Çok şükür

Her zaman şükredecek bir şey çıkıyor çok şükür! Nitekim şu anda bir kez daha şükretmiş bulunuyorum.

‘Hayrola, memlekette iyi bir şeyler oluyor da bizim haberimiz mi yok?’ diyeceksiniz.

Siz bardağın boş tarafını görüyorsanız ben ne yapayım... Mesela ABD eski başkanı Bill Clinton’ın piyasaya çıkan kitabının bizim açımızdan şükredilecek yanının farkında değilsinizdir tabii. İlla ben dikkatinizi çekeceğim.

Yok, Erkan bebeğin burnunu sıkma hadisesinden söz etmesi değil. Gerçi ona da ayrıca sevindik tabii. Adam koskoca ABD Başkanı... Onca memleket gezdi... Burnunun bir Türk bebeği tarafından sıkıldığını hatırlaması bizim için hoş elbet. Onun açısındansa, anı kıtlığı çekmiş demek kitabı yazarken. Kucağına aldığı bebek tarafından burnu sıkılmamış var mıdır dünyada? Her birimizin onlarca defa başına gelmiştir. Dünyanın en sıradan olayıdır.

Neyse...

Benim esas işaret etmek istediğim husus şu: Clinton, kitabında Türkiye’nin yeni yüzyılın geleceği parlak bir ülkesi olduğunu vurgulamış.

İşte buna topluca şükretmemiz gerekiyor. Umut vaat ediyoruz. Geleceğimiz parlak. Gerçi bu, şu anda soluk olduğumuz anlamına geliyor ama ileride parlayacağımızı bilmek... insanın içi bir hoş oluyor haliyle. Benim oldu şahsen.

Bu kadar da değil. Ayrıca Batı’nın Ortadoğu’ya açılan kapısı olmamıza da ramak kalmış.

Ne kadar ramak?

Kıbrıs ve Kürt sorunu son bulacak. Müslüman, laik ve demokrat kimliğimizi koruyacağız. Ondan sonra ‘kapı’yız.

‘E, Kıbrıs ve Kürt sorunu yoluna girdi; zaten halen Müslüman, laik ve demokratız da...’ diyeceksiniz. Kazın ayağı öyle değil demek. Dışarıdan her an yoldan çıkabilecek gibi gözüküyoruz herhalde. ‘Dur bakalım.’

Fakat bunlar beni hiç ilgilendirmiyor. Ben umut vaat ediyor olmamızdan coşmuşum bir kere...

Ama kardeşim yetişti yine. İlla moral bozacak ya... ‘Geldik gidiyoruz, hálá mı umut vaat etme aşamasındayız’ dedi. Şarkıcılar kadar olamamış Türkiye. En kabiliyetsizi bile ilk albümde umut vaat eder, ikincisinde ‘en iyi’ seçilir, üçüncüden sonra ‘onur ödülü’ alırmış.

Haklı mıdır nedir...

Ne yapayım ben şimdi? Şükür de geri alınmaz ki...

Kimi sevdiğimi anladım

En sonunda aslında kimi sevdiğimi anladım. Yani birini sevmek için ne aradığımı... Aklınıza hemen aşna fişne durumları gelmesin. Evet, bir erkeği de kapsıyor tabii ama ‘biri’nden kastım erkek, kadın, çocuk, genç, yaşlı... Herkes.

Bu ‘herkes’in içinden kimleri seçiyorum sevmek için... Yok öyle beylik özellikleri sıralayacak değilim. Dürüst, zeki, ahlaklı falan... I-ıh. Bunlar olabilir de olmayabilir de.

Kontrol kalemiyle yoklama yaptığımı da söylemeyeceğim. Hani elektrik var mı yok mu diye... Onlar eskidendi. Şimdi yöntemim değişik.

En iyisi uzun uzun anlatmayayım, bir iki isim vereyim, siz anlayın.

Reha Muhtar’ı seviyorum mesela. Çünkü o Ayşe Nazlı’yı seviyor.

Ayrıldığı karısından olma çocukları kapıya geldiğinde sekreterine kendisi için ‘yok’ dedirten babaların yaşadığı bir dünyada, eski nişanlısının evlat edindiği çocuğa babalık yapan adamı severim ben arkadaşlar.

En son Babalar Günü’nde Park Orman’da beraber çekilmiş fotoğraflarını gördüm. Gözlerim doldu. Bu yazıya sebep de o fotoğraftır zaten.

Nilüfer’i de severim elbet. Kendi yumurtasıyla kendi spermine aşık olmayan herkesi severim.

Bir de Rauf Denktaş’ı severim mesela.

Şaşırdınız değil mi... Onca eleştiri, onca mış-muş’tan sonra... O iş başka. Ben Rauf Bey’i Boncuk’tan dolayı severim.

Boncuk’u bilirsiniz... Hani en önemli görüşmelerde bile ayağının dibinden ayırmaz onu Rauf Bey. Bir gözü o beyaz yumaktadır hani en önemli anlarda bile...

‘Dünya bir yana, Boncuk bir yana’ görüntüsü veren adamı da severim işte ben.

Anladınız değil mi?

‘Çocuklarla hayvanları sevenleri severim’ diye genelleyemezdim durumu. Evinin dekorasyonuna uygun köpek arayan sözde hayırseverler var çünkü. Araba markası gibi, belli köpek cinslerini tercih edenler... Sırf beraber iyi fotoğraf oluşturup oluşturmadığına bakanlar... Nesini seveyim onların.

MIŞ-MUŞ

Sigara içmenin riski sanılandan da fazla çıkmış.

Ne o, ölümden ötesi de mi varmış?

İnsan haklarında Türkiye sınıf atlamış.

E, AB’den özel hoca getirtip ders aldırdık çocuğa.

Asgari ücret 318 milyon olurken, başbakanın maaşı 6.5 milyar olmuş.

Başkapan!

Türkiye Avrupa’yı üçe bölmüş.

Şükür biz de birileri için ‘dış güç’ olduk sonunda.

Bush klozetini de yanında getiriyormuş.

Ortadoğu şuracıkta oysa, bi koşu gidip gelebilirdi gerektiğinde.
Yazarın Tüm Yazıları