Ertuğrul Özkök: Ben ve kendim

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

İnsan görmediği bir film için yazı yazma ihtiyacı duyabilir mi? Ben bazen duyuyorum. Mesela Stuart Little'ın afişini ve küçük bir parçasını gördüğüm an, içimden müthiş bir yazma dalgası yükselmişti.

Jim Carrey'in yeni filmi de bunlardan biri.

Stuart Little'da o küçücük fare beni müthiş etkilemişti.

Burada ise filmin adı.

* * *

Filmin adı ‘‘Me, myself and Irene.’’

Türkçe'ye çevirirsek şöyle bir şey çıkıyor:

‘‘Ben, kendim ve Irene...’’

Ne var bunda diye sorabilirsiniz.

Hemen söyleyeyim.

‘‘Ben’’ ve ‘‘kendim’’.

Yani ben ve içimdeki ‘‘öteki’’.

Ama filmin yönetmeni o öteki için daha iyi bir kelime bulmuş.

‘‘Kendim’’ diyor.

Filmde Jim Carrey, 17 yıllık eski bir polis memurunu canlandırıyor.

İsminden de anlayacağınız gibi, ruhu iki ayrı kişiliği barındırıyor.

Birinci kişiliği Charlie, çok çalışan, insanlara yardım etmeyi seven, üç oğluna sevgiyle bağlı bir insan.

Ama onun bir de acayip ‘‘ikiz kişiliği’’ var.

Onun adı da Hank.

Hank, deliler gibi içen, sürekli kavga eden, felaket seks düşkünü bir kişilik.

Bir o, bir de kendisi...

Ama hangisi asıl o, hangisi öteki, ayırmak mümkün değil.

* * *

Sakın korkmayın, öyle derin psikanalitik tahlillere girmeyeceğim.

Benim yapmak istediğim, aynı ruh üzerine monte edilen iki ayrı kişiliğin, insan hayatını ne kadar kolaylaştıran bir şey olduğunu anlatabilmek.

Tıpkı küçük ve beyaz yalanlar gibi...

Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan geniş çaplı bir araştırmada, Amerikalılara, ‘‘Eğer bir arkadaşınıza yardım edecekse veya onun hayatını kolaylaştıracaksa yalan söyleyebilir misiniz’’ diye sormuşlar.

Yüzde 60 gibi büyük bir çoğunluk, ‘‘Evet söylerim’’ cevabını vermiş.

Ben de olsam bu ‘‘beyaz çoğunluk’’ içinde yer alırdım.

Benim için ‘‘beyaz yalan’’ yalan değildir.

Hayatı yaşamayı kolaylaştıran bir ‘‘şeydir’’.

Tıpkı ben ve içimdeki öteki ben, yani ‘‘kendim’’ gibi...

Eskiden beri, her insanın içinde en az iki-üç ayrı kişiliğin bulunduğuna inanırım.

Gardırobumda asılı elbiselerimin yanında bir de maskelerimin bulunduğunu düşünürüm.

Bazıları işyerlerinde, bazıları arkadaş toplantılarında, bazıları aile içinde takılan maskeler.

* * *

Ama nereye kadar?

Maske gardırobunun hudutları bellidir.

Beyaz ve masum coğrafyanın bittiği yerde ikiyüzlülük başlar.

Ben ve öteki çirkinleşir.

Veya iyiliğin bitip kötülüğün başladığı o karanlık ‘‘check point charlie’’.

Doğu ile Batı Berlin'in buluşma noktası.

Dr. Jeckyl'dan sıyrılıp Mr. Hyde'a dönüştüğümüz çizgi.

İşte böyle hudut boylarında ‘‘ben’’ ve ‘‘öteki’’ masumiyetini kaybeder.

Kişiliğin renkleri, gökkuşağının katmanları olmaktan çıkıp, karanlığın tonları haline dönüşür.

Benim yerim birincilerin tarafındadır.

Masumiyet sınırları içinde renk değiştiren bukalemun ruhları, hayatın güzellikleri olarak görürüm.

* * *

Ama içki içtiği zaman habisleşen, kafesinden kurtulup insanın üzerine saldıran ‘‘ötekilerden’’ çok korkarım.

Onlarla aynı masalarda bulunmak, aynı mahalleleri paylaşmak istemem.

Kişilik safarisinin hep masumiyet ormanlarında, etrafı iyi korunmuş vahalarda veya Disneyland'lerde yapılmasını tercih ederim.

‘‘Siret’’ ve ‘‘suret’’ arasındaki mesafenin görüş zaviyesi içinde kalması gerektiğine inanırım.

Bunu becerebildiğim ölçüde de, ‘‘ben’’ ve ‘‘kendim’’ barış içinde, mutlu bir şekilde yaşar gideriz.

Yazarın Tüm Yazıları