Ayşe'nin gözlüğü

Orient-Express kalkıyorAffınıza sığınarak satırlarıma başlıyorum.Çünkü ben döndüm.Bir süredir değerli yazılarımdan, değerli fikirlerimden, kısacası benden (yani komplekslerimden, zaaflarımdan, heyecanımdan, korkularımdan, zaman zaman sersemliğe varan saflığımdan, şişman kedimden, elbetteki zayıf annemden, bitmez tükenmez meraklarımdam, ipe sapa gelmez sorularımdan ve sorunlarımdan) yoksun kaldınız. Bunun sizin için kolay olmadığını biliyorum. Anlayacağınız üzere hem bunun için affınıza sığınıyorum. Hem de ne yazık ki bundan sonra, yine bana katlanmanız gerektiği için.Yani tüm o saydığım şeylere.Bu da kolay değil, inanın size yürekten hak veriyorum.***Özür dileyip, hak verdikten sonra izninizle bir de teşekkür etmek istiyorum. Biz Türkler hep böyle yapar ama yine de kafamızın dikine gideriz, değil mi? Ben zaten dik başlı olmadığımı hiç söylemedim.Bir adet dik başlı kadın olarak, ya da siz hangi tanımı benim için uygun görürseniz, şimdi teşekkür faslına geçiyorum:Değerli gazeteme bir süre de olsa bana yazı yazmama imkanı verdiği için teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. Hep tersi olur, ama bu sefer düzü çok iyi geldi, ama bu bir tatil değildi, yani kesinlikle yan gelip yatmadım, sadece aynı anda fiş ve telefon kablosu bulamadım, ama yine de gözlerimi kocaman kocaman açıp (bir de gerekli gereksiz yerde ağzımı!) bilgi ve kültürümü arttırmak için canla başla uğraş verdim. Ve sizi temin ederim gittiğim yerin altını üstüne getirdim.Altı bana kaldı.Üstü size geri dönecek.Kimbilir, günün birinde belki altı da döner.Bir teşekkür de, 2-8 Eylül'ü benim için unutulmaz kılan Vista Turizm'cilere. Hem bana katlandıkları için, hem de açıkçası beni davet ettikleri için. Yoksa ben hayatta Orient-Express'le seyahat etmek için 5000 dolar veremezdim. Deli miyim? O paraya ev düzerdim. Konuyla alakası yok ama benim hiç o kadar param olamıyor biliyor musunuz, bunu da piyasanın hareketlendiği şu günlerde belirtmek de fayda görüyorum.***Başıma gelenleri, yaşadığım o muazzam tecrübeyi tanımlamak için sıfat bulmakta zorlanıyorum. Kelime hazinem, okuduğum kitap sayısı, bildiğim yazarlar, birikim ve deneyimlerim, anlıyorsunuz beni değil mi, kısa kalıyor, gördüklerimi, duyduklarımı, hissettiklerimi anlatmaya benim boyum yetmiyor. Şimdi olağanüstü desem, büyüleyici desem, sıradışı desem, sarsıcı desem, hafsalanız almıyor, zaten hafsala denilen bir şey de sonunda kalmıyor diye eklesem, inanın yavan kalıyor, sanırım tanımlamaya çalıştıklarımı anlayabilmek için bizzat başınızdan geçmesi gerekiyor.Hem Orient-Express'le yolculuk etmeniz...Hem de Çetin Altan'la tanışmanız gerekiyor.Açıkçası hangisine değmek, tanımak, hissetmek, tecrübe etmek benim için daha değerliydi bilemiyorum.Sanırım ikisi bir arada çok iyi gidiyor.Ama yine de benim kişisel tarihime, 22 yıl aradan sonra ilk defa İstanbul- Venedik arasındaki 2577 kilometreyi, iki muhteşem şehri (Bükreş Budapeşte), altı ülkeyi, dağları ve nehirleri kateden o tren Çetin- Express olarak kaydedilmiş bulunuyor. Yanlış anlaşılmasın asla yolculuk çetin geçtiği için değil, (aksine tren çok rahat, müthiş konforlu, üstelik ödenen o binlerce dolara değecek ölçüde lüks, yemekler muazzam, yataklar rahat, beş yıldızlı oteller halt etmiş, gerçi bu konulara yarınki yazımda değineceğim) Çetin Altan'ın varlığı Orient-Express'in bile üzerine geçtiği için.Dolayısıyla Orient-Express seyahatine davet edilen diğer gazeteciler gibi ben de kendimi inanılmaz şanslı hissediyorum.Kolay mı?Hem ağladım.Hem ciğerlerim çıkana kadar güldüm.Hem de büyüdüm.Sanki askere gittim, anasını satayım!Sevgilim bile dönünce, ‘‘Sana ne olmuş kamyon çarpmış gibi duruyorsun?’’ dedi. Düşünün artık. Çünkü o bir deha. Hem de tartışmasız. Ve bir dehayla tanışma şerefine erişmek her dünyalıya nasip olmuyor. Tanrıların katında, dehaların kalp kırması da mübah sayılıyor.Bakın inanın, ben değil, yazı kayıyor...Ama şimdi tutuyorum.Hem kendimi, hem yazıyı.Ve başlıyorum Orient-Express'i, bugünlük yerimin yettiği, dilimin döndüğü, dönen dilime beynimin yetiştiği ölçüde anlatmaya. Zaten benim çenem düşük biliyor musunuz, beynimle ağzım arasındaki mesafe de kısa, (kimbilir belki aklımda!), başıma ne geliyorsa zaten ondan geliyor.Arkası yarına...Üstelik Sebati Karakurt'un muazzam fotoğraflarıyla.***Başıma gelebilecek hem en iyi, hem en kötü şey.En iyi, çünkü hala olağanüstü, tıkır tıkır işliyor, görenlerini, o ilahi sesini dinleyenleri ihya ediyor. En kötü, çünkü ne yazık ki eski, tıkır tıkır işlese de, siz kabul etseniz de etmeseniz de, müthiş bir nostalji olmaktan öteye gidemiyor, artık böyle yaşanmıyor.Demek istiyorum ki, o artık tescilli bir hatıra. (1)Demek istiyorum ki, o artık bir efsanenin hayaleti. (2)Çünkü zaman değişiyor.Ama çok saçma... Aynı zamanda, hala her yerde, imgesi dolaşıyor, sadece imgesi değil, kendi varlığı da (2). Bir yanılsama olsa da. Haksızlık! Oysa, bir zamanlar yolculuk sanatının en ileri noktasıydı, ama gelin görün ki, o zaman da, dünya başka bir dünyaydı, mesafeler daha uzundu, yoktu öyle tuhaf isimli uçaklarla, üç saat içinde Londra-New York uçabilmek, kıtaları, ülkeleri binlerce kilometreyi küt diye katedebilmek. Şimdi var. Ve bu onun suçu değil. Hüzünlenmek de benim.Kaynaklar(1) Jean es Cars'ın (çeviri Nur Deriş Ottoman) Orient-Express: Avrupa ile Asya arasında bir köprü adlı yazısı(2) Demir Özlü'nün P Dergisi'nde yayınlanan Orient-Express'le ilk yolculuk adlı yazısı.
Yazarın Tüm Yazıları