Özkök, sanat-edebiyat dünyasından birçok kişinin fotoğrafını çekti.
Onun arşivinde bulunan, hem dünyadan hem de Türkiye’den çektikleri birkaç kez kitaplaştı.
Feridun Andaç’ın yönettiği Dünya Yayınları’ndan çıkan kitabın adı ‘Portreler–Türk Edebiyatına Dönemsel Bakış’tı. Fotoğrafların yanında biyografi de yer alıyordu.
Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığı yıl İsveç’e gittiğimde editörü Feridun Andaç’la evine gitmiştim.
Duvarlarında çektiği fotoğraflar duruyordu.
Özkök, şairdi de. Şiirlerini ‘İçimizdeki Sıla’ başlığı altında yayınlamıştı.
Osman İkiz’
Bu zamana kadar sekiz yabancı enstitünün faaliyet gösterdiği Anadolu’da ‘kendi’ enstitümüzü kurmamız sağlanacak.
Yüz yıldan uzun süre sonra, arkeoloji bilimini yükseltmek, Türk arkeoloji ekolünü oluşturmak amacıyla kuruluyor bu enstitü.
Enstitü için çalışmalar, arkeoloji alanında ihtisaslaşmış Türkiye ve Avrupa’dan 430 kültür, sanat ve bilim insanının katkılarıyla devam ediyor. Bu çalışmalardan biri de yayıncılık üzerine...
Bilimsel çalışmaların, herkesin erişebileceği kitapların yayımlanması ana hedeflerden biri.
Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü, bu hususta hem tarih ve arkeoloji alanındaki hem de toplumun her kesiminden meraklı okura, nitelikli yayınlar aracılığıyla ulaşmak için çalışıyor.
Türk arkeolojisi ve arkeoloji bilimi için önemli yapıtlar yayınlamayı amaçlayan enstitü, çocuklar gibi özel gruplara yönelik kitaplar basmayı da planlıyor.
Çalışmalarında sona gelinen yayınlar, 15 yeni kitap ve 10 yeniden basım ile başlayacak...
Yeni yayımlanacak kitaplar:
Ayrıca sözünü edeceğim uzunçalarların bazıları da yeni.
Sevdiğiniz türlerin müziğin önemli adlarının çalışmalarını yazacağım bugün.
Leman Sam’ın ‘Livaneli Şarkıları’ bunlardan biri. Livaneli’nin iyi Türk şairlerinin metinlerini bestelediği, yıllardır dinlediğimiz, sevdiğimiz parçalar.
* Nâzım Hikmet’ten Orhan Veli’ye, Sabahattin Ali’den Ülkü Tamer’e, Bedri Rahmi’ye kadar şairler. İyi şiirler, iyi bestelerle buluşmuş.
* Bir diğer LP (uzunçalar), Gürol Ağırbaş’ın ‘Bas Şarkıları’.
Sanatçının LP’nin iç kapağındaki yazısından bir bölüm çalışmanın ortaya çıkışını öğrenmemizi sağlıyor:
“Albüm, benim için çok özel bir kavuşmaya vesile oldu. Belki de o yüzden beklemişim onca yıl... (1934–1989) Babam Salim Ağırbaş’ın kayıtları 1972’de yapmış olduğu 45’liğin kayıtları İlayda’nın hediyesidir bize. Albümdeki Koşan Çocuk şarkısı –baba ve iki oğulun buluşması– bu sayede oldu...
Salim, Birol ve Gürol Ağırbaş... Canım oğlum Uzay, babası, amcası ve hiç göremediği dedesini bu albümün o şarkısında tanıyıp büyüyecek...”
