Çatışmadan yumuşamaya mı?

AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın ezici seçim zaferiyle birlikte girilen iyimserlik ortamı ilk bakışta şaşırtıcı bir tablo oluşturuyor.

Seçim öncesi dönemde basında ve kamuoyunun önemli bir bölümünde daha çok bir tartışma ve gerginlik konusu olan bir şahsın iktidara gelmesiyle birlikte, birden tam karşıtı bir havanın belirmesinde kuşkusuz önemli bir çelişki yatıyor.

Geçmişte büyük bir çatışmanın konusu olan bir şahsiyet, bugün sürpriz bir yumuşamanın öznesi olarak algılanıyor ya da bu şekilde takdim ediliyor.

ERDOĞAN'DAN KONTROL STRATEJİSİ

Kuşkusuz, daha seçim gecesi ilk sonuçların alınmasıyla birlikte dengeli ve olgun bir tavır sergileyerek ılımlı mesajlar vermesi, hatta partililerin hak edilmiş sevincini bastırması, Erdoğan açısından önceden çok iyi hesaplanmış, tartılmış bir siyasi stratejiyi yansıtıyor.

Ayrıca, piyasaların ve uluslararası finans çevrelerinin de tek parti hükümeti olgusuna olumlu karşılık vermesi bu havayı perçinliyor.

Ve hepsinden önemlisi, demokratik bir yarıştan tartışmasız bir şekilde muzaffer çıkmış olmanın bahşettiği gücün ağırlığı da yabana atılmamalıdır.

DIŞA VURULMAYAN TEDİRGİNLİK

Gelgelelim, bütün bu olumlu havaya karşılık, hem Erdoğan cephesinde hem de ona oy vermemiş ve ayrıca kendisiyle ilgili ciddi tereddütlere sahip olan kesimlerde dışarı vurulmayan bir tedirginliğin bulunduğu da sır değil.

Ne kadar aksi söylenecek olsa da... Çünkü, Erdoğan'ın geçmiş sicili, yaptığı muhtelif açıklamalar, gazete arşivlerinde, vioeo bantlarında ve insanların belleklerinde asılı duruyor.

Erdoğan da bugün kendisinin demokratik meşruiyetini kabullenen bu kesimlerin bu kuvvetli ve gerçek arşiv tanıklığıyla beslenen kuşkularının gitmediğini pekálá biliyor.

Sonuçta, tarafların birbirlerini sınadıkları son derece kırılgan bir döneme girilmiş bulunuyor.

Bu dönemin büyük bir hassasiyetle ve azami dikkatle idare edilmesi gerekiyor.

Erdoğan, herhalde bu kırılganlığı gördüğünden, iktidarını kontrollü bir şekilde kırıp dökmeden icra etmek istediğini gösteren bir çizgi izliyor.

Karşılığında, kendisine güvensizlik duyarak bugünlere gelen kesimler de önyargılı bir başlangıç yapmaktan kaçınıyorlar.

İki taraf da vazoyu çatlatmamaya dönük bir kontrol duygusuyla ya da ‘‘İlk çatlatan ben olmayayım’’ anlayışıyla hareket ediyor.

Tarafların birbirlerinin adımlarını büyük bir dikkatle yakından izleyecekleri bu dönemin başlangıcıyla, Türkiye için çok değişik ve yeni bir ‘‘birlikte yaşama modeli''nin de temelleri atılıyor.

ÖZ TABANINA DİRENEBİLECEK Mİ?

Bu temellerin tutup tutmayacağının görülebilmesinde, Erdoğan, en kritik sınavı galiba kendi tabanı karşısında verecek gibi gözüküyor.

AKP'ye gelen muazzam desteğin yalnızca bir bölümü klasik Milli Görüş çizgisinden beslenen oylardan oluşuyor.

Desteğin daha fazlası ise önemli ölçüde geçmişte merkez partilere gitmiş ve şimdi tepki olarak AKP'yi ziyaret eden oylardan geliyor.

Burada kritik soru, Erdoğan'ın kendi öz tabanından gelecek talep ve baskılara ne şekilde karşılık vereceği ve TBMM'deki 363 kişilik grubunu belli bir disiplin altında tutup tutamayacağı başlıklarında beliriyor.

KUŞKULARI DAĞITIRSA

Erdoğan,
her insan gibi değişebilir ve ayrıca değiştiğini söyleme hakkına da sahiptir.

Karşılığında, başkaları da bu değişim söylemine şüpheyle yaklaşma hakkına sahiptir.

Bu karşılıklı sınama döneminde, Erdoğan, değiştiğini inandırıcı bir şekilde sergilediği takdirde kendisiyle ilgili kuşkular da dağılmaya yüz tutacak ve Türkiye de yumuşak bir zeminde seyredecektir.

Erdoğan, bu kuşkuları haklı çıkartacak şekilde davrandığı takdirde ise kullandığı tercihin karşılığını bir sonraki seçimde sandıkta alacaktır.

Ancak, en azından başlangıç döneminde attığı adımlarda siyasi gerçekçiliğin izlerinin oldukça kuvvetli olduğu teslim edilmelidir.
Yazarın Tüm Yazıları