Binlerce dansöz var...

Ne mümtaz bakanlarımızın harem selamlık tekne gezisi, ne altı yaşındaki balerin kız çocuklarının fotoğraflarının bacak bölümlerini mozaikleyen İslamcı necip basın, ne "vallahi kadınlar öyle istediği için" sadece kadınların gireceği bir park hayal eden güzide hükümet ve belediye, ne bir şey...

Son derece çirkin şekillerde "Nahan da bak böyle şeyler bizde olmaz dediniz; yer misiniz yemez misiniz!" şeklinde inadına bir fütursuzlukla gözümüze sokulan bir bağnazlık şovu... Bünye istifrağ noktasına geldi. Biteceği de yok ayrıca...

Hakikaten sıtkım sıyrılmış olsa gerek; taammüden tavukkarasıyım bu hafta. Nerde böyle bir haber izliyor ya da okuyorum; izle(ye)miyor ve oku(ya)muyorum. Mola alasım var. Dı. Aldım. Gel gör ki manevi terör konusu mu ararsın memlekette... Efen’im, memleketin diğer "Vah ki ne vah; e peki yeri gelmişken bu memleketin háli n’olacak?" meselesi Hokkabaz’ın galası vuku bulurken bizdeniz de (!) ordaydık. Girdik, filmi izledik, Cem Yılmaz’ın kendi /images/100/0x0/55eaa04bf018fbb8f88c4f16ağzıyla dalga geçtiği ve/ama beğenilsin beğenilmesin mutlak bir gerçeklik arz eden tabirle "sıcacık bir film" izlemiş olmanın hazzıyla içimiz ısınmış olarak çıktık.

Çıkışta izleyici görüşü almaya çalışan meslektaşlarımız gırla... Zaman gazetesinden, gencecikten bir muhabir arkadaş burnumuza teybi dayadı. Filmi nasıl bulduğumuzu sordu.

Bayıldığımızı söyledik. Arkadaşı kesmedi. Benim bildiğim muhabir dediğin görüş alacaksa görüş alır; manipüle etmez. Ve fekattt olur mu hiç? Bu bir Cem Yılmaz filmi?

Nitekim bu arkadaş da uzaklaşırken arkamızdan yetişip, tek kaşını havaya dikip, güya sorar gibi, yargıda bulunuverdi: "Fakat Fatma? Fatma karakteri oturmuş muydu sizce?" (İki gözüm önüme aksın ki şahidim var, yalanım yok.)

Böyle de fakatla başlayan bir soru cümlesi işte... Az zorlasa; "N’ayır, nasıl böyle hamamda ayılar gibi hemencecik bayılırsınız? Ve fekat Fatma? Ya Fatma, ama ama ah o Fatma?.." Bir Fatma’dır gidecek ööö’le...

"Neye oturmuş muydu?" diye sordum. Háliyle...

HEPSİNİ Mİ ÇALDI?

"Kendineee" dedi muhabir arkadaş iyi mi! Zannedersiniz ki bir önceki hayatında Fatma oydu ve kendi kendine oturmadığından çok emin olduğu için fena hálde bozuldu; intikam alacak ve intikamı çok acı olacak!

Bunu zaten daha filmin çekim haberleri ortama düştüğünde öngörmek için kahin olmak gerekmiyordu ya, "A ha" dedim, "dayak sezonu resmen açılmış bulunuyor." Müteakip hafta, Hokkabaz filminin "eleştirilerini" ve film ekibinin verdiği beyanatları, röportajları takip etmekle geçti. Çok şaşırmadık; hemen her şey beklendiği üzre gelişti.

Ta ki Hokkabaz’ın senaryosunun kendisinden çalındığını söyleyip Cem Yılmaz’ı, her zamanki "ağabey" edasıyla "hiç yakıştıramayarak" intihalle suçlayan Savaş Ay, hadisenin dalağını yarana kadar... Ki yanlış anlaşılma olmasın, konu ne olursa olsun, Savaş Ay’ın dalak yarmasında enteresan bir taraf olduğunu iddia etmek safdilliğe girer.

Şaşırtan, sahneye ilk çıktığı günden beri bir iğneli fıçıda yaşamasına rağmen, kanamamayı başarmış biri olarak, bana sorarsanız gerçek bir sihirbazlık performansı sergileyen Cem Yılmaz’ın bile nihayet isyan noktasına gelmesi oldu: "Bundan sonra Savaş Ay’la bir ilişkim kalmadı. Ben Oscar alsam bunlar döverek elimden alırlar. Eşek gibi çalışıyorum. Güler yüzlü, neşeliyiz diye bu kadar da olmaz. Lan ben hırsızlık tercih ediyor olsam, bu sektörde ne işim var. Kurnaz adamın tekiyim, giderim başka iş yaparım. Gençlere tavsiyem boşuna çalışıp çabalamasınlar. Kendi gayretleriyle bir yere gelmeye çalışmasınlar. Benim gibi çalıp çırpsınlar diyorum. Karikatür çizdim, dediler ki Mehmet’ten çaldı. Sahneye çıktım, Hasan’dan çaldı. G.O.R.A.’yı yaptım, benden çaldı."

