‘Bela’ üzerine notlar

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Artık herhalde konu nettir, bu köşeyi gündemin dışında tutarak okuyuculara eğer isterlerse kısa bir süre için zekâlarını neşelendirme imkânı sunmaya çalışıyorum.

Başarılı olup olmadığımı bilmem ama en azından niyetim bu.

Ancak bir haftadır, okuyuculardan talep var. İlla da üç harfli ismi olan ‘bela’nın İtalya'ya gidişi ile ilgili diyeceğim olup olmadığını soruyorlar yoğun olarak.

Fazla çaktırmasam da okuyucuları severim. Bu nedenle bugün alışıldık üslubumuz dışına çıkıp, gündemin içine çivileme dalacağız.

***

1- Roma'da yaşananların İtalya'ya özgü bir tutum olmadığını düşünüyorum.

Bence bu Avrupa'nın yeni uygulamaya soktuğu kapsamlı bir planın ilk adımı.

Avrupa ülkeleri Türkiye'de ve bölgede bir ‘etnik sorun’ meselesini siyasi gündeme taşımaya yönelik ilk ciddi ve sonuca gidici adımını attı.

İtalyan Başbakanı Massimo D'Alema bu hafta içinde büyük ihtimalle Brüksel, Paris ve Bonn'a gidecek.

New York Times'ın haberine göre orada yapacağı konuşmalarda gündemin birinci sırasında Roma'da başlatılan sürecin ana hatları tartışılacak.

***

2- Bu konuda Amerika'nın resmi açıklamalarına da çok güvenmemeli.

Amerikan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü PKK konusunda bilgi alınacak en son kaynaktır.

Washington'da bir zamanlar görev yapmış bir gazeteci olarak gözlemim şu:

Dışişleri Bakanlığı sözcüsü kendisine PKK konulu bir soru yöneltildiğinde elinde o günkü olası cevapların yazılı bulunduğu sayfadan ilgili bölümü açar ve bu örgütün terörist olduğunu, Amerika'nın her türlü terörizme karşı olduğunu anlatır.

Bununla içimiz rahatlarsa yanlış yapmış oluruz.

Çünkü asıl tavır orada değil daha üst katta bulunan bir büroda alınır.

Burası İtalya, Yunanistan ve Türkiye'ye bir arada bakan Dışişleri Bakanlığı'nın NATO Güney Kanadı Dairesi'dir.

Türkiye masası da doğal olarak bu bölüme bağlıdır.

Daire başkanı veya masa şefi ile konuşursanız ilk önce onlar da size PKK'nın terörist olduğunu anlatacaktır.

Ancak sonra bir kocaman AMA çekildikten sonra, Türkiye'nin kendi iç ilişkilerinde konuya yaklaşırken ne tür yanlışlar yapıldığı sayılacak ve sonuçta meselenin nihai çözümünün siyasi olacağı net olarak ‘kaynak bildirerek yazılmamak şartıyla’ anlatılacaktır.

Amerika'nın resmi pozisyonu aslında budur ve sonuçta Avrupa eğer bir siyasileşme süreci başlatırsa Amerika da sürecin bir noktasında buna katkıda bulunacaktır.

***

3- Bunu Dışişleri Bakanlığı'nda birinci elden yaşadığım bir olaydan hatırlarken, Türkiye'nin zaman zaman büyük devlet olmasına katiyen yakışmayan stratejik ve taktik hataları yaptığını da düşündüm.

Bence bugün gelinen Türkiye'yi bir yöne itme harekâtının temeli, bundan birkaç yıl önce maalesef uzağı görmekten yoksun olan kadrolar tarafından yine Türkiye'de atıldı.

O gün Kürt parlamenterlerin, her türlü demokratik ve parlamenter gelenek ayaklar altına alınarak Meclis içinden polis zoruyla götürülmeleriyle aslında Türkiye bugün rahatlıkla kazanabileceği bir tartışmayı kaybetme sürecini başlattı. O gün ABD Dışişleri Bakanlığı'nda bazı insanlar çok eleştirildiler Türkiye'ye karşı bu tür anlık içgüdüsel tepkiler ülkemize her zaman çok zarar verdi. Bugün de dikkatli olunmalı.

***

4- Meselenin Avrupa genelinde başlatılan bir süreç olup olmadığının en önemli göstergelerinden bir tanesi, 1999 yılı Nobel ödüllerinde görülecek.

Ben önümüzdeki yıl Avrupa'nın bastırmasıyla özellikle Nobel barış ödülünde Türkiye'yi çevreleme harekâtının bir parçasının daha uygulamaya sokulacağını düşünüyorum. Edebiyat dalında da aynı şey olabilir.

Üstelik bu girişime Amerika'dan da bir destek gelebilir.

Merkezi Washington'da bulunan ve PKK'ya destek veren AKIN örgütünün İnternet sayfasına bakarsanız, Leyla Zana'ya 1999 yılında Nobel barış ödülü verilmesi için her yılkinden çok daha güçlü bir kampanyanın sürmekte olduğunu görürsünüz.

Kampanyaya mektuplarıyla katılanlar arasında çok sayıda Amerikan senatör ve kongre üyesi de var. Bu da 2 numaralı gözlemimizi destekler nitelikte bir gelişme.

***

5- Soğukkanlı olmalıyız. Elimizdeki en büyük koz, süper güç Amerika'nın önümüzdeki 15 yıl içinde uluslararası terörizmi ve uyuşturucu kaçakçılığını aktif olarak silme yönünde bir Başkanlık Kararı (Executive Desicion) almış olmasıdır.

Siyasi düzeyde bunlar olurken yine Avrupa'da ‘Polis Çalışma Grubu (Police Working Group)’ diye bilinen ve bütün Avrupa Birliği'ne üye ülkelerle Norveç ve İsviçre'nin polis şeflerinin bir araya gelip istihbarat paylaştığı, altı ayda bir yenilenen resmi işbirliği toplantıları yapılmaya başlandı.

Avrupa Birliği'nin polis destek kurumu olan Europol, ocak ayında grubun gündemine resmen esrar, araba ve insan kaçakçılığıyla mücadelenin yanı sıra uluslararası terörizmle mücadelede işbirliği yapılmasını da sokacak. Türkiye buna konsantre olmalı.

Bu yönde girişimler yapılırken hukuk savaşı da soğukkanlılıkla sürdürülmeli, özellikle de İşkenceye Karşı Sözleşme Anlaşması'nın ilgili maddelerinde ‘İşkenceye bulaşmış bir insan eğer o sözleşmeyi imzalayan bir ülkenin topraklarında bulunuyorsa suçlanan kişi hakkında O ÜLKEDE dava açılmalıdır’ hükmünün bulunduğu da unutulmamalıdır.



Yazarın Tüm Yazıları