Hadi Uluengin: Gazeteci diplomasisi






Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Önemli uluslararası olaylar veya diplomatik ilişkiler arifesinde muhatap başkentin gazetecileri aracılığıyla karşı tarafın resmi ricaline ve sivil kamuoyuna ‘mesaj göndermek’ geleneği Avrupa kançılaryalarına esas olarak, medyanın artık iyiden iyiye etkinlik kazandığı Kraliçe Victoria döneminin Britanya İmparatorluğu'yla girmiştir. O gün bugündür de devam eder.

Ancak buradaki ‘önem’ kavramı izafidir.

Böylesine bir yönteme daha çok devlet ve hükümet başkanlarının bir diğer ülkeyi ziyareti öncesinde ya da altı ayda bir değişen AB dönem başkanlıkları örneğinde olduğu gibi, ciddi bir ‘devir teslim’ sırasında başvurulur.

Başka bir deyişle, çağımızda hayli ‘ahval-i adiye’ haline gelmiş olan dışişleri bakanları temaslarında da aynı yöntemi kullanmak pek adet değildir.

Hele hele, çat kapı orada, pat kapı burada, diplomatik önderlerin durmadan birbirleri arasında mekik dokuduğu Ortak Pazar arenasında hiç mi hiç değildir.

* * *

FAKAT, iş ilişkilerin ‘netameli’ bir karakter arzettiği ülkelere gelince akan sular durur ! İstisna neredeyse kaideye dönüşür.

O zaman bırakın dışişleri bakanlarını, bazen öyle durumlar ortaya çıkar ki orta, hatta alt düzey bir görevlinin yapacağı yolculuk arifesinde, gidilecek ülkenin basın mensupları kah bizzat davet edilerek; kah da şimdiye kadar es geçilmiş mülakat talepleri acilen devreye sokularak, gazetecilerin yukarıdaki türden ‘mesaj gönderme’ işleminde ‘aracı’ olmasına kasten zemin yaratılır.

Burada ‘mesajcı’ da, ‘aracı’ da rollerinin bilincindedir.

Bunu ‘danışıklı döğüş’ olarak değerlendirmek ve medya üyelerini etik açıdan eleştirmeye kalkışmak ise cehaletin ve saçmalığın dikalası olur.

Çünkü, kamuya açıklığını koruması; yani kulis arası kulaklarda kalmayarak sayfaya ve ekrana yansıması kaydıyla böyle bir ‘taşımacılık’ misyonu zaten gazetecinin en doğal, ötesi en zorunlu görevleri arasındadır.

‘Haber’ denilen şey son tahlilde ‘taşımacılık’ değil de nedir ?

Dolayısıyla, gazeteci tabii ki ‘kullanıldığını’ (!) bile bile diplomatik areneda da kendi misyonunu yerine getirecektir. Tersi düşünülemez.

Bu ‘kullanılma’ da onun genel mesleki yükümlülükleri içinde bir halkadır.

* * *

ÖTE yandan, gazeteciler aracılığıyla uygulanan ‘mesaj diplomasisi’nin hem bir yolu yordamı, hem de hiyerarşik bir sıralaması vardır.

Ziyaret edeceği ülkeye gitmeden önce karşı tarafa bir sınır anlaşmazlığı; bir silahsızlanma sorunu; ne bileyim ben, bir gümrük pürüzü hakkında ‘sinyal göndermek’ isteyen diplomasi önderi duruma göre ya kendi başkentinde bulunan o ülkeden muhabirlere demeç verir; ya uzman ve ‘ağırlıklı’ yazılı veya görsel basın mensuplarını davet eder; ya da ziyareti popülerleştirmeyi bilhassa arzuluyorsa, böyle bir popülariteyi sağlayabilecek medya üyelerini seçer.

Bu arada da ‘güvenirliğe’ bilhassa itina gösterir. ‘Off the record’ dediğini yazmayacak; ‘kıta sahanlığı’‘yumurta sahanlığı’yla karıştırmayacak; söylenenleri kasten çarpıtmayacak gazetecileri arar ve bulur.

Ve tabii, ziyareti çok, çok önemsiyorsa, normal olarak hem yukarıdaki özellikleri kendilerinde toplamış olan; hem statüleri icabı ‘kapılara kumanda eden’ medya genel yayın yönetmenlerini muhatap alır.

İşverenleri hariç tutarsak, hiyerarşide bunun daha yukarısı yoktur !

İşte, bugün resmi bir ziyaret için ülkemize gelecek olan ve Helence ‘hoş geldiniz’ anlamında ‘kalos irthate’ diye selamladığımız dost, komşu ve müttefik Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu'nun Türk medyasının genel yayın yönetmenlerine Atina'da demeç vermesini bu çerçeve içine oturtmamız ve gazeteci seçiminin dahi başlıbaşına bir mesaj içerdiğini okumamız gerekiyor.

Yazarın Tüm Yazıları