Böyle sevmek görülmemiştir

YAPAN erkekmiş, kadınmış hiç fark etmez. Áşık olduğunuz bir kadın veya bir erkek var.

Bir polis gelip size, "Sevgilin PKK’lı" diyor ve emrediyor:

"Bilgisayarını ve disketlerini alıp bize getireceksin."

Hürriyet Pazar’ın geçen haftaki sayısında Ezgi Başaran’ın mülakatını okurken, utandım.

Başkalarının adına utandım, o utanç bana da bulaştı.

Kanadalı bir kadın.

Adı Suzanne Swan.

Leonard Cohen’in şarkısındaki Suzanne gibi.

Türkiye’de Kaş’a yerleşmiş.

20 yıl oralarda yaşamış.

"Kaş sizi nasıl karşıladı" diye soruyor.

"Şüpheyle. Küçük yerlerde yabancılara karşı gelişen en temel duygudur, şüphe. Niye geldi? Amacı ne? İlk zamanlarımı çok iyi hatırlıyorum. Uzun uzun süzerlerdi beni. Baştan ayağa, ayaktan başa. Bütün yabancılara aynı şeyi yaparlardı."

Bir Türk’le tanışmış.

5-6 yıl birlikte yaşamış.

Sonra ne oluyorsa oluyor ve o utanç verici şeyler başlıyor.

* * *

1998 yılında, Kaş’ta yaşayan bir gazeteci onu PKK’lı diye ihbar ediyor.

"Korkunç bir adamdı, Tanrım! Yabancılardan hoşlanmıyordu. Bir yabancıdan kurtulmanın en emin yolu böyle bir yalan uydurmaktır."

Merak ettim, kimdir bu adam?

Üstelik gazeteci ve Kaş’ta oturuyor.

Tam da teşhir edilecek bir erkek müsveddesi.

Kanadalı kadın, "İsmini vermeye gerek yok. Zaten o sadece bir jurnalciydi" diyor.

Kim bilir, belki de böyle bir müsveddeye verilebilecek en büyük ceza budur.

Adını telaffuz etmeye tenezzül etmemek.

Asıl erkeklik dramı ise bundan sonra geliyor.

"Türk sevgilimi kaymakamlığa çağırdılar. Ona ’Ülkenizi seviyorsanız, o kadının bilgisayarını bize getirirsiniz’ demişler. O da evime girip bilgisayarı toparlayıp götürmüş."

Ezgi Başaran, "Çok sağlam bir adammış doğrusu" deyip, ince ince aşağılıyor.

Kanadalı kadın ise daha müşfik, daha affedici:

"İyi kalpli ve dürüst biriydi aslında. Olanları bana gözyaşları içinde anlatıp ’Suzi senin PKK’yla işin olmaz değil mi?’ diye sormuştu. Sağlam duramamış işte, çok korkutmuşlar."

Belki de daha gaddar bir intikam.

Bilgisayarını, yani insanın mahremiyetini alıp polise teslim eden erkeği "bağışlamak".

* * *

Uzun uzun düşündüm.

Tabii ki o pespaye gazeteciyi değil.

Daha çok sevgiliyi, erkeği düşündüm.

"Vatan sevgisi" desen değil.

Belki de korku...

Devlet bana ne yapar korkusu.

Bir insan 5-6 yıl koynuna girdiği kadına, erkeğe bunu yapabilir mi?

Kanadalı kadın Türkiye’yi terk etti.

Hafızasında güzel bir ülke, bagajında ise iki erkek fotoğrafı.

Biri gammaz.

Öteki, sevgili, yataktaki erkek?

Onu anlamak çok daha zor.

* * *

Geçen pazar günü, 23 yaşındaki İzmirli şair Özkan Satılmış’ın kitabını okudum.

Uzun süredir bana şiir heyecanını veren ilk kitap.

"Ne çok yorulmuş bir ev taşıyor içimiz

Ömrün soyulan damağında..."

İnsanlar hayatlarında ne çok yorulmuş, hatta bitap düşmüş evler taşıyorlar.

Oturma izni iptal edilmiş, ancak çekip gidilebilir evler.

İçimden bir ses diyor ki, keşke insan arkasında böyle enkaz bırakmadan çekip gidebilse.

Hele hele bir sevgili enkazı...

İşte o çok feci bir şey.
Yazarın Tüm Yazıları