Botoksun tahtı sallanıyor mu?

Amerika’da yapılan yeni bir çalışma botoksun cildin belirli bir bölgesinde kırışıklıkları azaltırken, diğer taraflarda arttırabildiğini ortaya koydu.

Son yirmi yılda Anti-aging alanına damgasını vuran en önemli buluş “kırışıklıkları azaltmak için botoks kullanmak” olmalı. Uygulama kolaylığı ve fiyat avantajı nedeniyle botoksun yaşlanma yolculuğunun işaretlerini gizlemede kararlı olanlara ciddi ölçüde yardımcı olduğu kesin. Altmış yaşındayken bile kendinizi 35-40 yaşında göstermenin en etkili yollarından biri olan bu uygulamayla ilgili tartışmalar son yıllarda gündemden hiç düşmüyor. Bazıları botoksun ciddi bazı sağlık zararlarının da olabileceğini ileri sürüyor. Amerika’da yapılan yeni bir çalışma botoksa duyulan kuşkulara bir yenisini daha ekledi: İddiaya göre botoks bir taraftan cildin belirli bir bölgesinde kasları felç ederek kırışıklıkları azaltırken, diğer taraflarda kırışıklıkları arttırabiliyor! Bu bilgi ne kadar doğru bilemem ama bence daha büyük, geniş ve uzun süreli araştırmalarla teyit edilmesi gerekiyor. Tıpta kısa süreli ve tek araştırmayla sınırlı sonuçlara bakarak karar vermek hatalı olabiliyor. Diğer taraftan birçok molekülde problemlerin 15-20 yıl sonra ortaya çıktığı dikkate alınırsa bu bulguyu yok saymamakta da yarar var. Şimdilik yapılacak en doğru şey gelişmeleri dikkatle izlemeye devam etmek olmalı. Bana sorarsanız yaşlanma şeklimiz %25-30 oranında genlere, %70-75 oranında yaşam tercihlerimize bağlı. Bu nedenle yaşlanmanın cilt belirtilerini azaltmada botoks kadar yaşam tercihlerimiz de önemli. Bu işi sadece botoks enjeksiyonlarıyla düzeltmek yanında doğru beslenmeyi, bağışıklık sistemini güçlendirmeyi, stresle mücadele etmede başarılı olabilmeyi, cildi güneşten sigaradan, alkolden, zararlı kozmetiklerden koruyabilmeyi de unutmamak gerek. Şu noktayı yeniden hatırlatayım: Ben botoksa karşı değilim. Kendim hiç denemedim ama isteyenlere yaptırabileceklerini söylüyorum. Bence tek zararı botokslanmış ciltlerin doğallığını kaybedip kadınları “aynılaştırması!”

Omega-3 desteğini kimler almalı?

Omega-3 yağlarının damar sağlığına önemli katkılar yaptığı doğru. Bu mucize yağlar kanı inceltmekte ve damar sertliği süreçlerini yavaşlatıyor. Bana göre omega-3 desteklerini öncelikle damar riski yüksek kişilerin kullanmasında fayda var. Özellikle trigliseridi yüksek, iyi kolesterolü düşük olanların, aile hikayesinde erken yaşta kalp krizinden ölümlere sık rastlananların damarlarını korumak amacıyla balık yemedikleri günlerde omega-3 desteği almaları uygun olur. Omega-3 yağlarının belleğe de iyi geldiği biliniyor. Hamilelerin, yeni doğan ve büyüme çağındaki çocukların, gençlerin, bellek problemi başlayan yaşlıların da omega-3 desteğinden faydalanmaları söz konusu olabilir. Omega-3 destekleri kalp ritim bozukluğu olanlara, eklem problemi olanlara, hatta kilo problemi yaşayanlara bile tavsiye edilebilir. Burada dikkat edilmesi gereken birkaç önemli nokta var: Kullandığınız omega-3 kapsüllerinin saf olup olmadığının, yani yeteri kadar omega-3 yağı içerip içermediklerine dikkat edin. Omega-3 yanında, omega-6 ve omega-9 içeren desteklerle birlikte olanları daha pahalıdır, bunlara gereksiz yere fazladan para ödemeyin. Bazı omega-3 yağları ağır metallerle (cıva, kurşun, katmium) kirlenmiş olabilir; temiz, onaylanmış omega-3 kapsülleri kullanmaya çalışın. Bitkisel omega-3 kapsülleri (keten tohumu yağı gibi) yerine balık yağından elde edilen omega-3’leri tercih edin.

