Ertuğrul Özkök: Bir nevi Salacak öyküsü

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Bir gün düşünün... Bütün hayatınız boyunca hayal ettiğiniz müthiş bir işin başına geçmişsiniz.

Bütün bir hayat boyunca tırnaklarınızı geçire geçire tırmandığınız kaygan bir direğin tepesine erişmişsiniz.

Parmak uçlarınız, yıllardır hayal ettiğiniz o hayat hedefine dokunmuş.

Hazzın elektriği bütün sinir sisteminiz boyunca gövdenize yayılmış.

İşte öyle bir günde, öyle bir anda birden öğreniyorsunuz ki, kalbiniz ağır hasta.

Ulaştığınız hedefi kaldıramayacak kadar bitkin ve tedaviye muhtaç.

İşte öyle bir anda ne olur?

Sinir sisteminize dolmuş bütün adrenalin bir anda boşalır.

Negatif bir katarsis bir anda haz abidelerinizi yıkar, sizden geriye bir enkaz bırakır.

Evet, manevi bir enkaz...

* * *

Bu anlattığım, geçtiğimiz günlerde çok ünlü bir İngiliz yöneticinin başına geldi.

İngiltere'nin en büyük finans kuruluşu olan Barclays'in başına geçecek yönetici için aylardır müthiş bir savaş vardı.

Barclays, parasal iktidarın tahtıdır.

Oraya oturacak insan için hiç kuşkusuz en yüksek kariyer zirvesi.

Bu savaşı Michael O'Neill adlı bir yönetici kazandı.

Bu iş için BankAmerica'nın icra kurulu başkanlığını bıraktı.

‘‘Barclays benim için bir rüyadır’’ dedi.

Görev ona verildi.

Ama göreve başlayacağı gün ciddi bir kalp rahatsızlığı olduğu teşhis edildi.

Hem de bu işin yükünü kaldırmasına mani olacak kadar ciddi bir kalp rahatsızlığı.

Ve başladığı gün o rüya işi bırakmak zorunda kaldı.

Geriye şu sözleri kaldı:

‘‘Çok üzgünüm. Bu benim bütün kariyerim için bir rüyaydı.’’

Bir anda o keyifli rüyadan uyandı.

Rüyalar böyledir.

Bazen bir kábustan kurtulur, bazen bir mutluluk ve keyif vahasından atılırsınız.

Hayat bazen güzeldir.

Bazen hem sağlığınızı, hem rüyanızı kaybedersiniz.

Hürriyet yöneticiliğimin en keyifli, en gurur verici anlarından biri, Oğuz ve Tekin Aral'ın Hürriyet'te çalışmaya başlamasıydı.

Mizahın iki efsanevi ismi birden Hürriyet'te yazmaya, çizmeye başlıyordu.

Tekin Aral'ı ilk defa o zaman tanıdım.

Tanıdım diyorsam, tanıştık anlamında söylüyorum.

Çünkü onu, gerçek onu ne yazık ki ölümünden sonra tanıdığımı fark ettim.

* * *

Son gördüğüm güne kadar hep jilet gibiydi. Bir Salacak delikanlısı olarak doğdu, yaşadı ve bir Salacak bıçkını olarak öldü.

Hürriyet binasından son ayrılışı bile, Salacak raconuna uygundu.

Akşam geç saatlerde bacağındaki ağrılar dayanılmaz hale gelmiş.

Herkesin gitmesini, etrafın, koridorların tenhalaşmasını beklemiş.

Sonra yardımcısını çağırmış. Neredeyse onun sırtında çıkacak kadar ıstırap içindeymiş.

‘‘Kimse görmeden beni buradan çıkartın’’ demiş.

Başarmış da...

Bu gazetenin gece kuşları bile, o ıstırabı fark edememiş.

Güzel insanlar böyledir.

Onlar hastalıklarında ortadan kaybolan kediler gibi tenhalığa çekilirler.

* * *

Herkesin bir Salacak'ı vardır.

Benimki İzmir'in Kahramanlar mahallesiydi.

Herkesin Piç Yavuz'ları, Camgöz Taci'leri, Tilt Mahmut'ları vardır.

Hergelelik, fırlamalık, aşk ve hicran hepimizin ortak mazisidir.

Yıllar, med ve cezir dalgaları gibi gelip çekilirken beraberinde birçok şeyimizi götürür.

Ama o küçük kahramanlarımızı yerinden sökemez.

Hergelelik, çocukluk ve delikanlılık çağımızın ruhumuza kayıtlı demirbaşıdır.

Onlardan ancak bu dünyadan ayrılırken imzaladığımız devir teslim zabıtlarıyla koparız.

Biz gideriz, demirbaşlarımız kalır.

Bir sanatçının mirası da işte bu demirbaşlardır.

Yani bir nevi Salacak Öyküleri...



Yazarın Tüm Yazıları