Hadi Uluengin: Demode portre

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Bilbao

İspanya'ya bu defa Atlantik kıyısını yalayarak Pirene batısından girdim. Fransa Biarritz'i üzerinden ver elini Bilbao... Yani, meşhur Bask Ülkesi !

Hayır, hayır, niyetim demokrasi İspanya'sındaki adem-i merkeziyetçiliği araştırarak ‘ETA’ terörünün nasıl tecrit edildiği konusunu incelemek değil.

Topu topu bir defa tatil yapıyorum ve ‘model’ tartışması şu an vız gelir.

Fakat merak duyanlara, Madrid Büyükelçiliğimizdeki müşteşarlığı sırasında Akın Özçer'in kaleme aldığı ve ‘Doğan Yayınları’nda yeni çıkan ‘Euskal Herria: İspanya Siyasi Tarihinde Bask Milliyetçiliği’ başlıklı kitabı tavsiye ederim.

Şükür, gittikleri başkentlerin ufkunu yakalayan diplomatlarımız da var !

Ama açık konuşayım, aklım ‘Bask modeli’ne yatsa bile tüm milliyetçiliklere en başta da mikro milliyetçiliklere ifrit olduğumdan, garip ve gariban lisanın İspanyolcayla birlikte ve yol işaretinden müze biletine kadar her bir tarafa yazılmış olması nevrimi döndürdü. Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı...

Amaan bana ne, ben buraya yalnız o müze için geldim.

* * *

EVET Bilbao'ya sırf Guggenheim Müzesi için uğramaktayım. New York'taki aslını zaten defalarca gezmişliğim var, hazır İspanya'dayken 1997'de burada da açılan ve hakkında o kadar tantana kopartılan yeni şubeyi ıskalamak olmaz.

Sizin zevkinizle uyuşmayabilir fakat ben Frank Gehry mimarisini beğendim.

Avangard şeyleri severim ve sergi mekanı olarak dört dörtlük düzenlemiş.

Ama, zarfı anladık ya mazruf diyecek olursanız olumlu cevap veremeyeceğim.

Tamtakır kara bakır değil de, eh işte bir kaç Picasso ve bir kaç Warhol, modern ustalardan içerdiği ünlü imzalar pek sınırlı. İç güveysinden hallice... Bir de, Marc Chagall'in ‘ilk dönem’ fırçasından çıkmış ve varlığını dahi bilmediğim ‘Sanatçının Kızkardeşi’ ibaresini taşıyan bir portreye rasladım.

Rus kökenli ressamın renk cümbüşü tuvallerine benzemeyecek kadar klasikti. Beresini yan yatırmış kadın ise hem müthiş çekiciydi, hem de müthiş ‘demode’ !

Tıpkı İspanya gibi...

* * *

DÜN de belirttim, İspanya'da ‘demode’ diye tanımlayabildiğim bir şey var.

Faşizmden sonra modern, hatta post - modern bir demokrasinin inşa edilmesi veya gençlerin sokakta alenen resmen çekip, hatunların plajlara üryan memeyle üşüşmesi bunu değiştirmiyor. Rock sinema ve tekno flamenko da değiştirmiyor.

İspanya'da bir zamana asılmışlık mevcut. Ortada duraganlık kokuyor.

İşte şu kadının konuşuş, yürüyüş, bakış tarzı ‘demode’... Edası ‘demode’ !

İşte, yeni inşa edilmiş olsa dahi bu binanın genel mimarisi, ama özellikle kapı tokmağı, elektrik butonu, asansör girişi ‘demode’... Ruhu ‘demode’ !

Bunu kelimelerle ifade etmek çok zor. Ancak hissedilebilir !

* * *

YUKARIDAKİ olguyu iki şeyle açıklamaya çalışacağım: Bir, alın Velasquez resminin koyu gölgelerinden İşbiliye (Sevilla) katedralinin ağır gotiklerine, altın çağında dahi İspanyol sanatının yansıması o dönem Avrupa'sındaki aynaya oranla daha muhafazakar, daha anakronik, dolayısıyla daha ‘demode’ olmuştur.

Zira Endülüs'ü ‘tekrar fetheden’ Kastilya ruhunda İseviliğin ön cephesini korumak dürtüsü vardır ki, bu onu zamanda ve mekanda tutunmaya iter.

İki, şaka değil, kırk yıllık Franco faşizmi iz bırakmıştır. Estetikten hal ve oluş tarzına kadar bilinçaltını belirleyen böyle derin izler ise havaiyata, fantaziye, hatta hoppalığa açık kapı bırakan bir ‘modernliği’ frenlerler.

Dolayısıyla da, sütun adı ‘Modern Zamanlar’ olduğundan burnu çok hassas bendenizin iyi hissettiği ve daha Bilbao'nun Guggenheim Müzesi'ndeki Chagall portresinden itibaren keşfettiği ‘demode’ kokuların dinmesi zamanı gerektirir.

Cumartesi, Bilbao'nun tam ters kıyısından Mağribi Akdeniz'e bakacağız.



Yazarın Tüm Yazıları