Bir paket Bafra mektupları

HIFZI TOPUZ’un Fikret Muallá kitabı, bir dostun bir sanatçının kişiliğini anlatan, anılarla, mektuplarla, resimlerle süslenmiş bir sanatçıya saygı olarak da nitelendirilir.

Fotoğrafları da, Kerem Topuz çekmiş.

Fikret Muallá için çok yazıldı, çok konuşuldu, ne var ki bu tür kişisel izlenimlerden, tanıklıklardan oluşan kitaplar, sanatçıların portresinin çizilmesinde, algılanmasında bence önemli işlev taşıyorlar.

Hıfzı Topuz, Paris’te Çıkrık Çıkmazı’nda başlıklı girişte, dostluklarını ve ilk karşılaşmalarını özetliyor:

‘Fikret Muallá ile 1952’den ölümüne kadar süren on beş yıllık bir dostluğumuz oldu. Fikret’i ilk kez 1952 Kasım’ında Paris’te ‘Impasse du Ruet’ denen ‘Çıkrık Çıkmazı’ndaki stüdyosunda tanıdım. Kendisiyle röportaj yapmaya gitmiştim. Fikret altıncı katta oturuyordu. Adresini bana Avni Arbaş vermişti. Verirken de, ‘Aman,’ demişti ‘dikkat et, Fikret gazetecileri sevmez, seni tersleyebilir. Aldırma, aslında çok iyi bir insandır, çok terbiyelidir ama, bazen bunalıma düşebilir, hiç belli olmaz.’

Kapıyı korka korka çaldım. Gazeteci olduğumu ve adımı söyledim.

Darmadağınık bir stüdyoya girdim. Yerde alçak bir divan, ortada bir yemek masası; masanın üzerinde dört elma, hasır kaplı bir İtalyan şarabı şişesi, iki biber, bir baş soğan... Yanda bir resim sehpası, boyalar. Bir pencereden sokak kapısının kirişine uzanan çamaşır ipi, ipin üzerine asılmış bir fanila ve iki çorap. Yanmayan bir kömür sobası. Eski terlikler. Sehpanın önünde yayları içine çökmüş ve kumaşı patlamış bir koltuk. Duvarda birkaç natürmort. Boya ve izmarit kokuları. Fikret’in üzerinde de kol ağızları akmış soluk bir ceket. Ceketin yakaları çengelli iğne ile tutturulmuş. Boynunda bir yün atkı.’

Konuşmalardan anlaşılan şu ki, ona göre dünyanın yarısı leblebici ve polis.

Hiç kuşkusuz, kitaptan, mektuplardan çıkan birinci duygu, vatanından bazı şeyleri özlemesi, bunlar onun için bir simge oluyor.

Türk gazeteleri, çiroz gibi.

Fikret Muallá’yı dostları nasıl anlattılar. Avni Arbaş’tan dinlediklerim, eski bir dostunun anıları arasında ressamı çizer.

Bir sanatçının dengesiz davranışlarını, dostlarıyla kavgalarını hep bir sanatçı ruh hali içinde yorumlamak gerekir. Belki onun eserini, yaptıklarını, yapamadıklarını daha iyi anlar, yorumlarsınız.

Onun için ben anılarla, anekdotlarla bir sanatçının dünyasının, eserlerinin daha iyi anlaşılacağı kanısındayım.

Degüstasyon’daki kavgayı, hapishaneye düşüşünü bu bağlamda yorumlamak gerekiyor.

İzmir sergisinde, boş tuvalin karışısına zorla oturup resim yaptığı geceyi dostları elbette unutamaz.

Hasan Esat Işık’ın Anıları bölümü benim için çok önemli bir mesajı içeriyor.

Işık, Paris Büyükelçiliği sırasında, ressamın Fransa’da ve Türkiye’de ün sağlamasına büyük katkıda bulunmuştur.

Dışişleri ve Milli Savunma Bakanlığı da yapan Işık, Türk Turizm Bürosu’nda bir sergi açmış, şunları söylemiştir:

‘Bence o, bu toplumu fotoğraftan daha iyi tespit eden sanatçılardan biridir. Toplumumuzun sosyal yönünü ince ayrıntılarıyla yakalayıp yüksek bir sanat zevkiyle yansıtmasını bilmiş bir kişidir.’

Sanatçıların, diplomatların sözleriyle, yazılarıyla Fikret Muallá’yı bütün renkleriyle tanıyabilirsiniz.

Selim Turan, Halûk Kura, Sadi Öziş, Oktay Günday, Neşet Günal, Bedri Rahmi, Elif Naci, Semiha Berksoy’un Fikret Muallá üzerine düşüncelerini, sanatıyla ilgili yargılarını öğrenmek önemli. Çünkü onu ressamların görüşünden, değişik kişilerin objektifinden değerlendirmek ilgimi çekti. Neşet Günal’ın yorumunu özellikle okumanızı isterim.

Ne var ki, benim beğendiğim bölüm, mektuplardan oluşan bölüm. Orada iki dostun içtenliğini, bir sanatçının kırılgan dünyasını buluyorsunuz.

Hıfzı Topuz’un yazılarıyla, Kerem Topuz’un fotoğraflarıyla ilgi çekici, kitaplığınızı süsleyecek bir çalışma.

