Basınç odası sadece dalgıca lazım değil

Dalgıç sudan hızlı çıkarsa eklemlerinde ve damarlarında oluşan azot felç ve ölüme varan sonuçlar doğurur.

Vurgun yemek olarak bilinen bu durumun tek kurtuluşu basınç odasıdır.

Vurgun yiyen dalgıç hızla hastaneye yetiştirilir, basınç altında yüzde 100 oksijen verilerek azottan arındırılır.

Clup Flipper’ın sahibi Ahmet Bayer’e bu tedavi zamanında uygulanamadığı için şimdi boynundan aşağısı tutmuyor.

İşin ilginci Türkiye’nin dalış merkezlerinin hiçbirinin yakınında basınç odası bulunan bir hastane yoktur.

Kuzeyde en gözde dalış merkezleri olan Saros, Ayvalık, Bozcaada, Assos’a en yakın basınç odalı hastane İstanbul Çapa’dır.

Diğer üç basınç odası ise İzmir, Antalya ve Bodrum’da.

Ama gördük ki, Bodrum’da basınç odası olması da fayda etmiyor, onu çalıştıracak adam yok.

Bu yüzden de 52 yaşındaki Bayer, belki de bir daha ayağa kalkamayacak.

Dekomprasyon hastalığı denilen vurgunun semptomları su yüzeyine çıktıktan 15-20 dakika sonra uyuşma, karıncalanma olarak görülmeye başlanır.

Ahmet Bayer de, bu süre içinde eşi Sinem Bayer’e telefon açarak "vurgun yediğini, iyi olduğunu, Bodrum’da basınç odasına gittiklerini" bizzat söylüyor.

Nereden bilsin basınç odasının çalışmayacağını...

Dalışların en yoğun olduğu yaz sezonunda Bodrum gibi bir dalış merkezinde çalıştırılamayacak da ne zaman çalıştırılacak bu basınç odası merak ediyorum...

Üstelik bu basınç odaları sadece vurgun yiyen dalgıçların tedavisinde kullanılmaz.

Şeker hastalarının damar tıkanıklığında ve yanık tedavilerinde doku iyileştirmede de kullanılır.

Yani basınç odaları dalış camiasından çok daha geniş bir kitleyi ilgilendiriyor.

Diğer taraftan 25 yıllık bir dalgıçın 53 metrede (sportif dalışlarda limit 40 metredir) tüpünün bitmesi, body’sinin (birlikte daldığı arkadaşı) bırakıp gitmesi de akıl alır gibi değil.

Akla bir tek dalış bilgisayarının olmadığı, uygun ekipman kullanılmadığı ihtimalleri geliyor...

Ama bunların hiçbiri basınç odasını çalıştıracak adam bulundurmama suçunu hafifletmez.

Senar’ın vedası

Kulüp Rakı, bu akşam Sepetçiler Kasrı’nda, yaşayan en büyük Türk Musikisi Sanatçısı’nı iki yıl aradan sonra hayranlarıyla buluşturuyor.

Bu aynı zamanda Müzeyyen Senar’ın sahnelere vedası...

Ben de bir Müzeyyen Senar hayranıyım ama hiç kendisini sahnede izlemedim.

O son kez çıkacak, ne yazık ki ben ilk kez izleyeceğim.

Kont’la evlenen lady değil kontes olur

Lady deyince herkesin aklına Güngör Bayrak’tan başkası gelmiyor.

Programın sunucusu Hıncal Uluç için de durum geçerli.

Ayşe Özyılmaz’ın sorularını yanıtlarken, "Güngör Bayrak bir Fransız kontu ile evlenerek leydi oldu" diyor. Hıncal Ağabey karıştırmış olmalı çünkü kontla evlenen kontes olur, leydi olmaz.

Osmanlı’da lady unvanı yoktur

Lady meselesini karıştıran sadece programın sunucusu Hıncal Uluç değil.

Jürinin kafası tamamen karışık!

Geçenlerde Cemil İpekçi, Kuşadası’nda yaşayan Hanzade adlı Osmanlı soyundan bir hanımefendiyi ’lady’ yaptı.

Yonca Ebuzziya da tebessümle onayladı.

Peki Osmanlı aristokrasisinde leydi unvanı var mıdır?

Erkan Özerman
’la laflarken bu mevzu açıldı, onun ağzından aktarayım.

Leydi gibi prens-prenses, kont-kontes, mark-markis, baron-barones gibi unvanların hiç biri Osmanlı’da kullanılmadı.

Sadece "şehzade" ve "sultan" unvaları vardır.

Anneniz soyluysa "beyzade" veya "hanım sultan" olursunuz.

Hanzade meselesine gelince...

Jüri üyeleri muhtemelen İzmir ve Kuşadası’nda oturmuş, Padişah Vahdettin’in ilk eşinden olan kızı Hümeyra Hanım Sultan’la karıştırıyor.

Hümeyra Hanım, geçtiğimiz senelerde vefat etti.

Hanzade ise Sultan Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’ın üç kızından ikincisinin adıdır.

Bu karışıklık da gösteriyor ki, bir televizyon oyununda gerçek soyluların adlarını kullanmak sakıncalıdır.

Hem Osmanlı’ya olmayan bir unvanı getirirsiniz hem de isimler karışır.

Kulaktan dolma bir kaç ismi kullanmak ve gerçek unvanları bilmeden ahkam kesmek, seyircinin kafasını karıştırmaktan ileri gitmez.
Yazarın Tüm Yazıları