Duygusuz geçen dört yıl!

Dile kolay… Duygusuz geçen dört yıl…

Haberin Devamı

Değil dört yıl bir gün bile duygusuz yaşanmaz ama…

 

Geçti işte.

 

Oysa duyguyla yaşamak…

 

İçimizdeki gerçek ve samimi hisler…

 

Bizi hayata bağlayan…

 

Zaman zaman da kalbimizde, ruhumuzda çağlayan…

 

Duygular…

 

Sadelik, içtenlik, samimiyet…

 

Sarılmak, paylaşmak, ağlamak, sevmek, gülmek…

 

Haberin Devamı

İşte tüm bunlar bizi gerçekliğe götürür.

 

İşin içinde öz hisler olduğu için.

 

Duygularla yaşamak…

 

Bir işi tutkuyla, duyguyla yapmak...

 

Duyguların katıldığı olay ve durumlar daha bir anlamlı daha bir özel…

 

Duygusuz yapılan her neyse, o kadar belli eder ki kendini.

 

O yüzden diyorum ki duygularınızı katın yaptığınız her işe; yemek yapmak da olabilir bu, çalışmak da…

 

İçinizden gelen duygularınızla ama sahte olmayan gerçek hislerinizle hitap edin sevdiklerinize. Bu onları emin olun iyi hissettirecektir.

 

Duygusuz geçen zamanlarınız olmasın hiç.

 

Ama duygusuz geçen dört yıl oldu.

 

Dile kolay, dört yıl.

 

‘Duygu’suz…

 

Ne zordu.

Haberin Devamı

 

Onsuzluk yordu.

 

Çok özlenen o Duygu’ki…

 

Duygu Asena’yı anmak, anlatmaya çalışmak, onu yazmak…

 

Kaç kez oturdum bilgisayarın başına kaç kez kalktım, kolay olmadı.

 

Boş sayfaya dakikalarca baktım, vefat ettiği haberini aldığımda etrafıma boş boş baktığım gibi.

 

O kadar zor oldu ki bu yazıya başlayışım, ölümünü kabul edemeyişim kadar zor…

 

Dört yıl önce aramızdan ayrıldığı haberini aldığımda inanmadım, inanmak istemedim daha doğrusu. Onun artık aramızda olmayacağını kabul edemeyişimden… Hastalığı nedeniyle ara verse de yazılarına, hep yaşayacak diye düşündüğümden… Bir an beynim durdu sanki. Boş boş baktığımı anımsıyorum bir süre. Bu boş bakışlarımdan sıyrılıp, kendime gelişim “Kadının Adı Yok, Aslında Aşk da Yok. Şimdi Duygu Asena da yok” düşüncesiyle olmuştu.

Haberin Devamı

 

Duygu’suz geçen dört yıl!

 

Gözlerime dolan yaşları bıraktım önce. Sonra ağlamayı kestim, Duygu Asena’nın kitaplarını, yazılarını, o gülen yüzünü düşünmek varken ağlamak yakışmaz diye. Duygu Asena’lı güzel anılarımı anıp, gülümsedim. Ama buruk bir tebessümle… Tabii yine de engel olamadı bu buruk tebessüm boğazımın düğümlenmesine.

 

Hani bir kaza anında ya da kötü bir anınızda ya da bir şekilde ölümle burun buruna geldiğinizde hayatınız film kareleri gibi geçer ya gözünüzün önünden. Onunla nasıl tanıştığımdan bugünlere gelişimizle ilgili anılar gözümde canlandı teker teker, film kareleri gibi.

 

“Kadının Adı Yok” kitabıyla oldu onunla tanışıp, adını duyuşum.

Haberin Devamı

 

“Kadının Adı Yok” tu ama oradaki anlattığı kadının hayatındaki her olay, yüreğinde kalan her iz, çoğu kadının yaşamında karşılaştığı, yaşadığı şeylerdi. Belki de o kitabı bitirip, kapağını kapattığımızda; yaşamımızdaki birçok şeyi bulduğumuzdan kendi ismimizi koymuştuk kitaptaki roman kahramanı olan kadına. Bu sebepten dolayı o kitabı okuyan her kadının adı vardı.

 

Sonra bizim genç kızlık dönemlerimizi şekillendiren, cesaretlendiren, umut veren, kadın olmanın önemini fark ettiren ve de bugünkü iş, aşk ve hayat sürecindeki yaptıklarımızın tohumunu o günlerde kalbimize atan “Onyedi” dergisiyle...

 

Ardından bir solukta okuduğum kitapları, köşe yazıları, röportajları ve de çıktığı televizyon programlarında hep takip ettiğim bir isim oldu.

Haberin Devamı

 

Sonra… 1993 yılında; yayını uzun yıllar süren, o dönem çok dinlenen bir radyo programında bir yazım okunmuştu. Yazımı okuyan kişi “Melike yazmaya devam et ve yazılarını değerlendirip, yol göstermesi için seni Duygu Asena’ya yönlendireceğim” dedi. Yönlendirdi de… Yazılarımı değerlendiren Sevgili Duygu Asena, “Melike lütfen yazmaya devam et. Bir gün mutlaka…” dedi.

