa ihtiyacımız var. Kendimizi ifade etmeye de.

Isırmayalım artık birbirimizi.

Salih Tuna, eğer cesaretin varsa, benimle buluş, bir kahve iç, ya da evime gel ben sana kahve yapayım, beni tanı, kafanda yarattığın ya da olduğumu zannettiğin
insan olmadığımı göreceksin, evet seksi seviyorum ama aklım fikrim sekste değil.

Başka şeylerden söz ederiz.

Bıktım ben bu düşmanlıktan.

Belki yine yanlış anlarsın, anlama, bu bir saldırı yazısı değil, barış çubuğu uzatıyorum.

Yazarın Tüm Yazıları