Allah için ve Allah yerine

Yaşar NURİ ÖZTÜRK
Haberin Devamı

Varolşçu felsefenin babalarından biri olan Sartre, insandan bahsederken ‘‘İnsan, Tanrı olmak için savaşan bir varlıktır’’ diyor. Sonsuzlukla arasına gerilen ipe çıkıyor Sartre, fakat yürüyemiyor, düşüyor. Parça varlık olduğunu, bütünün yerini alamayacağını fark edemiyor ve en büyük erişin kapısından geri dönüyor.

İpin oluş ve ölüş çizgisi haline getirilişinin kader noktasını, 19. yüzyılın büyük sufi düşünürü Kuşadalı İbrahim (ölm. 1845) çok güzel yakalamıştır. Diyor ki: ‘‘Enel Hak kelamından 'ene maal Hak' kelamı evladır.’’ Günümüz diliyle şu demek: ‘‘Ben Hak ile beraberim sözü, 'Ben Hakkım' sözünden daha değerli ve erdiricidir.’’ Kurtuluş, ‘‘Allah olmak’’ta değil, Allah ile beraber olmaktadır.

Evet, insan büyük güçlerle donatılmıştır, ama yine de ‘‘bütün’’ değildir, külli varlık değildir; parçadır, sonludur. O halde, içindeki sonsuzluk tohumunu sonlu varlığına nispet etmek yerine koptuğu bütüne bağlamayı seçmesi daha akıllı ve mutlu bir yol olacaktır. Kur'an bu noktanın altını, kendine özgü söz güzellikleriyle çizer. İnsana Allah olamayacağını, bu yolla yücelmeye kalkmasının kendini batıracağını ısrarlı bir biçimde söyler, ama insanı basit bir ‘‘şey’’ olarak da görmez. İnsana der ki; Sen ilah olamazsın ama ‘‘ilahi’’ olabilirsin ve olmalısın. (Áli İmran, 79) O halde, mahrum olduğun şeyi elde etmeye zaman harcamayı bırak da mahrem olduğun şeyi elde etmek için didin!

Kur'an, insana: ‘‘Allah'ın yardımcısı ol’’ (Saff, 14) emrini veriyor ve devam ediyor: ‘‘Eğer Allah'a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayağınızı sağlam basmanızı sağlar.’’ (Muhammed, 7) Sonsuzluk yolu yürünecektir. İnsan bunu, koptuğu bütün olan sonsuzluk sırdaşı ile yürümek yerine, onu devreden çıkararak yürümek ahmaklığına düştüğünde başına bin türlü belayı kendi eliyle sarmaktadır. Sonsuzluk sırdaşı, insana ‘‘şah damarından daha yakın’’ olduğunu söylüyor. (Kaf, 16) Yol incedir, uzundur! Aşık Veysel'in güzel deyişiyle, ‘‘gündüz-gece’’ yürümeyi gerektirir. İnsana ne oluyor da böylesine hassas dengelerin gerekli olduğu bir yolda can yoldaşını, şah damarından daha yakın dostunu dışlamak, onun yerini almak küstahlığına girişiyor! Akıl işi midir bu! Mevlana Celaleddin, bu yanılgının nelere mal olacağını iğneli bir ifadeyle şöyle duyurmuştur insana: ‘‘Efendilik hırsına düştün de kulluğun onurunu yitirdin.’’ Din dilinde ‘‘kulluk’’ (ubûdiyet) denen bu oluş tavrı, nasipsiz beyinlerin sandıkları gibi bir zavallılık değildir. Kur'an bunu, Yaratıcı dışındakilere boyun eğmemek için Yaratıcı ile sürekli ve samimi beraber olmak anlamında tanıtır. Parça bir varlık için bir boyun eğme kaçınılmaz olduğuna göre, bunun Yaratıcı'ya olmasını yeğlemek gerekmez mi?

Yolu Allah ile yürümekle Allah'ı dışlayıp onun yerine geçerek yürümeyi birbirinden ayırmanın ölçüsü de verilmiştir Kur'an'da. Sonsuzlaşmaya aday insan, bir başka deyişle ‘‘akıllı’’ insan, Allah için iş yapan insandır, Allah yerine iş yapmaya kalkan insan değil. Yola ve yoldaşa ihanettir Allah yerine iş yapmaya kalkmak. Yaratan-yapıp eden kudret sana ‘‘halifelik’’ vermiş, seni kendine ‘‘yardımcı’’ seçmiştir. Şimdi sen kalkıp onun yerini almak istiyorsun; onurla bağdaşır mı bu?

Kur'an bize şunu da göstermiştir: Allah yerine iş yapmaya kalkma ihaneti sadece Allah'ı kabul etmeyenlerin tavrı değildir. Tam aksine, bu ihanetin en zehirlisini sergileyenler, din paravanı kullanan maskeli yolvurucular içinden çıkar. Bunun içindir ki Kur'an'ın yaklaşık dörtte biri din temsilcilerinden şikâyetten oluşur. Din, mutluluk ve güzelliğini, Allah için iş yapanlara sunar. Tarih içinde dini kahır, karanlık, kan ve didişmenin motor kurumu haline getirenlerse, Allah'a yaranmak yaftası altında Allah yerine iş yapmaya kalkan engizisyon zebanileridir. Bunlar her dinde değişik adlarla tezgâhlar kurarlar. Onun bunun dinini-imanını yargılayanlar, işte bunlardır.

Nihayet, Kur'an şu noktaya geliyor: Allah yerine iş yapmaya kalkmanın belirgin şekli, Allah'ın tekelindeki dinde, nefsini veya putlaştırdığı birini hüküm sahibi yapmaktır. Bunun daha açık ifadesi şudur: Allah için iş yapmak, yani gerçek din, vahyin sunduğu ‘‘kutsal’’a saygıyı esas alır; Allah yerine iş yapma küstahlığı ise din adına sürekli ‘‘kutsal’’ üretir. Bu kutsal üretimidir ki, rahmet ve mutluluk kaynağı olan dini, sonsuzluk yolunu tıkayan bir engel haline getirerek kitleleri perişan eder.

Konumuzun, Müslüman vicdanlar için pratik anlam ifade edecek ölçüsünü de verelim: Allah için iş yapmak, dini, Allah'ın kitabına yani Kur'an'a teslim etmektir. Din ve dindarla Allah'ın kitabı arasına bir yığın kavram, kurum ve kişi putunu sokanlarsa, Allah yerine iş görmeye kalkan örtülü şirk bezirgânlarıdır.













Yazarın Tüm Yazıları