Bendeniz maça gidince!

Emin ÇÖLAŞAN
Haberin Devamı

Sevgili okuyucularım, bazen içimden maça gitme duygusu fışkırıyor. Önceki pazar günü de öyle oldu. Ankara'da Gençlerbirliği-Beşiktaş maçı var. Gitmeye karar verdim. Tabii, gidince spor yazarları tribününde oturacağım. Orada her gazetenin koltukları var. Çay servisi yapılıyor, içki bile var. Maçı keyifle izliyorsunuz. O tribün çok sıkı. Sadece spor yazarları, bir de ‘‘ismimiz’’ nedeniyle biz birkaç gazeteci alınıyoruz.

Maça gitme isteğini genelde sıkıntılı ve kafamın çok yorgun olduğu zamanlarda duyuyorum. Örneğin çok sevdiğiniz bir kişi size habire yalan söyleyip üzmüş... Vermeniz gereken çok önemli bir karar sizi düşündürüyor... Günlük iş yükünden, gerilimden bunalmışsınız... Bütün bunlar üst üste gelince yorulmuşsunuz... İşte bu psikolojik ortamda iken maça gitmek beni rahatlatıyor. Bozuk kafamı düzeltiyor!

***

Maç saat 19.00'da başlayacak. Saat 17.30'da bizim spor servisi şefi Devrim Sağıroğlu ve Tayfun Bayındır'la gazetede buluşacağız. İş yoğunluğu bitmiş, bizim barda Sedat Ergin'le Çiğdem Toker kopuk telleri onarıp akort yaptıktan sonra gitar çalıyorlar, Kemal Saydamer dinliyor. Onları dinlerken peynir ekmekle karnımı doyuruyorum. Tayfun geliyor. Sporcu olduğu için masaj olayını çok iyi biliyor. Omuzlarıma ve sırtıma iyi bir masaj çekiyor. Oh ne güzel!..

Bir ara Tayfun'u ‘‘Bastır bastır, daha sert olsun’’ diye uyarıyorum. Yanımda gitar çalan Sedat, kafayı kaldırıp ‘‘Daha sert olmaz abi, teller kopuyor’’ diyor. Tayfun'a söylediğim sözü kendisine söylediğimi zannetmiş, kahkahalar patlıyor!

Gırgır şamata maçımıza gidiyoruz.

Stat dışında çevremi polisler sarıyor. Haftalardan beri hepsi, trafikçiler dahil günde 12 saat çalışmaktan perişan olmuşlar. Hassas, Çevik Kuvvet, her taraf aynı durumda... ‘‘Emin Abi yaz bunu. Hafta tatili, gecemiz gündüzümüz, dinlenmemiz kalmadı. Refah'lılar ve şeriatçılar yüzünden mahvolduk, insanlıktan çıktık’’ diyorlar. Çocuklar haklı. Durumu zaten bizim evi bekleyen polislerden de biliyorum. Diğer illeri araştırmadım, ama Ankara'daki polislerin canı çıktı. Haftalar boyu günde 12 saat çalışılır mı? Polisler dert küpü. Yazacağıma söz veriyorum.

***

Söylemesi ayıptır, bendeniz maça gidince oyunu izlemesine izliyorum da, kafam genelde başka yerlerde olduğu için çevreyle daha çok ilgileniyorum. Sahada sadece topu takip ediyorum. Spor tribününde taktik eleştirileri falan yapıyorlar, onları hiç anlamıyorum.

Çok ilginçtir, her gol sonrasında sanki yavaş çekimle bir kez daha verilecekmiş gibi beklentiye giriyorum! Televizyon şartlanması!

Neyse, spor yazarları tribününe girdik. Sağımda iki hasta Beşiktaş taraftarı olan Cenk Koray ve Neco, solumda bizim gazeteden spor yazarları Güven Taner, eski Beşiktaş futbolcuları Vedat ve Sanlı oturuyor. Bunların tümü Beşiktaş yazarı. Sağlı sollu, önlü arkalı büyük muhabbet maç öncesi başlıyor. Memleketi birkaç kez kurtarıyor, üste biraz da dedikodu yapıyoruz.