OMEGA SÖZLÜĞÜ

* Omega yağlarının üç çeşidi var. Omega-3 yağları bunların en önemlileri. Omega-3’ten zengin yiyeceklerin başında balık yağı, ceviz, keten tohumu, kabak çekirdeği ve semizotu gibi kalın yeşil yapraklı sebzeler geliyor. Balık yağı en etkili ve güvenilir kaynak olarak kabul ediliyor.
* Omega-6’dan zengin yiyecekler arasında ilk sıraları pamuk, ayçiçeği ve mısır özü yağları alıyor. Yani mutfağınızda kullandığınız bitkisel yağlar aslında tıka basa omega-6 ile dolu. Omega-6 kapsüllerine boşuna para ödemeyin dememin nedeni de bu!
* Omega-9’dan zengin yiyeceklere gelince... Zeytinyağı bu grubun en önemli besini. Fındık ve kanola yağında da omega-9 yağı bulunuyor. Bir zeytin cenneti olan ülkemizde omega-9 içeren kapsüllere para ödeyip ilaç niyetine yutmanın bir anlamı kalmıyor, günde 1-2 çay kaşığı zeytinyağı yemek bile omega-9 kazanımınız için yeterli.
* Omega-6 yağlarının fazlası faydalı değil. Bu yağların iltihabi süreçleri tetiklediği hücre çoğalmasını hızlandırdığı pıhtılaşma süreçlerini çabuklaştırdığı biliniyor. Yani bu yağlar gereğinden fazla alındıklarında pıhtı yapısı iltihap tetikleyici kanser yapıcı fonksiyonlar üstlenebiliyor.
* Omega-3 yağları ise faydalı özelliklere sahip. Bunlar omega-6 yağlarının olumsuz etkilerini mükemmel bir biçimde dizginleyebiliyor. Yani kanseri önlemede kanı inceltmede iltihabi süreçleri baskılamada son derece etkililer. Bu nedenle beslenme planlarımızı yaparken mümkün olduğu kadar omega-3 kazanımımızı arttırmamızda fayda var. Son yıllarda yaşadığımız pek çok sağlık probleminin omega-3/omega-6 dengesinin bozulması, yani omega-3 kazanımımız azalırken omega-6 kazanımımızın artmasıyla ilgili olması muhtemeldir.

Bazı kişiler neden kilo veremez?

Kilo vermek daha az kalori almak ve daha çok kalori harcamakla ilgili bir çabayı gerektirir ama bazıları bu çabaya rağmen bir türlü kilo veremez. Bu kişilerde sık görülen ortak bazı noktalar var: Tiroid hormonu yetersizliği olanlarda kilo vermek güçleşiyor. Polikistik over hastalığı ve bu nedenle insülin direnci sorunu yaşayan genç kızların da kilo vermeleri kolay olmayabiliyor. Antipsikotik ilaçlar ve depresyon ilaçları arzu edilen düzeyde kilo kaybını engelleyebiliyor/ Kanda insülin hormonunun yüksekliği nedeniyle insülin direnci gelişenlerde özellikle sık tekrarlayan açlık atakları olduğunda kilo vermek zorlaşabiliyor. Testosteron hormonu azalan erkekler kilo vermede zorlanıyor. Alkol kullanmayı sürdürenlerin kilo vermesi de oldukça güç. Farkına varılmamış bir böbreküstü bezi hastalığı varsa böbreküstü bezleri fazla miktarda kortizol üretiyorsa, kilo direnci ortaya çıkabiliyor. Öğün atlayan az su içen uyku sorunları olan stres seviyesi yüksek bulunan kişilerde de kilo direnci ile sık karşılaşılıyor.

Protein tozları kas yapar mı?

“Kas yapmak” sağlıklı yaşam sözlüğüne yeni giren deyimlerden biri ve muhtemelen de en çok suiistimal edilen konulardan. Çünkü konu kas yapmak olduğunda bilimsel dayanaktan uzak mesnetsiz tavsiyelerden geçilmiyor. Bu mesnetsiz ve bana göre faydasız tavsiyelerden biri de protein tozları kullanılarak kas yapmaya çalışmak. “Ağır direnç egzersizleri yapan birinin kas miktarını arttırmaya katkıda bulunması için ek bir protein desteğine ihtiyacı var mı, proteinli besinleri daha fazla yemesi gerekiyor mu?” sorusu uzun zamandır gündemde. Beslenme uzmanları ve metabolizmacılar bu soruyu genellikle gerekmez diye yanıtlıyorlar. Ve ekliyorlar: “Çok arzu ediyorsanız protein kazanımınızda %20-25’lik bir artış yapabilirsiniz.” Bunun anlamı yoğun direnç egzersizleri yapıyorsanız kas geliştirme ve vücut şeklinizi geliştirme çabası içindeyseniz et, et ürünleri, balık, tavuk, süt, süt ürünleri, yumurta gibi hayvansal proteinlerden biraz daha fazla ve sık faydalanmanızdır. Son zamanlarda kullanımı artan protein tozlarına vereceğiniz parayı proteinden zengin doğal yiyeceklere harcamanız daha doğru. Hem gerçek ve saf protein kazanırsınız, hem de bazı kimyasalların vücudunuza girmesine engel olursunuz. Egzersiz danışmanları ve hocalarından bir ricam var: Lütfen beslenme konusunu beslenme uzmanları ve ilgili doktorlara bırakın. Protein tozu ve karnitin tavsiyelerinizden vazgeçin!
Yazarın Tüm Yazıları