Babama mektup

Pakize SUDA
Haberin Devamı

Sevgili babacığım

Uzun bir aradan sonra sana tekrar yazıyorum. Neler olup bittiğini merak ediyorsundur; girizgâhı uzatmadan hemen havadislere geçiyorum.

Üç aylara girdik babacağım. Yok! Recep Şaban Ramazan değil, sözünü ettiğim ‘‘seçim ayları.’’ 18 Nisan'da seçim var. Hazırlıklar başladı, adaylar belirleniyor, nabızlar yoklanıyor, genel merkeze karşı şirinlik muskaları takılıyor. Bu sefer yereli, geneli birarada yapıyoruz. Koyu pembe kaldırımların sökülüp yerine açık pembelerin düşenmesi ihalesini kime verileceğini tayin edecek olan belediye başkanıyla, çete mensuplarıyla telefonda sohbet edebilecek hoş sohbet milletvekillerini aynı gün seçeceğiz.

Seçime katılan partilerin isimleri sana yabancı gelebilir. Çoğu değişti, ancak mensupları pek değişmedi. Sen bırakıp gittiğinde henüz vaadlerini yerine getirme fırsatı bulamamışlardı, hâlâ bulamadılar. Bir bulsalar, enflasyonu düşürecekler, işsizliği yok edecekler, Türkiye'yi ileri ülkeler seviyesine getirecekler ama, biz mazoşist bir toplum olduğumuz için onlara bu fırsatı vermiyoruz. Onlar da her dört senede bir söylemlerini tekrarlayıp duruyorlar. Haa! Bir dakika, günahlarını almayayım, değiştirdikleri bir şey var. Seçim şarkıları. O senenin popüler şarkılarına kendilerini öven yeni sözler yazdırıyorlar, sonra bu şarkılarla donattıkları seçim minibüslerini Türkiye'nin dört bir yanına salıveriyorlar; artık vur patlasın çal oynasın o güne kadar. ‘‘Ne beste yapmışım be!’’ diyen şarkının sahibi,‘‘Elim kırılsaydı da yapmasaydım’’ diyecek hale geliyor.

Bazen partilerarası şarkı muharebesi oluyor. Hatta bu yüzden mahkemelik olanlar bile var. Bu sene 21 parti katılıyormuş seçimlere, kimbilir ne kıyametler kopacak. Gerçi hepsine yetecek kadar şarkı var ama takdir edersin ki aralarından necip partilerimize yakışır popülaritede 21 tane bulup çıkarmak zor. Mesela bu sene ‘‘Neremi neremi’’ şarkısı için kapışacaklarını sanıyorum ama bence bu şarkı partilerden çok vatandaşa yakışır. Vatandaş bu sefer önceden bilmek isteyebilir neresine ne olacağını. Neyse, bu seçim işini günü geldiğinde daha detaylı anlatırım.

Gelelim diğer haberlere. Barış Manço'yu kaybettik babacığım. Ah! Meğer ne çok seveni varmış, bu yaşa geldim kimsenin arkasından böyle yas tutulduğunu görmedim. İnan ki Atatürk'ten sonraki en kalabalık cenaze töreniydi. Şöyle bir hafızamı yokladım, halkın bu kadar çok sevdiği, gerçek bir sanatçının bir tek şarkısına rastladım mı radyolarda ya da televizyonlarda, ya da bir gazete sayfasında onu öven bir tek satıra? Yok, rastlamadım. Herkese soruyorum, kimse duymamış, görmemiş maalesef.

Barış Manço, Türkiye'nin ona verdiği değeri öğrenemeden öldü. Beterin beteri var tabii, değeri ölümünden sonra bile anlaşılamayabilirdi. Hiç olmazsa yakınları gördüler. Şimdi bütün korkum ‘‘Barış'ı anlamak’’, ‘‘Barış'ı sevmek’’, ‘‘İzindeyiz Barış'ım’’, ‘‘Barışçılık’’, ‘‘Barışizm’’ türünden sloganlarla onu gerçekten sevenleri küstürmeleri.

