Görüşmesek de like’laşalım

İşten güçten, hayat yoğunluğundan dolayı uzun zamandır görüşemediğiniz arkadaşınızın, “Aşkolsun, hiç görüşemiyoruz” sitemine artık şöyle yanıt verebilirsiniz:

Haberin Devamı

“Ama daha geçen gün Facebook’ta hayvan haklarıyla ilgili bir post’unu, Instagram’da sahilde çekilmiş bir ayak fotonu like’ladım. Ayrıca Twitter’daki bir yorumunu retweet ettim. Bunları görüşme saymıyor musun? Aşkolsun!”
Evet, neden olmasın?
Zaten yüz yüze görüşüldüğü o nadir anlarda bile ellerde telefon, sürekli bu üç sosyal mecrayı takip edip durmuyor muyuz?
O halde like’laşma pekala yüz yüze görüşmenin yerini alabilir.
Eşe dosta, “seni unutmadım canım, valla aklımdasın” mesajı vermenin alternatif bir yolu olarak görülebilir...
“Hayatındaki gelişmeleri, nereye gidip ne halt ettiğini fikri takipteyim, öpüyorum”un kısaltılmışı şeklinde kabul görebilir...
“Son yazdığın post’tan anlıyorum ki zaten sağlıklısın, depresyonda filan değilsin. Maşaallah her şey yolunda görünüyor”un telepatik bir yansıması gibi içselleştirebilinir...
Üstelik like’laşmak
yorucu değil.
Bir klavye
hareketine bakıyor!
Yüz yüze görüşmek ise yorucu.
Ortak bir mekan, saat ve gün belirleyeceksin.
Kalkıp gideceksin ve muhtemelen trafikte eziyet çekeceksin.
Sonra o mekanda yiyip içecek, üstüne bir de para ödeyeceksin.
En başta dediğim gibi, yüz yüze görüşmeye otururken zaten garsona sorduğun ilk şey, “İnternetinizin şifresi nedir?” sorusu değil mi?
E o zaman? Otur oturduğun yerde.
Selamını like’layarak ver.
Çok sevdiğin biriyse üşenme iki tane de yorum yaz.
Uzun süredir ihmal ettiğin biriyse, yazdığı yorumu başkalarıyla paylaşıp jest yap.
Sonra üstüne bir Türk kahvesi iç, orta. İyi gelir...

Haberin Devamı

Gündem atlası

Bodrum kıyılarını tekneyle gezdikten sonra, “Bu kadar vicdansızlık olmaz. Yapılaşma denize kadar girmiş. Kıyı-kenar çizgisi filan hak getire. Neredeyse denize düşecekler” demiş Başbakan Erdoğan.
Doğru, bu kadar da olmaz.
Ama bu yeni bir şey değil ki.
Şimdi mi fark edildi?
Yani inşaatlar ilerledikten ve onca ağaç kesildikten sonra...
Eski toprak magazin figürlerinin kavgası başka türlü oluyor.
Yenilerinkine pek benzemiyor.
En son Bülent Ersoy’un Ajda Pekkan’a “Ucube, hödük” diye esip gürlediği sözlü şiddete maruz kaldık mesela.
Yeniler ise polemiklerini, kavgalarını daha çok Twitter üzerinden gerçekleştiriyor.
Kimi zaman anlamıyorsun bile kavga ettiklerini.
Sıkı takip lazım.
Ayrıca çoğu zaman kinayeli tweet’ler atıp duruyorlar.
Kime laf çakılmış, belli olmuyor.
The O.C. dizisinin yerli versiyonu olan Medcezir’in setini Amerikalı yapım şirketi ziyaret etmiş ve “Kast başarılı, tam orijinali gibi, set de şahane” diyerek övmelere doyamamış.
Bunun abartılı haberi vardı geçenlerde.
İnsanın, “Evet, biz uyarladık mı şık uyarlarız” diyesi geliyor bu manasızlık karşısında.

Yazarın Tüm Yazıları