Ayşe Emel Kefeli, ‘Halide Edib Adıvar’ın Sunuş’unda bu tür kitapların önemine değiniyor, hayatından yola çıkarak eğitimini, onun üzerine yazılanların özelliğini vurguluyor: “Nesiller arasında kültür köprüleri olarak görev yapan eserlerin tanıtılması, farklı zaman dilimlerinde yeniden okunması geçmişle bağlarımızı güçlendirmek kadar bugünü anlamak ve geleceği şekillendirmek bakımından da önemlidir. Doğum ve ölüm yıldönümleri okurlara yazarları, biliminsanlarını anma ve eserlerini farklı bir zaman diliminde yeniden değerlendirme olanağı verir.” Kefeli’nin bu saptamasını yazılarımda sık sık yineliyorum. Bu açıdan da Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu dizisini güçlendirmesini öneriyorum. Kitaplığımda bu diziden birçok yapıt bulunuyor. Ben de bu dizi için Cemal Süreya’yı hazırlamıştım. Çeşitli yazarların yorumları, değerlendirmeleri araştırma yapacaklar için tam bir başvuru niteliği taşıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları
Kitabın bölüm başlıkları şöyle:
- İzlenimler, Değerlendirmeler
- Ölünün Ardından Yazılanlar
- İncelemeler
- Halide Edib’in Kaleminden
O yılların en meşhur şarkısı Adamo’nun söylediği “Her Yerde Kar Var”dı, aslı Fransızcaydı ama Adamo Türkçesini de söylemişti.
Kırık bir Türkçeydi.
Beni şaşırtan şey, bazı Türk sanatçıların da o şarkıyı kırık bir Türkçe ile okumalarıydı. Hadi Adamo –yanılmıyorsam– Belçikalı, ya Türkler.
İstanbul’a kar lapa lapa yağardı, Ayazpaşa’da oturduğumda, otomobille ya yokuş aşağı inmek ya da yokuş yukarı çıkmak gerekirdi. Ertuğrul Özkök’ün arabası ağır olduğundan hepimiz benim arabaya dolup gazeteye öyle giderdik.
Benim de oturduğum Sarayarkası Sokağı’nda kimler komşuydu: Ertuğrul Özkök, Nurcan Akad, Neyyire Özkan.
Nurcan’la balkonumuz yan yana olduğundan o geç saatlere kadar çalışır, kedisi Yavruş da bizim evde yaşardı.
Nurcan Akad’ın bir sözü ile kendimi statta buldum.
Şifo Mehmet
Kitap üç bölümden oluşuyor:
Birinci Bölüm’de platformun faaliyetleri, 24 ayda milyonlarca kişiye ulaşan projenin hedefleri yer alıyor.
İkinci Bölüm’de toplantılarda belirlenen sorunları, çözüm önerilerini, dünyadan örnekler ve makaleler eşliğinde okuyabilirsiniz.
Üçüncü Bölüm ise proje geliştirmek isteyenlere kapsamlı bir kılavuz sunuluyor.
Platformun kurucular listesinden sonra anket formu geliyor.
Anket içerikleri şöyle sıralanıyor:
Demografi
Pratikler
Ferit Edgü ve Murat Katoğlu verdiler bana acı haberi.
Türk yazarlarının bedel listesi yüklüdür, sadece edebiyat tarihine bedel ödemezler, darbelerin de kara faturası onlara çıkar.
Demir Özlü hem 12 Mart’ta hem de 12 Eylül’de ağır bedeller ödedi.
Yalnız dostum, arkadaşım, kuşakdaşım değildi.
İki kız kardeşi de edebiyat ve çeviri dünyasındandı.
Tezer Özlü yazardı, Sezer Duru da hem yazar hem çevirmen. Gençliğimizde nice edebiyat toplantısını onların Fatih’teki evlerinde yaptık.
İsveç’te yaşayan
‘Canım Melek Annem Ayşe Arıyak’a Ağıt’.
Şefika Kutluer’in birçok CD’sini dinledim. Flüt virtüözünün ulusal ve uluslararası birçok ödülü vardır.
Türkiye Cumhurbaşkanlığı Büyük Ödülü, Avusturya Cumhurbaşkanı’ndan aldığı Avusturya Liyakat Ödülü vardır.
‘Şefika Kutluer Festivali’ de bu alanda önemli bir etkinliktir.
Sanatçının ‘Mevlânâ Rûmi’ CD’si benim için önemli bir çalışmasıdır.
Yunus Emre Yılı için çalışmaların yapıldığı bugünlerde buradaki besteler daha da öne çıkmaktadır.
Neler icra edilmişti:
Derya Bengi - Erdir Zat’ın hazırladığı kitabı okurken ‘gündelik yaşamımın günlüğü’ duygusu uyandı bende.
