Biraz din işleri biraz dünya işleri

EH, madem serde imam hatiplilik var...

O halde işin "fıkıh" açısından hükmünü ortaya koyalım:

Muhterem cemaat! Unutkanlıkla su içmek ya da yemek yemek orucu bozmaz.

Bu yüzden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, masadaki su bardağına uzanmasının ve suyu içmesinin "İslam fıkhı" açısından tartışılacak bir tarafı yoktur.

Yani...

"Gitti Abdullah Gül’ün zavallı orucu" diye dövünmekten lütfen vazgeçelim.

Ayrıca...

Abdullah Gül belki de oruç tutmuyordur.

Çünkü "kara kaplı kitap", kişinin evinden 90 kilometre uzağa gitmesi halinde "seferi" sayılacağını yazar.

"Seferi" durumunda olanların da orucu kazaya bırakma hakkı vardır.

Yani...

Bu "fıkıh kuralı" açısından da Gül’ün durumunda tartışılacak bir yan yoktur.

Ama unutkanlığın üzerinde durabiliriz:

Acaba "Cumhurbaşkanı Abdullah Gül" sıfatının yol açtığı o tarifsiz heyecan, böylesi bir unutkanlığa yol açmış olabilir mi?

Bence üzerinde düşünmeye değer.

* * *

Bir de şu var:

Abdullah Gül, ramazan günü önündeki bardaktan su içince, hepimiz "Hay Allah! Orucu unuttu, suyu içti" diye dövünüyoruz ya...

Aynı tavrı Sezer için göstermemiştik.

Hatırlayalım:

Eski Cumhurbaşkanımız Sezer, "mübarek" ramazan günlerinde, konuşma yaptığı kürsüde bulunan sudan mutlaka ama mutlaka bir yudum alırdı.

Bu durum karşısında hiç kimsenin aklına, "Eyvah / Orucu unuttu / Suyu içti / Gitti Sezer’in orucu" türünden tepki göstermek gelmezdi.

Hatta...

Sezer’in "Su içme ihtiyacı" falan hissetmeden, biraz da "Laik bir ülkenin cumhurbaşkanı oruç tutmaz" görüntüsü vermek için, kasten sudan bir yudum aldığına dair haberler bile çıkardı mukaddesatçı basında.

Tabii üstü açık ya da kapalı kınamalarla birlikte.

"Unutkanlık" ya da "seferilik" gibi fıkıh mazeretleri, Sezer söz konusu olduğunda kimsenin aklına gelmezdi.

Gerçi kulakları çınlasın Sezer de "fıkıh mazeretleri"ne sığınacak bir Cumhurbaşkanı değildi.

Ama yine de insan daha bir önyargısız bakış aramadan edemiyor.

* * *

Neyse...

Biraz da "dünya işleri"nden söz edelim.

Bence Cumhurbaşkanı Gül’ün "büyük Güneydoğu seferi", "Gül’ün orucu sakatlandı mı, sakatlanmadı mı" gibi dini bir meseleden çok, acayip dünyevi bir meseleye işaret etmektedir.

O "mesele" şudur:

Sezer gibi halkla temas kurmaktan kaçınan, laiklik duyarlılığını göstermek dışında varlığını pek hissettirmeyen, halkın karşısına ikinci bir iktidar odağı gibi çıkmayan, büyük Anadolu gezilerine merak sarmayan, kendi halinde, "home sweet home" sloganına sıkıca sarılmış "evcimen" bir Cumhurbaşkanı’ndan sonra...

Karşımıza Abdullah Gül gibi, acayip aktif, gezmeyi seven, halkla temastan derin bir haz alan, ikinci bir iktidar odağı gibi bir görüntü çizmekten kaçınmayan ve yavaştan karizma yapmaya başlamış bir Cumhurbaşkanı çıktı.

Üstelik bu "Cumhurbaşkanı", yüzde 47’ye dayanıyor.

Bu durumda...

Aynı yüzde 47’ye dayanan ve kendisine ortak çıkılmasından hiç de hoşlanmayan Tayyip Erdoğan ne hissedecektir?

Hele medyada Gül’ün Güneydoğu haberleri, "Gül döktüm yollarına" havasında yankılandıkça.

Biliyorum, daha işin çok başındayız.

Ama buraya bir "mim" koymakta fayda var galiba.

Çünkü bu iş böyle giderse, kıyamet de buradan kopacaktır.
Yazarın Tüm Yazıları