Fikret Muallá Anılar, Resimler, Mektuplar Hıfzı Topuz

(Fotoğraflar: Kerem Topuz) Everest Yayınları


Fikret Muallá’nın İstanbul’dan ayrılmasının sebebi

Fikret Muallá’nın o yıllarda ünlü bir Degüstasyon olayı vardır. Avni bu olayı şöyle anlattı: ‘Ben bu olayı çok kişiden dinledim. Bedri Rahmi Eyuboğlu’ndan, Fikret Adil’den, Dr. Safder Tarim’den ve Abidin Dino’dan. Fikret Muallá bu konu açılınca gerginleşir ve sinirlenirdi. Fikret’in bir daha dönmemek üzere İstanbul’dan ayrılmasının nedeni bu olaydır. Degüstasyon olayı şöyle olmuştur: Fikret, 1936 Aralık ayında bir akşamüstü Beyoğlu’nda Çiçek Pasajı’nın ağzındaki Degüstasyon Lokantası’na uğrar. O yıllarda Degüstasyon, İstanbul’daki ressam, ozan ve yazar takımının devam ettiği en ünlü restoranlardan biridir. Yahya Kemal’ler, Peyami Safa’lar, Yakup Kadri’ler, Necip Fazıl’lar, Názım Hikmet’ler, Fikret Adil’ler, Mithat Cemal’ler, Arif Dino’lar, Abidin’ler hep buradan geçmişlerdir. Fikret o akşam yalnız gitmiştir Degüstasyon’a. Birkaç kadeh içtikten sonra, gözü yukarıdaki Atatürk portresine takılır. Bir Alman ressamın yaptığı bu portre çoğaltılmış ve o yıllarda bütün mağazalara ve bürolara dağıtılmıştır. Fikret bu portreyi her gördüğünde fena halde sinirlenmektedir. ‘Niye her yerde hep aynı kötü portre?’ Fikret, o akşam da Degüstasyon’un patronlarına bu eleştiriyi iletmeye çalışır ve sinirlenir.

Müşterilerin arasında Ekrem Muhittin Yeğen de vardır. Fikret’in resmi kötülemesini Atatürk’e hakaret diye yorumlar, galeyana gelir, polis çağırtır. Fikret Muallá tutuklanarak Galatasaray Karakolu’na götürülür. Fikret’i orada bir temiz ıslatırlar. Hakkındaki iddia, cumhurbaşkanına alenen hakaret etmektir. Fikret geceyi orada geçirir, sorgu, dayak... Canına okunur Fikret’in. Degüstasyon’da olaya tanık olan bazı dostları durumu, Fikret’in yakınlarına bildirirler. Araya Fikret Adil ve Bedri Rahmi girer, Fikret’i zor bela Bakırköy Hastanesi’ne kaldırırlar.

Kadın dövmek geleneklerimizde var

Bir gün Fikret’i karşımda gördüm. Telaş içindeydi. ‘Hayrola,’ dedim, ‘Nedir bu halin? Senin başın yine dertte galiba?’ ‘Evet,’ dedi, ‘mahkemeyle başım dertte. Beni siz kurtarabilirsiniz.’ Fikret Muallá o sıra bir kızla yaşıyormuş. Bir gün kafası kızmış, kızı dövmüş. Kız da savcılığa başvurmuş. Fikret’i yakalayıp mahkemeye çıkarmışlar. Suçu kadın dövmek. Fikret yargıca, ‘Ben Türk’üm, bizde bir gelenektir, erkekler arada sırada karılarını okşarlar. Bu öyle dayak sayılmaz. Biz bunu sevdiklerimize yaparız. İçimizde hiç kötülük yoktur!’ demiş.

Yargıç, ‘Ben bunu hiç duymamıştım, gidin elçiliğinizden bana bir belge getirin, kadınlara dayak atmanın kendi ülkenizin geleneklerine uygun olduğunu kanıtlayın. Belki bu hafifletici bir sebep olabilir,’ demiş.

Fikret, ‘İşte bana böyle bir belge veremez misiniz?’dedi.

‘Deli misin sen’ dedim. ‘Ben sana böyle bir belge vereyim de sonra Fransızlar, işte Türkiye’de kadın hakları da bu durumdadır, diye bu belgeyi elden ele dolaştırsınlar,’ deyip Fikret’i kovaladım.

Bu terbiyenle daha çok beklersin

Feridun Çölgeçen bir süre Paris’te kaldı. Çok sevimli bir insandı. Hayatta, belki sahnedekinden daha iyi bir aktördü. Bir gün konsolosluğa gitmiş, kuyruğa girip sırasını beklemeye başlamış. O sırada Fikret Muallá girmiş konsolosluğa, sarhoşmuş, başlamış küfürler etmeye. Kendisini alıp başkonsolosun odasına götürmüşler, işini de hemen yapmışlar. Tam çıkarken bir de bakmış Feridun Çölgeçen hálá kuyrukta. ‘Sen,’ demiş, ‘bu terbiyenle daha çok beklersin!’

İkisi altı frank

O dönemde Fikret, resimlerini beş franka satardı (yaklaşık bir Euro). Eğer elinde ikinci bir resim varsa onu da satmak için yalvarır. ‘Haydi, altı frank verin, ikisini de alın,’ derdi. Fikret’in bu kadar ucuza resim satması galerileri tedirgin ediyordu. Bir defasında tam bir serginin açılacağı zaman kendisinin Paris’te bulunmasını istemediler. Fikret’i Korsika’ya tatile göndermeye kalktılar. Fikret dayattı, Marsilya’dan öteye gitmedi. Gemiye binmekten korkuyordu. ‘Ya beni Türkiye’ye gönderirlerse,’ diyordu ve ekliyordu ‘hem denizler şimdi mayın dolu, ya birine çarpıverirsek ne olur?’ diye telaşlanıyordu.

DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ

İlhan Berk Poetika/Logos Dünya

Michel Pastoureau Mavi/Bir Rengin Tarihi İmge

Ülkü Tamer Yaşamak Hatırlamaktır Kitap

Küçük İskender Burç Hikáyeleri Sel

Friedrich Nietzsche Putların Batışı İthaki
Yazarın Tüm Yazıları