Kitabın adını, kapsadığı tarihi dönemi yazmam gerekir önce: ‘100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası 1’ (1923 – 1950) / “Her savaştan bir yara”’. (Sadettin Kaynak’ın Yanık Ömer’inden alıntı.)
- Daktilo aranıyor ilanını görünce sekreterlik müessesesinin başlangıcını anımsadım. Kısa zaman önceye kadar sadece kurumlarda değil, mahkemelerde de zabıt kâtibi olarak çalışırlardı. Kantosu bile vardı.
- Müzik tarihini merak ederseniz zamanın popüler solistlerinin hayatını bulabilirsiniz, CD’lerini de dinleyebilirsiniz. Bu listenin başında ‘Deniz Kızı Eftalya’ gelir.
- Çocukluğumun bir bölümünde, II. Dünya Savaşı sırasında akşamları evimizde siyah istorları kapatırdık. Hedef olmayalım diye.
Ekmek karnesinin bizim kuşağın nüfus kâğıdında damgası vardır. Şimdi çeşit çeşit ekmeği görünce o günlerin bıraktığı iz kendini belli ediyor. Kahvenin bile bulunamayışından söz edilir, hatta nohudun kavrularak içildiği söylenirdi. Yaşadığımız, yaşadığım o günleri Rıfat Ilgaz’ın ‘Karartma Geceleri’nde okuyabilir, filmini de görebilirsiniz.
- Buzdolabı frijder olarak bilinirdi. Frigidaire bir buzdolabı markasıydı. İlk o geldiği için buzdolabı sözünü o zaman hiç duymadım. Ayrıca kapı açacağında kilit vardı. Herhalde çocuklar düşünülerek yapılmıştı.
- Devlet büyükleri, başta Atatürk, oraya gittiği için Florya gözde bir yazlık yeriydi. Ailemle bazı pazar günleri Florya’daki plaj gazinosuna gider, ‘komple 5 çayı’ içerdik. Çay, bisküvi, kurabiyeler...
İstanbul üzerine yapılan her inceleme benim dikkatimi çeker ve İstanbul’a, İstanbulluya katkısı vardır.
İstanbul’un semtlerini canlandıranları da sık sık anımsarım ve anımsatırım.
Çelik Gülersoy, Yeşil Ev’i açtıktan sonra Sultanahmet canlandı. Birçok otel yapıldı.
İstanbul üzerine kitap yazacakların Gülersoy’un kurduğu ‘İstanbul Kitaplığı’ndan yararlandığını biliyorum.
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün çıkardığı ‘Yıllık’ bu gereksinimi karşılayan yayınlardan biri.
Yazılardan önce okuduklarım, şehrin kültürüne, edebiyatına dair çalışmalar.
İncelemelerin yanı sıra, İstanbul’u anlatan romancıları, şairleri, öykü yazarlarını da okuyun, böylece bu bilgileri edebiyatla süslersiniz.
*
Eskiden Anadolu’dan gelenler Haydarpaşa İstasyonu’na inerler, oradan Kadıköy’e, Sirkeci’ye giderlerdi. Onları İstanbul’da ilk karşılayan vapurlar olurdu.
Adalar’da yazlığa gidenlerin de tek ulaşım aracı vapurlardı.
Vapur muhabbetleri meşhurdur, çoğu zaman Anadolu tarafında oturanlar belli bir vapurda buluşurlardı.
Köprülerin olmadığı zamanlarda, Anadolu yakası ile İstanbul’u birleştiren arabalı vapurlardı.
Gece karşıdan İstanbul’a geçebilmek için saatlerce beklerdik. Ben işim geç biterse orada bir otelde kalmayı tercih ederdim.
Hiç kuşkusuz Boğaz’ın Anadolu yakasında oturanların da vapur sefaları söz konusuydu.
Bütün Adalar’ı dolaşanlara dilenci vapurları denirdi.
Burgazada’da oturan
Aziz okurlarım bilirler, bir coğrafyanın müziğini dinlemeden orayı tam benimseyemiyorum. Çünkü oranın müziğini dinlemeden, orada yaşayanların zevkini, alışkanlıklarını, aşklarını, hasretini fark edemezsiniz.
Açılışında bulunduğum Baksı Müzesi’nin yükseliş çizgisini sevgiyle izledim, izlemekteyim.
