Gündem değişiyor

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Başlık yanıltıcı olmasın. Depremin onulmaz acıları toplumun gündeminden asla büsbütün çıkmış değil. Hele depremzedelerin gündeminden bu olanlar daha uzun süre düşmeyecek.

Öte yandan depremin gündemin tümünü kapsamaktan giderek uzaklaşmakta olduğu da bir başka gerçek. İlk günlerin sıcak yarası soğumakta. Duygusallık seli giderek yerini daha akılcı sözlere terk etmekte.

Galiba doğru olanı da bu.

Daha doğrusu, hayatın gerçeği bize bunu emrediyor.

Geçen haftaki yazılarımdan birinde, 'yaşamak, bir farz gibi boynumuza borç' demiştim. Buna yürekten inanıyorum. Oysa, depremin ilk günü sabahleyin gazeteleri ilk gördüğümde aklıma gelen bambaşka bir sözdü. Olanlar karşısında Fuzuli’nin ünlü bir gazelinin ilk beyti, istemeden dudaklarımdan dökülmüştü:

'Dost bi-perva felek bi-rahm devran bi-sükun

Derd çok hem-derd yok düşman kavi tali’ zebun'

Gerçekten de o gün dost pervasız, felek merhametsiz, devran sükunetten uzaktı. Dert çok, dert ortağı yok, düşman zorlu, talih ise acizdi.

Sonra dostların pervalı olduğu, dert ortaklarının uzakta bulunmadığını görerek biraz olsun teselli bulduk.

* * *

Zamanla sıra acıların sarılmasına gelip dayandı.

Elbette bu sürecin de, kendi sınırlarımız çerçevesinde, takipcisi olacağız.

Hele Hürriyet-İstanbul’un bir köşesini işgal ettiğime göre, özellikle Avcılar ve Bağcılar gibi depremin zararlarına büyük çapta uğrayan kentin bu semtlerini mercek altında tutacağım. Büyükşehir Belediyesi’nin, Valiliğin ve diğer yetkili kurumların merkezi İstanbul’a daha yakın muhtemel bir deprem için nasıl tedbirler aldığını izleyip aktaracağım. Eskilerin 'fikri takip' dediğini yapmaya çalışacağım.

Sözüm söz.

Yanmayan lambalar

Gündelik hayata dönmek demek, İstanbul’da dertlerle yine başbaşa kalmak anlamına geliyor.

Deprem felaketinden sonra insan ister istemez, 'Allah derdin beterinden saklasın' diyor ama bir sürü küçük ayrıntı da hayatı zehir etmeye yetiyor da artıyor bile.

* * *

Aslında bu konuları yazmaktan bıktım usandım. Ama ne bıkmanın, ne usanmanın derde deva olmadığı ortada.

Sorun: Yanmayan lambalar. Bir başka deyişle 'karanlık bir İstanbul'.

Okuyucum, Ömer İspir yazmış.

'İstanbul’un Avrupa yakasında oturan bir vatandaşım. Dün akşam evimden çıkıp arabamla Bayramoğlu’na gittim. Ama nasıl gittiğimi ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim.

Haliç Köprüsü’nün çıkışından itibaren yollardaki lambaların büyük bölümü yanmıyor. Tabii böyle olunca, karşı taraftan gelen araçların farları da yandığında görüş mesafesi iyice azalıyor. Yol, çok tehlikeli bir hal alıyor. Bunun önemsenecek bir olay olduğunu düşünüyorum.'

* * *

Lambaları lüzumsuz bir lüks sayan, ’olsa da olur, olmasa da olur’ diyen kafaya şiddetle muhalifim. Işık burada hayati önemde. Ama hayatı da önemsemiyenlere söylenecek söz kalmıyor elbette.

Ayrıca, 'karanlık' sıfatı bir kente belki de en yakışmayan sıfat. Kent dediğiniz yer, pırıl pırıl, ışıl ışıl olmalı. Böyle olmayan yere kent denmez. Çünkü kent uygarlık demektir.

İşte tam bu yüzden Yaşar Kemal’in, yıllar önce Adana için, 'Ağam orası şehir değil, bir köy irisi' dediği söylenir.

Bilmem aradaki farkı farkedebildik mi?

Mühendis ve Mimarlar Odaları’na açık çağrı

Gündem ne kadar değişti desem de, deprem bir türlü büsbütün gündemden düşmüyor.

Son günlerde Mühendis ve Mimarlar Odası Başkanı’nı çat kapı bir o televizyonda, bir bu televizyonda seyrettim. Elbette kendisi konunun tarafı ve açıklama yapmak neredeyse asli görevlerinden biri. Üstelik ağzı iyi laf yapıyor, güzel de konuşuyor.

Ancak benim hálá anlayamadığım bir konu var.

Yıkılan evlerin neredeyse tamamı bir plan ve projeyle yapılmış. Bunların altında da şimdilerde TUS denilen, eski adı ’fenni mes’ul’ olan, uygulama sorumlusu mühendis ve mimarların imzaları mevcut.

Biz müteahhitleri suçluyoruz ama, yasal olarak sorumlu olanlar bu fenni mes’ul mühendis ve mimarlar. İşin aslına bakılırsa, müteahhitler ne yaptıklarını domuz gibi biliyorlar ama, onlara ’dur’ diyecek vatan evlatları da mühendis ve mimarlar olmalıydı diye düşünüyorum.

* * *

Her ne halse... Başka yere karışmam, ama hiç olmazsa bu odanın İstanbul şubesi başkanı İstanbul’da yıkılan ve oda üyesi olan mühendis ve mimarların isimlerini niye açıklamaz, anlamış değilim.

Açıklasın ki, bu işte müteahhitlere yataklık eden meslek erbabı kimlermiş öğrenelim.

Yoksa odalar kamu hizmeti için değil de, meslek erbabının hatasını örtmek için mi kuruldu?

Yazarın Tüm Yazıları