Efendim, Savaş Ay’ın babası, ömrünü yollarda geçiren bir sihirbazmış. Kendileri bu senaryoyu teee bilmem kaç yılında yazmış, hatta, o zamanlar senaryoyu parası olmadığı için çekememiş ama o biçim bir senaryo yazdığını, vaktiyle gazetedeki köşesinde de yazmış. Bu nasıl bir ayıpmış? Dava açacakmış.

DANSÖZ FİLMİNDEN ARAK

Naçizane tavsiyemdir: Cem Yılmaz, meselá bir sonraki projesinde Savaş Ay’ın 2001’de çektiği Dansöz filminden inadına fikir araklamayı planladığını açıklasın.

Hatırlayanlar hatırlamayanlara hatırlatsın: Türk sinema tarihinin gördüğü en zavallı gişe "başarı"larından birini yakalamış, ileride okullarda "Sinemaya giriş" derslerinin "Ne değildir" başlığı altında okutulması caiz olan Dansöz’ü, filmin senarist, yönetmen ve yapımcısı olan Savaş Ay, o dönem şöyle tarif ediyordu: "Çok ünlü bir dansöz var, ismi Cobra... Kim izliyorsa inanılmaz etkileniyor. Bir gün sevdiği adam tarafından vuruluyor ve kötürüm kalıyor."

Bu filmin ilerleyen yıllarda, İbrahim Tatlıses, Asena ve bir tetikçinin başrolleri paylaştığı bir "yeni gerçekçi" versiyonu çekildi ama Ay, nedense o dönem kimsecikleri intihalle suçlamadı gerçi... Adam da haklı; öyle ya... Öyle büyük bir sanatçı ki, kimi zaman hayat bile kendini tutamayıp onun sanatını taklit edebiliyor.

Hırsızın anatomisi

Çalmak demişken... Bu geyiklerin doğrucu bir tarafı da yok değil. Cem Yılmaz, evet, yeri geldi mi fena çalar... Misál, çok pis rol çalar...

Kendilerinin Şeker Bayramı’nda NTV’de yayınlanan, Ahmet Yeşiltepe’nin "bir kısım" Hokkabaz ekibine sorular yönelttiği "bayramlık sinema sohbeti" tadındaki programda, filmde kim hangi rolü oynamayı tercih ederdi faslının konuşulduğu bölümde, laf rol çalmaya geldiğinde şöyle bir cümle sarf etmişliği var: "Rol çaldığım zaman o durum filme zarar veriyorsa, bunu istemem tabii."

Niyeyse? Benim bildiğim bir filmin ne kadar rol çalan oyuncusu varsa, o film oyunculuktan yana o kadar iyi bir seyirliktir. Değil midir?

Türk seyircisinin Cem Yılmaz’a ama olumlu ama olumsuz "bakışının", bakmaktan alıkoyamayışının yarattığı etkiyi bir yana bırakın. Cem Yılmaz’ın bugüne kadar başrol canlandırdığı kendi filmleri haricinde rol aldığı filmleri, yani Vizontele ve Organize İşler’i göz önünde bulundurunca; şu rahatlıkla iddia edilebilir: Alın o filmleri yurt dışında, Cem Yılmaz’dan bihaber bir seyirciye, eleştirmen kitlesine gösterin, Cem Yılmaz yine öne çıkan, hadi ecnebi lisanıyla da söyleyelim; "outstanding" performansıyla rol çalacaktır. Ki bizim bildiğimiz, bu da kabahat değildir. İyi oyuncu zaten rol çalar. İşi budur.

Nuri Bilge Ceylan Antalya Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü Cem Yılmaz’ın elinden alırken, onu bir filminde oynatmak isteyebileceğini söylemişti. Aynı muhabbet, bu ayki Rolling Stone dergisindeki Fatih Özgüven, ki pek çok şeyin yanı sıra memleketin en iyi sinema eleştirmenlerinden biridir takdir edersiniz, ve Yeşim Tabak imzalı röportajda da dile geldi. Cem Yılmaz röportajın bir yerinde şöyle hayıflanıyor: "Tüm bu tantananın arasında oyunculuğum es geçiliyor. Geçenlerde gazetede sinemanın genç yüzleri vardı; bir sürü erkek, ben yoktum. Ama neden?"

Ve röportaj şöyle sonlanıyor:

SORU: Peki başka yönetmenlerle bambaşka şeyler yapabilir misin?

"Valla hiç radikal bir değişiklik olmaz. Meselá Uzak’taki adamlardan biri olmak beni hiç rahatsız etmezdi. Komik unsur olarak teklif edilmesi beni rahatsız ediyor."

O günleri de görmemizi dilerim. Şiddetle... Niyedir derseniz; seçeneklerden birini beğeniniz:

a) Yalakayım biliyor musunuz... b) Cem Yılmaz’a vuralım trendine uymayıp kendime anti-trendsetter babında tarz yapıyorum; nasıl, çok havalı di mi? b) Cebime harçlık koyuyor. d) Ben bilmem beyim bilir. e) Bilemedim, sizce niye? f) Savaş Ay’a aşığım, ondan. g) Sessizce dağılalım; bu böyle gidecek yoksa. ğ) Hadeee...
Yazarın Tüm Yazıları