 

Ben onun çoğu düşüncesine katılarak, çoğu zaman da yazdığı konular hakkında, “İçimden geçenleri okumuş, benim düşüncelerimi yazmış” diyerek yazılarını takip ededurayım, bir yandan da yazmaya devam ettim.

 

Yıllar sonra… Bir gün sohbet ederken bana ‘ E hadi Melike, ne zaman röportaj yapıyoruz?´dediğinde şaşırmıştım. Çünkü hem kendinin böyle bir şey söylemesine hem de o zamanlar kolay kolay röportaj vermediğini bildiğim için. Çok sevindim tabii, samimiyetle yapılan bu röportaj teklifine.

 

Çok keyifli ve samimi geçen röportaj sonrasında “Bana neler söylettin Melike ama çok keyif aldım. Hep böyle samimi, dost ve doğal kal olur mu?” dedi.

 

Onunla yaptığım röportaj yayınlandıktan sonra başka bir dergide Genel Yayın Yönetmenliği yapan bir arkadaşım “Hayatını didik didik etmişsin, neler neler söyletmişsin. Bilmediğimiz ne çok şey varmış meğer onunla ilgili” demişti.

 

Daha sonraki zamanlarda Duygu Asena’yla; aşk, iş, yazı kısacası hayata dair ne varsa her konuda konuşmalarımız ve yazışmalarımız devam etti. Yaşamımızda bizi mutlu eden, üzen, kıran konuları da paylaştık o dönem. Hayatımızda o an mutlu, olumsuz her ne varsa… Bazı konulardaki yorumlarıma da “Çok doğru. Beni şaşırttın Melike, bunu hiç bu şekilde düşünmemiştim, hiç bu açıdan bakmamıştım.” demişti.

 

Bundan altı yıl önce çıkan ilk kitabımın arka kapağına bir yazı yazmasını rica etmiştim. Hakkımda yazdıklarını okuduğumda mutluluktan uçmuştum. Kitabım çıktığında ağlamıştım kitabın arka kapağındaki beni gururlandıran yazısını okuduğumda.

 

Yazılarını yazmaya bizler de onun yazılarını okumaya devam ettiğimiz günlerin birinde, 2004 yılında hastalığını paylaştı bizimle. İçimde bir şeyler kopmuştu bunu duyduğumda. Ama o, hastalığına inat yüzündeki o aşina gülüşüyle, hayata karşı bir dirençle…

 

Taa ki 30 Temmuz 2006’ya kadar…

 

Dün ilk kitabımın arka kapağındaki yazısını okuyup ağladım. Yokluğuna, aramızda olmayışına aktı gözyaşım. Erken gidişine… İnsanlara umut ve cesaret veren yazılarını okuyamıyor oluşumuza.

 

Evet hepimiz bir gün diğer tarafa gideceğiz bunu biliyorum ama onun yazacak çok şeyi varken, yıllardır yazılarıyla, davranışlarıyla cesaretlendirdiği kadınları desteklemeye devam edecekken, gelen yeni kuşağa da kadınlarla, hayatla ilgili çoğu şeyi aşılaması, onlara da öğretmesi gereken bir dolu şey varken, en üretken olacağı zaman diliminde aramızdan ayrılmış olmasıdır, onu seven bu kadar çok insana koyan.

 

“Kadının Adı Yok” ve “Aslında Aşk da Yok” olsa da iki kitabının adı…

 

Onun sayesinde kadının adı var. Aşk da var.

 

Kadın ve aşk. Bu iki kavram Duygu Asena’nın adıyla birlikte sonsuza kadar var olacak, yaşayacak. Onu özlediğimizde, uğruna savunmalar yaptığı bu iki kavramı düşünmemiz bir parça da olsa bastıracaktır ona olan özlemimizi diye düşünüyorum.

 

Yazılarımda ve davranışlarımda izinizden yürüyeceğim, yürümeye çalışacağım sevgili Duygu Asena. Az gelecek biliyorum ama hayatımızı kendimiz için yaşamamız, kadının çalışması, ayaklarının üzerinde durması gerektiğini belirtip bunu vurguladığınız için; cesaretlendirmeniz, kadın ve aşk başta olmak üzere hayatın birçok olgusuyla ilgili savunmalarınız, mücadeleleriniz, başta biz kadınları yüreklendirdiğiniz için kendi adıma teşekkür ediyorum.

 

Hep bunları hatırlayacağım; aklıma her geldiğinizde, sizi ve yazılarınızı özlediğimde.

 

Kalbimdeki ‘Duygu’ dolu anılarla…

 

                                                                             MELİKE BİRGÖLGE

Yazarın Tüm Yazıları