Şimdi ‘‘Kültür elçimiz’’ diye yere göğe koyamadığımız Barış Manço'nun tam da kültür elçiliği yaptığı programlarını reytingi düşük gerekçesiyle yayından kaldırdık, yerine yarışmalar koyduk. Sen şimdi ‘‘Eh, halkın bilgisine bilgi katmak, kültür seviyesini sırtlamak da fena sayılmaz’’ diyeceksin. Evet, doğru ama bu yarışmalar bildiğin gibi değil babacığım, bizi aşıyor, engin bilgi ve sezgi gerektiriyor. Bu bilgileri edinmek de kolay iş değil, akşama kadar ‘‘Padişah TV’’nin önünde konuşlanacaksın.

Yarışma şöyle: Önce iki kelime on harften oluşan soruya, 21 tane sessiz harften hangilerinin isabet ettiğini tahmin edeceksin, sonra da sesli harflerin yokluğuna rağmen onun HAM ÇÖKELEK olduğunu bileceksin. Bu arada bir adam, devamlı olarak başında lak lak edip kafanı karıştıracak, aynı anda başaşağı eğilip çarkı çevireceksin. Durumu düşünebiliyor musun babacığım? Başın aşağıda bir elinle bir gözün çarkta, diğer gözün panoda, kulağın M.Ali'de. Bu arada iki afete bakacak göz kalmıyor, zaten onlar da yarışmacılar için değil, seyirciler için orada bulunuyorlar. Manken geldi ekrane, kutuyu döndürmek bahane.

Cevabı bildin diyelim, sunucu seni ite kaka, çeke kovalaya bir odaya götürüp yatağın üzerine atıyor, beraber sallanıp yuvarlanıyorsunuz, hâlâ akut bel fıtığı olmadıysan kalkıp hediyeni alıyorsun.

Bir yarışma daha var, kadrosu pek kalabalık. Yüzlerce kız cıvıldaşıyor orta yerde, kapılardan giriyorlar, kapılardan çıkıyorlar, bir telaş bir kıyamet. Bu yarışma diğerinden daha zor. Çünkü soru açık ve net bir şekilde sorulmuyor. Diyelim ‘‘Kışın üstümüze ne giyeriz?’’ gibi bir soru tevcih edilecek yarışmacılara. Yarışan iki gruptan birer kişi sunucunun yanına geliyorlar. Sunucu deyince, bir de insan vücudu simetrik değildir derler. Güya iki göz, iki kulak, hatta ağzın sağ ve sol yanı bile farklılık gösterirmiş. Kim demişse halt etmiş, adamın et benleri bile simetrik. Nerede kalmıştık? Soru ‘‘Kışın üstümüze ne giyeriz’’ değil mi? Bunu katiyen böyle sormuyor, ayvanın bolluğundan başlıyor, karın beyazlığı ile devam ediyor, sen bu arada ne sormak istediğini anlayıp karşındaki yarışmacıdan önce butona basacaksın. Senin anlayacağın babacığım burada yarışmacının zeki ve çevik olanını seviyorlar.

Yine santimim sütunum doldu. Yeni haberlerde buluşmak üzere hoşçakal babacığım.

mış muş köşesi

Sigaraya yenilmişiz.

Kim demiş? Esas o bize yeniliyor. Kaderi bizim iki dudağımızın arasında değil mi? İkişer nefeste yok etmedik mi binlercesini?

İngiltere'de eşcinsel vekil partiden atılmış.

Adamlar haklı, aslının gördüğü işi vekil yapabilir mi?

Yunanlı bir bilimadamı insan hücresi enjekte ettiği fareden insan spermi elde etmiş.

Farelerle pek yüzgöz olduğumuzun siz de farkında mısınız?

Baykal, ‘‘Bıçak kemiğe dayandı’’ demiş.

Durumun vahametini anlamamız için hangi kemik olduğunu bilmemiz lazım. Kemik ayaktan başlıyor biliyorsunuz.

Apo bütün dünyayla saklambaç oynuyormuş.

Yalan! Öyle olsa sobelemek için ortaya çıkardı. Körebe oynuyor, gözünde bant olan bizler, ortada rahatça dolaşan o.

Yazarın Tüm Yazıları