Hiç kuşkusuz türküleri dinledim, daha sonra da Melih Duygulu’nun ‘Bayburt Halk Müziği’ kitabını okudum.
Melih Duygulu, müzik kitaplarıyla bu alanın önemli bir adı.
CD’yi ayrı bir duyarlılıkla dinledim.
Kapakta şu yazı vardı:
“İlk Kayıtlarıyla Bayburt Türküleri”.
Bildiğiniz türkülerin özgün bir icra ile sunulması ayrı bir tat veriyor. Kapak resmi de, o dönemin müzisyenleri, çalanlar, söyleyenler.
Üç tanınmış mimar, mimarlık, Türkiye’deki mimarlığın sorunları, özellikle İstanbul üzerine derin bir sohbete daldılar.
Ceren Çıplak Drillat da bunları kaydetti ve ortaya bu kitap çıktı: 'Mimar Doğan'lar: Doğan Kuban, Doğan Tekeli, Doğan Hasol...'
Üçünü de yakından tanıdım, mimarlık üzerine düşüncelerini epeyce dinledim.
Kitabı hazırlayan Ceren Çıplak Drillat, Sunuş bölümünde adının nereden geldiğini belirtiyor: “'Üç Doğan’ın tek ortak tarafı isimleri ve meslekleri değil. Onlar aynı hocaların öğrencileri, aynı şehrin sakinleri, yine ayrı şehrin, İstanbul'un mimarları...
Mimar Doğan'lar... Üç Doğan
Ceren Çıplak Drillat
İlber Ortaylı, Murat Bardakçı, Halil İnalcık’ın da görüşlerinin yer aldığı bir yazıydı. Osmanlı arşivinin birçok belgesinin tasnifinin yapılmadığını belirtmiştim.
Adı geçenler 12 Eylül döneminde önerilere de ilgi gösterilmediğini söylemişlerdi.
Yazımda bazı konularda rakamlar da ortaya konulmuştu.
150 milyon belgenin o tarihe kadar 50 milyonunun tasnif edilebildiği, Arşivler Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı verilerine göre 79 yılda arşivlerden sadece 3 bin 40 yabancı araştırmacının yararlandığı belirtilmişti.
Bir yazının yankı bulması elbet yazarı sevindirir. O kurumun geliştiğini görmek de ayrı bir mutluluk.
YAZIYA 20 YIL SONRA VERİLEN YANIT
CUMHURBAŞKANLIĞI Devlet Arşivleri Başkanı Prof. Dr. Uğur Ünal’ın Özel Kalemi Ali Kadercan çalışmaları, arşivlerin bugünkü durumu üzerine bir bilgi gönderdi.
Televizyonda çıkan bir haberi görünce böyle bir açıklama yazma gereği duymuşlar. Söz konusu benim yazımdı.
Bürokrat olarak çeşitli görevlerde bulundu, politikaya girdi, bakanlık yaptı.
Cumhuriyet kuşağının çalışkan, üretken bir neferiydi ve 104 yaşında veda etti dünyaya.
Siyaset içinde ve dışında bulunduğu, tanıklık yaptığı dönemleri de dizilerinde, kitaplarında yansıttı.
Cahit Kayra ile ilk buluşmamız Moda’da İdil Biret–Şefik Büyükyüksel’in evindeydi.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde sevgili Hilmi Yavuz’un fahri doktor unvanı töreninde konuşmuştuk.
Kadıköy Belediyesi Kütüphanesi’nde Behçet Necatigil Toplantısı’nda Ayşe Sarısayın, Hilmi Yavuz ve beni dinlemeye gelmişti.
Bazı kitaplar sizde iz bırakır, belleğinizden bir türlü çıkmaz.
Ödül başlığı: ‘Piyanolu Üçlüler’.
35 yaş altı besteciler katıldı.
CD’nin kitapçığında Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı’nın yarışma üzerine bir sunum yazısı var.
Jüri aşağıdaki adlardan oluşmuştu:
- Besteci – müzikolog – müzik teorisyeni Yalçın Tura
- Besteci Özkan Manav
- Hasan Uçarsu
- Turgay Erdener
Portre kitaplarına merakımı okurlarım bilir. İki açıdan yararlanırım. Tanıdıklarımın başka yönlerini öğrenirim, tanımadıklarım hakkında da bilgi edinerek eksiklerimi tamamlarım.
