Ertuğrul Özkök: Hayvan o kapağın altında

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Dün sabah toplantısında Tufan Türenç eşi Pınar Türenç'in Diyabakır'dan aktardığı bir izlenimi anlattı.

Galatasaraylı futbolcuları taşıyan otobüs şehirden geçerken halktan müthiş alkışlar almış.

Ancak otobüsün içindekilerden, sadece Fatih Terim ve Taffarel el sallayarak bu coşkuya karşılık vermiş.

BİZ ŞAŞIRMADIK

Anladığım kadarı ile bu da biraz dikkati çekmiş.

Oysa futbolcuların bu tutumu beni ve Tufan Türenç'i hiç şaşırtmadı.

Çünkü Leeds'e giderken de futbolcular aynı havadaydı.

Daha da şaşırtıcı olanı, dönüşte o zaferin üstüne bile abartılı hiçbir hareket yapmadılar.

Oysa dönüşte hepimiz, şampanyaların patlayacağını, uçakta büyük bir cümbüşün yaşanacağını tahmin ediyorduk.

Sadece uçağın inişine 10 dakika kala biraz hareketlendiler ve zaferi kutladılar.

Futbolcular maça konsantre olmuşlardı.

Bütün hareketlerine müthiş bir profesyonellik hákimdi ve hiçbirinde ‘‘star şımarıklığı’’ yoktu.

Gazeteciliğe bakışta, boğazlarını sıkan kolalı yakalarından bir türlü kurtulamayanlar, sporun artık klasik sınırlarını aşıp, sosyal, kültürel, hatta siyasal bir olay haline geldiğini anlamamakta ısrarlılar.

Onlara göre spor, ancak spor gazetecilerinin, siyaset de siyasi konuları yazan gazetecilerin meselesidir.

Mesela bir Turgay Şeren siyaset yazamaz.

Veya bir Mümtaz Soysal spor yazısı yazamaz.

Diyarbakır'daki olay, sporun bir ay arayla hangi uçtan hangisine gidebileceğini gösterdi.

SADECE SPOR MU

Bir tarafta düşmanlığın, kavganın, hatta nefretin aracı...

Öteki tarafta ise, yıllardır özlenen bir duygu birliğinin aracı.

Böyle bir olay sadece spor yazarlarının inhisarında kalabilir mi?

Böyle bir olayın, spor yazarlarının yanında, siyaset, kültür, ekonomi yazarlarının da ilgisini çekmesi, hatta görev alanına girmesi gerekmez mi?

Ben beklerdim ki birileri çıkıp şunu sorsun:

‘‘Ey Leeds'e giden gazeteciler, siz Diyarbakır'da neden yoksunuz?’’

Bu soruyu sorsalardı, sonuna kadar haklı olurlardı.

Bize de ‘‘Haklısınız, bunu ıskaladık’’ demekten başka verecek cevap kalmazdı.

Bunu da ciddi bir mesleki özeleştiri olarak, kariyerimizin bilançosuna yazardık.

Zaten öyle de yapacağız...

Tabii hayatı boyunca oturduğu yerden hiç kımıldamayan gazeteciler için ne böyle bir eleştiri, ne de böyle bir özeleştiriye gerek var...

Ayrıca koskoca bir hayatı, uçsuz bucaksız bir mesleği, eskimiş püskümüş bir koltuğa mahkûm etmiş, kendi kendini o koltuğa gönüllü olarak bağlamış gazeteciden, bütün bu renkleri, bu sosyolojik çeşitliliği anlamasını beklemek de gereksiz.

BULUNACAK HAYVAN

Gazetecileri, ‘‘1980 öncesi’’ ve ‘‘1980 sonrası’’ diye ikiye ayıran, kendini gönüllü olarak 1980 öncesi sınıfına dahil eden zihniyete diyeceğimiz bir şey olamaz.

Çünkü aynı dili konuşmuyoruz.

Aynı dili konuşmadığımız başkaları da var...

Dünkü İngiliz gazeteleri, açık adını bir türlü öğrenemediğim, o malum TİKB inisyalli teşkilatın Londra'da Churchill heykeline yaptığı edepsizliği yerden yere vuruyordu.

The Sun Gazetesi, ‘‘Bulun bu hayvanları’’ diye manşet atmış.

Aramaya ne hacet...

Hayvanı bulmak çok kolay.

Hayvan, üzerinde TİKB amblemi bulunan o kapağın altında.

Yani, yıllarca ‘‘siyasi mülteci’’ görüntüsü altında müsamaha görmüş, işledikleri adi cinayetlere rağmen, yakalandıkları halde salıverilmiş, Türkiye'ye iadeleri için binbir dereden su getirilen malum teşkilatların çiftliklerinde.

PUNKÇU PERUK

Yani mülteci kılığı altında tebdili kıyafet gezen o ‘‘bahçeci gerillalar’’.

Ama burada ders sadece onlara değil...

İçerde bazılarına da dersler var. Atatürk heykellerine yapılan saldırıları lanetleyenlere burun kıvıran o heyete de dersler var.

Tabii öteki cenaha da...

Yani Abdülhamid'e, Mehmet Akif'e yapılan saldırılara lakayt kalanlara da... Batı'nın demokratik müsamahası, Churchill'in bronz başına punkçu peruğu takıldığı yerde sona eriyor.

Çünkü o toplum, dün kendisine hizmet etmiş kıymetli evlatlarına saygı göstermeyen toplumların, gelecekte saygıdeğer evlatlar bulamayacağının bilincinde.

Hem de tam bilincinde.

Yazarın Tüm Yazıları