Gazetelerin İstanbul spor merkezlerinde iş bölümü yapılmış. Dört büyük takımın yazarları ayrı! Onlar, takımlarının her maçını izliyor. Ancak, bu iş bölümünde araya bazı uyanıklar da sızmış. Örneğin yazdığı ‘‘Siyasi’’ içerikli saçma sapan yazılar tutmayan bir üçkağıtçı, Galatasaray fanatikliğine soyunmuş ve ismini sporda duyurmaya kalkışıyor! Bu yöntemle bedava gezilere falan gidiyor, çoğu kez gülünç oluyor, özel yaşamında olduğu gibi yazılarında da iyice yüzsüzleşip futbolculardan çocuklarına imzalı formalarını vermelerini falan istiyor!

***

Neyse, bizim maça dönelim. Maç öncesinde top toplayıcı çocuklardan biri kaleye geçmiş, diğerleri ona habire uzaktan şut atıyor. İnanılmaz şutlar ve kurtarışlar izliyoruz. Geleceğin futbolcuları işte orada. Yeter ki birileri ellerinden tutsun.

Cenk soruyor: ‘‘Abi hangi takımı tutuyorsun?..’’

‘‘Büyüklere karşı küçükleri, yabancılara karşı Türk takımlarını tutuyorum...’’

Maç başlıyor, Beşiktaş 2-0 öne geçiyor. İlk yarı böyle bitiyor. Bu arada Amokachi ilginç bir gol atıyor. Öylesine boş kalıyor ki, topu kale çizgisine kadar götürüyor, orada durduruyor ve arkasını dönüp çizgi üzerinden topukla içeriye vuruyor.

Bizim spor yazarları bu durumda aralarında tartışmaya başlıyorlar: Bu gol centilmenliğe aykırı mıydı? Hakemin sarı kart göstermesi gerekir miydi? İkiye ayrılıyorlar. Bazılarına göre gol geçerli, ama sarı kart çıkmalıydı. Diğerlerine göre her şey normal, kartlık bir durum yok. Ben bu ayrıntıları bilmediğim için sadece dinliyorum.

İlk yarı 2-0 bitiyor. Spor yazarları oturdukları yerden bağlanan telefonlarla gazetelerine yazılarını yazdırmaya başlıyorlar. İster istemez hepsini duyuyorum. Çoğunun genel çizgisi şöyle:

‘‘Gençlerbirliği, Beşiktaş'a hafif geldi.’’

O sırada gazetelerin İstanbul merkezlerinde ertesi günün spor sayfaları hazırlanmaya başlanıyor. Manşetler herhalde şöyle olacak:

‘‘Kartal, Ankara'da vurdu...’’ ‘‘Beşiktaş ezdi geçti...’’

Bu sırada Vedat'a soruyorum:

‘‘İyi de arkadaş, ikinci devrede Gençlerbirliği birkaç gol atarsa sizin bu yazılar ne olacak? Güme gitmez mi?..’’

‘‘İşte o zaman yandık. Yazıları mecburen değiştirmek zorunda kalırız’’ diyor.

Gençlerbirliği ikinci yarıda iki gol atıp beraberliği sağlayınca Sanlı bana dönüyor:

‘‘Dediğiniz çıktı. Yazıları değiştiriyoruz...’’ Ve yazılar sil baştan, yeniden yazdırılıyor. Beşiktaş'ı öven ilk yazılar, bu kez eleştiriyle yükleniyor. Fakat şimdi yoğurdu üfleyerek yiyorlar, mecburen maçın bitmesini bekliyorlar!

Beşiktaş gol yedikçe Cenk'in suratına yan gözle bakıyorum. Hele ikinci golden sonra iyice sararmış ve çökmüş durumda! Takımı galip durumdayken fıkralar anlatıyor, kural tartışmalarında başı çekiyordu. Şimdi tık yok!..

***

Maçı farklı bir gözle izleyince yazacak gırgır bol. Örneğin bir futbolcu sakatlandı. Sahaya ambulans girdi, futbolcu sedyeye yüklendi. Fakat ambulans sahanın ortasında bozuldu! Hakemler ve futbolcular tarafından ittirilerek saha dışına çıkarıldı. Muhteşem ve Türkiye'ye özgü bir komedi! Gülmekten yerlere yatıyorum.

Maçtan sonra kendi kendime diyorum ki, ‘‘Şu maçı yazayım...’’

Çünkü ha görmemişin oğlu olmuş pipisini kesmiş, ha kafam bozulmuş ve bendeniz maça gitmişim! Arada fark yok!

Yazarın Tüm Yazıları