İsmail Kara’nın iki ciltten oluşan portrelerini beğendim, birçok yeni şey öğrendim.
Portre yazılarının birkaç özelliği içermesi gerekir. Onların çalışmalarını nesnel açıdan okura sunmak, kişisel tespitlerini, yorumlarını da öznel bir anlayışla yansıtmak...
İlk cilt için ‘Sözü Dilde Hayali Gözde’ adı kullanılmış. Bu, Şair Arşî’nin şair Hayalî Bey’in vefatına düştüğü tarih. İkinci cilt, ‘Dağ Ne Kadar Yüce Olsa’ ise Yunus Emre’nin iki dizesinden alınma...
“Dağ ne kadar yüce olsaYol onun üstünden aşar”
Kitabın başında da alıntının tamamı yer alıyor.
Birinci cildin başında, ‘Birkaç Söz’de tür üzerine düşüncelerini iletiyor: “Bu kitapta tesadüf edeceğiniz zevat hakkında hatıra-deneme metinleri kaleme almamın benim için vazife diyebileceğim bir tarafı var.”
Portrelerin bir bölümü:
“Belki de bir Tanrısı var acının, hüznün, ayrılığın
Ki durup dururken öyle ansızın yürüdükleri...”
Cansever’in dizeleri uğurluyor ansızın gidenleri.
Gökhan Akçura’nın ‘Lokantacıların şahı diye anılırdı: Pandeli’ yazısında en ilgimi çeken Şirket-i Hayriye vapurlarındaki “Sazlı tenezzüh seferleri”.
Artun Ünsal’ın ‘Kış keyfi: Nostalji ve hüzün dolu içeceğimiz boza’ yazısı. Eski İstanbul gecelerinin önemli duraklarından biriydi. Mermer kabından yoğun boza bardaklara doldurulur, üzerine de sarı leblebi konulurdu.
Birçok kişi gece Vefa’daki yere gelir boza içerdi.
Şimdi geceleri o ilgi sürüyor mu sanmıyorum, marketlerde plastik şişelerde satılıyor. İkram listesinde ne kadar yer alıyor, bilemiyorum.
Şamran Hanım’
Birinci sayfada: Fırçasından - Natürmort
Derginin ilk yazısı; “Merhaba” başlığını taşıyor. Yazıda, toplumsal panorama çiziliyor.
“İlk sayısı 2019’un ekim ayında yayımlanan, dolu dolu 5 sayıyı geride bırakıp yeni yılı yeni bir sayıyla karşılıyor.”
Nâzım Hikmet’in elyazısıyla ‘Köylü’ şiiri ve onu izleyen şiir metni ile başlıyor. Diğer şiir de ‘Yanmamış Cigara’.
Derginin ilk şiiri Hilmi Yavuz’un ‘talan ve ifrit’i.
A.Ömer Türkeş’in ‘İhmal Edilen Bir Tema: Cinsellik’ yazısında romanların dökümünü bu eksende değerlendiriyor:
“Türk romanında 21. yüzyılda nicelik anlamında büyük bir patlama kaydedildi. Yayımlanan yeni roman sayısındaki artışla birlikte yazarlar, yayınevleri, türler ve temalar da çeşitlendi. Ancak bu büyük artışın cinselliğe hemen hemen hiçbir konuda yansımadığını söyleyebilirim. İhmalden ziyade mevcut koşulların -toplumsal muhafazakârlaşmanın- zorunlu bir sonucu olduğunu düşünüyorum; bir tür otosansür.”
Semiramis Yağcıoğlu’
Her müziğin arkasında bir anı birikimi vardır.
Tülay German’ın “62-87” Burçak Tarlası’nın LP’sini dinlerken bir yandan not alıyorum.
Kulüpçülüğüm yoktur ama onun şarkı söylediği gece kulübüne, arkadaşlarımla giderdik. Birçok dostumuzla orada buluşurduk.
Tülay German’la konuşmalarımızı, Zülfü Livaneli ile rahmetli şair Nevzat Üstün’ün evinde tanışmamızı...
