Ertuğrul Özkök: Beni gerilere götüren cümle






Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

GEÇEN gün Kemal Derviş'in TÜSİAD'da yaptığı konuşmada geçen iki cümle beni gerilere, 1970'li yılların sonlarına götürdü.

Hani şu ‘‘70 sente muhtaç olduğumuz’’ günlere.

Derviş, TÜSİAD'da aynen şunu söylüyordu:

‘‘Doğal afetler nedeniyle bütçeden maalesef 30 trilyonluk hiç hesapta olmayan kaynak aktardık. Ancak Avrupa Kalkınma Fonu, ek bir 30 milyon dolarlık kaynak sağlayarak bu açığı kapamamızı sağladı.’’

CEPTEKİ PARA

Olay, Antakya'daki selle ilgiliydi.

Demek ki Türkiye, bir sel felaketi için dahi 30 milyon doları kuruş kuruş hesap edeceği bir duruma gelmişti.

İşte bütün bunlar beni o yıllara götürdü.

1979 yılında CHP'de danışmanlık yapıyordum.

O yıl beş ilde yapılan kısmi seçimi kaybeden Ecevit, hiçbir zorunluluğu yokken başbakanlıktan istifa etmişti.

Türkiye ilaç ve kahvesini bile ithal edemez durumdaydı.

O günlerde sohbet ederken dönemin Maliye Bakanı Ziya Müezzinoğlu, Ecevit'e ‘‘Efendim kahve ithalatını kestik, 20 milyon dolar tasarrufumuz oldu’’ demişti.

O an içimden, ‘‘Keşke o 20-30 milyon doları bulsaydınız da insanları kahve zevkinden mahrum etmeseydiniz’’ diye düşünmüştüm.

Derviş'in konuşmasını dinleyince, kafamda geçmişe ait bu fotoğraf canlandı.

Şimdi yine de çok daha iyiyiz. O günlerde 70 sent bulamazken, şimdi 30 milyon doları bulup buluşturuyoruz.

Ama kendi kendime şu soruyu da soruyorum.

Madem 30 milyon dolar bile ekonomik programın dengesinde bu kadar önemli, o zaman devlet elindeki bazı imkánları niye kullanmıyor?

ADALET VE TAHSİLAT

Mesela, fona devredilen bankaların eski sahiplerinden alınması gereken bir milyar dolara yakın para ne durumda?

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, o dönemde cesur bir kararla zordaki bankalara el koymuştu.

Bu bankaların büyük bölümünün sahipleri bugün adalet önünde.

Bildiğim kadarıyla bazıları da borçlarını ödemek için BDDK'ya planlar sunmuş durumda.

Ama aradan bir yıldan fazla zaman geçtiği halde, henüz imzalanmış bir anlaşma yok.

Elbette her banka sahibinin sunduğu plan hemen kabul edilecek diye bir şey yok.

Ama neticede bu bir pazarlık meselesidir.

Eski banka sahibi ödeyebileceği bir plan sunacak, BDDK kendi şartlarını sunacak.

Sonunda bir noktada anlaşılacak.

Bunun alternatifi nedir?

Devletin bu parayı alamaması.

Ayrıca borçların ödenmesi, adli sorumlulukları da ortadan kaldırmıyor. Yani tahsilat ve adaleti birlikte götürmek mümkün.

Bu anlaşmaların ikinci bir yararı daha var.

Eski banka sahiplerinin elindeki sanayi kuruluşları da daha sağlıklı çalışabilecek duruma gelebilirler.

Bu yolla mesela bir yandan Cavit Çağlar'dan olayın hukuki hesabını sormaya devam ederken, bir yandan da tesislerinin kapanması önlenebilir.

Bu insanlar birer ödeme planı sunmuşlar.

Yarın bir gün umutsuzluğa kapılıp, bu borçları ödemeyeceğiz derlerse ne olur?

Sonunda şu veya bu kadar hapis yatarlar, ama devlet de bu parayı tahsil edememiş olur.

Bankalar Kanunu'nda yapılan son değişiklik, BDDK'ya tahsilat konusunda oldukça kuvvetli yetkiler veriyor.

Öyleyse bu niye yapılamıyor?

İŞ UZADIKÇA

Tahmin ediyorum, buna imza atacak kişiler bazı sorumluluklardan çekiniyorlar.

Türkiye'de esen rüzgára bakınca haksız da değiller.

Ama işe bir de öteki taraftan bakmak gerekir.

Bu iş uzadıkça, tahsilat imkánı da azalıyor.

Bu kişilerin mallarını mülklerini satarak bunu sağlamak da o kadar kolay değil.

Dolayısıyla alternatifler sonsuz değil.

Evime gelenler ayakkabı çıkarmazdı

DÜNKÜ yazım üzerine Semra Özal aradı. Derviş'le ilgili kitapta yazılan bir şeye fena halde takılmış.

Kitaba göre, Derviş Başbakanlık Konutu'na geldiğinde kapıda postalları, ayakkabıları görünce Özal'la çalışmaktan vazgeçmişti.

Semra Özal, ‘‘Benim ne kendi evime, ne de Başbakanlık Konutu'na gelenlerin hiçbiri kapıda ayakkabısını çıkarmazdı. Kemal Bey'in de böyle bir şey söyleyeceğini sanmıyorum. Herhalde birileri, kitabın yazarına yanlış bilgi vermiş’’ dedi.

Böylece ‘‘kapıdaki postal’’ hikáyesinde bir adım daha derine gitmiş olduk.

Yazarın Tüm Yazıları