Bir kötü film deneyimi

Efsane konumundaki yönetmenlerden çıkma kötü filmlerin acısını hepimiz yaşadık, yüreğimizde ve zihnimizde silemediğimiz bir depoda saklıyoruz.

Haberin Devamı

Evde tembellik yapabileceğim bomboş, hiç kimseye söz verilmemiş bir gün; benden mutlusu az bulunur.
Dışarıdaki dünya zerre kadar ilgimi çekmiyor, film seyretmek, yayılmak istiyorum. Acımasız olmak gerekirse “Dertler sizin, filmler benim olsun” ruh hali hâkim bünyeme…
Dijital platformlara kuvvet film aramaya başlıyorum. Sinema kanallarında gösterilmeye doyulamayan berbat filmler ağırlıkta.
Abartmıyorum, 1999’dan beri aynı filmleri düzenli olarak gösteren kanal bile var (MGM Movies mesela)…
Sakin olup, aramayı sürdürüyorum…
Nihayet!
‘Passion’ veya Türkçe uygun görülen adıyla ‘Öldüren Tutku’ diye bir filme rastlıyorum.
Künyesindeki isimler, 2012 yapımı filmi cazip hale getiriyor.
Woody Allen’ın ‘Midnight In Paris’inde veya Ben Affleck ve Russel Crowe’la oynadığı ‘State of Play’de beğendiğim Rachel McAdams başrolde.
Ama filme beni asıl bağlayan isim yönetmen Brian De Palma…
‘The Untouchables’, ‘Scarface’, ‘Carlito’s Way’ gibi tekrar ve tekrar seyretmekten sıkılmadığım filmlerin yönetmeni…
Kendisiyle tanışıklığımız ‘Carrie’ye kadar uzanır. Hap kadardım ‘Carrie’yi veya filmden daha korkunç Türkçe adıyla ‘Günah Tohumu’nu izlediğimde…
Sissy Spacek’in ‘coştuğu’ anları, su katılmamış ruh hastası anne rolünde döktüren Piper Laurie’yi yıllarca hafiften tırsarak hatırladım. Şimdi yeniden çekilmiş ‘Carrie’, bakacağız…
Brian De Palma en sevdiğim yönetmenler arasında olmasa da çok sevdiğim filmler yapmış yönetmenlerden.
Daha önce hayal kırıklığı yaşadığım filmleri oldu ama bir filmini seyretmeden önce ‘Boşver ya…’ dedirtememişti açıkçası; sadece ‘Scarface’ bile yeterli kredidir…
Böyle hislerle başladım filme. Alain Corneau’nün, 2010’da ölmeden hemen önce çektiği ‘Crime d’amour’ filmini yeniden çekmek üzere yola çıkmış De Palma…
Ortaya çıkan filmin ne kadar kötü olduğunu anlatmak güç. Afişte De Palma yerine adını sanını bilmediğim bir yönetmen olsa “Yetenekli olduğunuzu düşündüğünüz başka alanlar varsa sizi oraya alalım…” diye mektup bile yazabilirdim; o derece kötü.
Olaylar Berlin’de geçiyor. Bir reklam ajansının dengesiz ve seksi patroniçesi (Rachel McAdams) ile yardımcısı kadının (Noomi Rapace) içinden cinsellik geçen, gerilim dolu hikâyesini seyredeceğiz, görünen o.
Senaryo kötü, çekimler kötü, oyunculuk kötü ve klişeler diyarından bildirmekte yönetmenimiz…
Filmin yarattığı tek gerilim “Ben bu haltı niye seyrediyorum, vaktime yazık” gerilimi ve endişesi…
Kadını, ‘şiddet odağı cinsel obje’ olarak gösterdiği için De Palma’yı yıllardır tefe koyan feministlere hak verdim.
Ne çekmiş, niye çekmiş, o reklam/ürün yerleştirmelerin sakilliği nedir, anlamak mümkün değil.
Seyirci sinema bileti yerine ceza biletini kesmiş tabii. Seyrettikten, o zulmü ismine ve eski, güzel günlerimize hürmeten tamamladıktan sonra merak edip baktım…
30 milyon dolara mal olan filmin ABD hasılatı 91 bin doları ancak tutturmuş ki; çoook büyük zarar manasına geliyor bu.
Bu filme kızıp Brian De Palma’yı defterden silecek değilim elbette.
Herkes hata yapabilir, her yönetmen de kötü film çekebilir. Efsane konumundaki yönetmenlerden çıkma kötü filmlerin acısını hepimiz yaşadık, yüreğimizde ve zihnimizde silemediğimiz bir depoda saklıyoruz.
Fakat bu anlayışlı hal şu soruyu hakkıyla cevaplamaya yetmiyor.
De Palma gibi sektörün en iyilerine erişme, danışma, çalışma imkânı olan bir yönetmeni bir asistan, bir arkadaş, bir meslektaş uyaramamış mıdır “Yapma be usta?” diye…
Neyse, can sağlığı diyelim, önümüzdeki filmlere bakalım.
Bu arada, filmin etkisini atabilmek için bir doz ‘Big Lebowski’, bir doz da ‘Blade Runner’ çaktım bünyeye, ancak attım üstümdeki kırıklığı…

Yazarın Tüm Yazıları