Notaların her biri yazıya dönüşüyor.
Gençliğimizin siyasal çalkalanmaları, toplumsal evrimleri, onların bestelerinde kulaklara ulaştı, sonra da yüreklere.
Her şarkısını dinlerken, gözümün önünde siyah kıyafeti ile canlanıyor.
Türkülerin toplumsal bir işlevi olduğunu ondan da öğrendik.
’Füruzan Diye Bir Öykü’
BU yıl 27.’si düzenlenen TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nın onur yazarı Füruzan için hazırlanan kitabın adı, "Füruzan Diye Bir Öykü".
Böylece toplumun bir kesimini bize edebiyat yoluyla zenginleştirerek, boyutlandırarak anlattı.
Füruzan’ın derin gözlemciliği, bunu diline ve üslubuna aktarıştaki ustalığı beni her zaman etkilemiştir.
Genellikle öykü karakterleri fazla anımsanmadığı gibi edebiyat tarihinde tipler arasında ya anılır, ya anılmaz. Füruzan’ın tipleri birer roman kahramanı düzeyine yükselmiştir ve hiçbir zaman akıldan çıkmaz.
Füruzan’ın sanat-edebiyat alanındaki yüzölçümü çok geniştir. Öykünün yanı sıra, romanı, şiiri, gezi yazıları, oyunları da vardır. Sinemayla ilgisi, sinema üzerine bilgisi onun öykülerine de başka bir sanat dalının izdüşümü olarak yansır.
Öykülerini okurken birden gözünüzün önünde film kareleri canlanır. Füruzan davetli olarak gittiği Almanya’da iki ülkenin insanlarını kendi koşulları, kendi yaşam tarzları, gelenekleri ve kişilikleri içinde inceleyerek bize gerçekçi saptamalarını aktarmıştır.
Sanırım Almanlara ve Almanya’daki Türklere bakış açımızı donanımlı kılmıştır.
Füruzan’ın her zaman yinelediği bir sözü vardır: "Ben kitapları yazar olmak için okumadım."
Bu gerçekten bir yazarın ardındaki uzun birikim yıllarını dile getirmesi bakımından önemlidir.
* * *
"FÜRUZAN Diye Bir Öykü" adlı kitabı, Faruk Şüyün hazırladı. Kitabın tasarımını ise Sadık Karamustafa yaptı.
Füruzan kitabın hazırlanması sırasında Faruk Şüyün’a anlaşılıyor ki yeni bir konsept oluşturmasını sağlamada büyük ölçüde yardımcı olmuş.
TÜYAP’ın onur yazarları hakkında her yıl hazırlattığı kitaplar o güne kadar yazar hakkında yayınlanmış yazılardan seçilirdi. Bu yıl kitap için yazı yazması konusunda seçilen kişilerden yeni yazılar istendi. Kitaba katkıda bulunan isimler şunlar: Ece Ayhan, Tahsin Yücel, Fethi Naci, Mehmed Doğan, Haydar Ergülen, Erdal Öz, Semih Gümüş, Selim İleri, Ayşe Sarısayın, Sezer Ateş Ayvaz, Ayşegül Yüksel, Sevda Şener, Nursel Duruel, Emin Özdemir, Adnan Binyazar, Sevgi Özel, Feyza Hepçilingirler, Füsun Akatlı, Refik Algan, Selçuk Erez, Murat Yalçın, Samiye Öz, Can Öz, Elif Deniz, Birsen Ferahlı, İsa Çelik, Turhan Günay, Sezi Ergun Anar, Mina Tansel, Çağla Özbek ve Doğan Hızlan.
Füruzan için hazırlanan kitabın kurgusu oldukça özgün. Yapılan söyleşinin aralarına diğer yazarların Füruzan hakkındaki yazıları konulmuş. Kitabın basımında üç renk kullanılmış, Füruzan’a sorular kırmızı, yazarlardan alınan metinler mavi, Füruzan’ın cevapları siyah. Sanki bir roman ya da öykü okuyorsunuz.
* * *
FÜRUZAN’la yapılan bir nevi nehir söyleşi diyebileceğimiz konuşma, bir yazarın edebiyatından hayatına kadar, bir yaratıcın bütün evrelerini kapsıyor.