Görülmemiş büyüme

YÜZDE 9.9’luk büyümeden sonra, mart ayında tüketici fiyat endeksiyle ölçülen enflasyonda da sonuç gayet iyi.

Enflasyon, geçen yılın bu ayına göre (on iki ayda) % 7.94 olmuş. Yani fiyatlar genel düzeyi % 8 artmış. Üretici fiyat endeksinde durum bu kadar parlak değil. Aylık artış % 1.26 yıllık ise %11.33. Bu sonuçların anlamı şudur. Geçen 12 içinde ‘geliri’ (aldığı ücret, emekli maaşı, kira, faiz veya kár payı) bu yüzdeden fazla artan herkes için hayat ‘ucuzlamıştır’. Bir yıl içinde gelirini bu kadar arttıramayanlar için ise hayat ‘pahalılanmıştır’. İlave etmeye gerek yok, ama biz yine de yazalım, geliri bu devrede yüzde sekiz artanlar için ise değişen bir şey yoktur.

* * *

Hem milli gelirin rekor düzeyde artması, hem de enflasyonun düşmesi, iktisatta az rastlanır bir fenomendir. Genellikle, fiyat artışlarının ciddi şekilde düştüğü devrelerde büyüme yavaşlar, hatta sıfıra gerileyebilir. Ancak yaşanan tecrübeler şunu göstermektedir ki, bu zıt yönlü ilişki şart değildir. ‘Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’ büyümenin, enflasyon düştükten ve fiyat istikrarı sağlandıktan bir süre sonra başlamasını öngörüyordu. Bundan dört yıl önce, Türkiye’de hem enflasyon hızla düşecek, hem de dünya büyüme rekoru kırılacak denseydi bunu kimse ciddiye almazdı. Ama bu sonuç alınmıştır. Pek tabii bunun bilimsel açıklaması vardır. Bu sütunlarda ‘düşük döviz-yüksek faiz’ politikasını can sıkacak kadar çok tartıştım. Düşük döviz fiyatlarının, dolarize olmuş bir ülkede enflasyonu aşağı çektiğini hepimiz biliyoruz. ‘Yüksek faiz-düşük döviz’, ülkeye dışarıdan borç sermaye girişi sağlayarak piyasadaki ‘para miktarını’ çoğaltıyor. Üstelik yerel para ile ölçüldüğünde döviz faizlerinin sıfıra, hatta eksiye gitmesini sağlayarak, genişleme dostu tam bir ‘gevşek para politası’ ortamı oluşturuyor. Bu sayede özel yatırım harcamaları ve tüketici finansmanı ucuzluyor. Sıkı maliye politikası ipin ucunun kaçmasına izin vermediği için de büyümede rekor artış ve enflasyonda görkemli düşüş bir arada gerçekleşiyor. Bunda bir mucize yok. Mesele, bu senaryonun sürdürülebilirliğinde.

* * *



Ama benim bugün üzerinde durmak istediğim konu bu değil. Vatandaş bu görülmememiş kalkınmayı ‘göremediğini’ söylüyor. Yani, madem ki, kişi başına milli gelirimiz de arttı (hele hele dolara vurunca, üç yılda iki katına çıktı) nerede bu paralar diyor? Bunun en önemli göstergesi olarak da işsizliğin azalmamasını gösteriyor. Zaten gelir dağılımı bozan en önemli etken işsizliktir. İşi olan kişiler, az da olsa bir gelir elde eder ve aile bütçesine katkıda bulunur. Böylece geleneksel aile yapısını koruyan ve ‘ev içinde’ gelişmiş ülkere göre daha fazla katma değer yaratan yarı-köylü toplumlarda fakirlik can yakmaz. Bir bakıma böyle ülkelerde açlık sınırının altında hiç kimse kalan hiç kimse bulunmaz. Yoksulluk sınırının altında olmak da, tüketim kalıpları çok farklı olduğu için, Batılıların anladığı şeyi ifade etmez. Seyfettin Gürsel’in yazılarından izlediğimize göre, tarım dışı özel sektör (sanayi ve hizmetler) 2004 yılında 600 bin ilave istihdam yaratmış. Ama yetmiyor; çünkü 30 senedir, işgücü artış hızı, istihdam arttırma oranından yüksek.

* * *

İşsizlik meselesi ve bununla nasıl baş edileceği uzun bir konu. Ancak kısa vadede, sanayide ‘emek yoğun’ üretim yöntemlerinin tercihi bu derde ‘kısmen’ çaredir. Bu ise, bizi yine ‘düşük döviz-yüksek faiz’ politikasının değiştirilmesi noktasına getiriyor. Türkiye’de kayıt içi sanayide ‘işçi’ maliyeti, Çin’in 5-6 katı. Bu da işverenleri, ucuz ithal girdi kullanarak ‘birim emek maliyetini’ düşürmeye itiyor.

Son Söz: Ben zenginleşmeye, zenginleşme demem; eğer bana pay düşmüyorsa.
Yazarın Tüm Yazıları