Gitmek mi, dönmek mi

Öyle bir memleket ki burası; içerideki dışarı çıkmak istiyor. Dışarıdaki dönmek istiyor.

Yurt dışında yaşayan okurlardan gelen e-mail’lerin neredeyse tamamında, bir şekilde şu cümleler oluyor: “Ülkemi, ailemi, arkadaşlarımı özlüyorum ve dönmek istiyorum. Ama Türkiye’den kiminle konuşsam, ‘Deli misin? Sakın dönme. Burada her şey berbat’ diyor. Ne yapacağımı bilemiyorum. İşsiz ve aç kalacağımı bile bile dönmem tabii ki mümkün değil. Ama ülkemi özledim...”

Ve bu mail’leri yazanların tamamı Ankara’daki koltuklarda oturan, oturmuş hemen herkese tek tek “takdir” hislerini dile getiren cümlelerle noktalıyorlar sözlerini.


Türkiye’den sadece 1 yıl ayrı kaldım.


Yıllardır Türkiye’den uzakta bulunanlar kadar olmasa da, ülkeye duyulan özlem nedir biliyorum.


Her sabah, Hürriyet satılan gazete bayiine kadar yürüyüp, gazetemi alırdım.


Haberleri okuyup okuyup, kendi kendime sinirlenirdim vesaire...


Şimdi yurt dışında olanların durumu daha da kötü.


İnternet aracılığıyla Türkiye’deki bütün gelişmeleri an be an takip ediyorlar.


Ve haliyle de sinirleri lime lime oluyor.


“1 adet dolar 1,5 milyon adet Türk Lirası” diye bir yazı yazıp, yabancıların paramızla nasıl dalga geçtiklerini yazdım, yurt dışından e-mail yağdı.


Herkes başından geçen benzer olayları anlatıyor.


Kimi ABD’de yayınlanan ve adından da çok net anlaşılacağı üzere para birimimizi ti’ye alan “Kim Türk Milyoneri Olmak İster” adlı programdan bahsediyor, kimi iş yerinde çalışan bir Amerikalı’nın Türkiye seyahatinden dönüşte çocuklarına “ucuz ve esprili” diye 10 milyon liralık banknotlar getirdiğinden...


Dışarıdaki Türklerin büyük bölümü, en ufak bir umut ışığı gördüğü andaTürkiye’ye dönmeye ve Türkiye için çalışmaya can attıklarını söylüyorlar.


Yani hala dönmekte ısrar ediyorlar.


Bakın arkadaşlar (dışarıdakilere sesleniyorum).


Sizden rica ediyorum dönmeyin.


Vaziyet bildiğiniz gibi değil.


Yani şöyle söyleyeyim; siz bir yakınınızın ateşlendiğini filan düşünüyorsunuz ama hasta ölüm döşeğinde.


Felaket tellallığı yapmıyorum.


Ekonomi sonbaharda düze çıkacak diyorlar.


Çıksa bile, insanların ruhlarında yarattığı arızayı tamir etmek yıllar alır.


Demin bir haber geldi yazı işlerine. Taksim Meydanı’ndaki bir binanın tepesine çıkan gençten bir çocuk, intihar edeceğini söylemiş.


Bir klasik olarak, millet aşağıda toplanmış.


Bir grup, çocuğun damda bulunduğu süre uzayınca “Atla... Atla...” diye tempo tutmaya başlamış.


Bu daha önce de olmuştu.


Ama gelen fotoğraflarda enteresan başka bir detay vardı.


Kalabalığın içinde küçük bir kız, herhalde 12-13 yaşlarında filan...


Elinde kamerayla sırıtarak, evet sırıtarak olayı görüntülüyor...


Tamamen bir kafayı atlatmışlık hali yani.


Ne yapacaksın o görüntüleri? Evde konuyu komşuyu çağırıp, “Bakın bu adamı atlarken çekmiştim. İşte şu kafatası. Şu ileride gözüken de beyni” mi diyeceksin? Reha Muhtar’a mı satacaksın, ne yapacaksın?...


Gelmeyin yani arkadaşlar, durumumuz hiç normal değil....
Haberin Devamı

                                                         * * *

İlla da geleceğim diyorsanız, size canım arkadaşlarım Özgür ve Ann’in hikayesini anlatayım.

Özgür hayatımda tanıdığım en parlak zekalı ve en güzel kalpli insanlardan biridir.

Burada Robert College’ı çok iyi bir dereceyle bitirdi, ABD’nin en kazık üniversitelerinden birinde okudu.


Bu arada dünya tatlısı bir insan olan Ann’le tanıştı ve evlendi.


Gelinimizi de en az Özgür kadar sevdik.


Türkiye’ye geldiler.


Denediler... Hem de çok denediler. Özgür ve birkaç yakın arkadaşının denemedikleri şey, tırmalamadıkları kapı kalmadı. Başarılı bir film yaptılar...

Ann, üç kuruş maaşla ama, Allahtan sevdiği bir işte çalıştı.

Tam kendilerini toparlayıp, bir televizyon kanalı ile anlaşmak üzerelerken darbeler inmeye başladı.


Öyle böyle değil, çok sert vuruyordu hayat.


Oturuldu ve karar verildi. ABD’ye geri dönülecekti.


Ağlandı, çok ağlandı ama kimse, “Gitmeyin” demedi, diyemedi.


Özgür ve Ann iki ay kadar önce ABD’ye döndü.


Şimdi iyiler.


Darısı başımıza...

Yazarın Tüm Yazıları