Yani tamam, arada bir sevdiğiniz albümü koyarak ömür boyu da yaşayabilirsiniz. Ama benim bahsettiğim, uyku, tuvalet, yemek gibi zamanları düştükten sonra kalan zamanın tümünde Pink Floyd dinlemek...
Mesela ben size bu işi 6 ay süreyle yapan birini tanıyorum desem, ne cevap verirsiniz. Bana böyle birinden bahsetseler cevabım herhalde ‘‘Hangi sanatoryumda yatıyor arkadaş?’’ olurdu.
Fakat var böyle biri ve ben de gayet iyi tanıyorum.
Hürriyet'in hafta sonu gazetelerini ve Tarih ekini yapan, aynı zamanda müzik sayfalarını da hazırlayan Sanlı Ergin, abartmıyorum 6 ay süreyle Pink Floyd dinledi.
Normalde bir insan bu sürenin sonunda demin de dediğim gibi ya tıbbi müdahaleyle topluma kazandırılabilir ya da hırkasını asasını filan alıp dağlara vurur kendini di mi?
Yok! Sanlı bu sürenin sonunda, Babylon'da Pink Floyd gecesi yaptı. Zaten 6 aylık Pink Floyd rejimi uygulamasının sebebi de buydu.
Ben yanına uğradığım anlarda bile fenalaşıyordum ama o ne çelik iradeymiş ki, dayandı bu duruma.
Bu arada hemen belirteyim. Meselenin Pink Floyd'la çok alakası yok. Yani 6 ay süreyle kimi dinlersen dinle ruh halin yağda fazla bekletilmiş paçanga böreği kıvamına gelir.
Bu 6 aylık süreçte, 5'inci kat ekibi olarak biz de zorlandık açıkçası. Çünkü sayfalar adamın odasında yapılıyor. Giriyorsun Pink Floyd, çıkıyorsun Pink Floyd.
Haydi ben iki dakika geyik yapıp çıkıyorum. Ya zavallı editörlere ne demeli. Bir bölümü üçüncü ayın sonunda başladıkları müsekkin takviyesiyle tamamlayabildi bu süreci.
Bir arkadaşımız, gecenin bir vakti ‘‘Ben bir tuğlayım. Evet evet, ben sadece duvarda bir tuğlayım’’ diye nöbet geçirdi hatta.
Hemen tuvalete yolladık tabii; yüzünü yıkasın da biraz açılsın diye.
Gecenin dj'i arkadaşım olmasa, normal şartlarda beni bir Pink Floyd partisinin (Veya Depeche Mode, Nick Cave, İsmail Türüt... sayın işte aklınıza kim geliyorsa) 5 kilometre yakınından bile geçiremezsiniz.
Fakat gittik tabii partiye.
Ben boş olur diye düşünüyordum. Fakat içeriye tanıdıkları aracı yaparak filan girebildim. Bu arada ‘Fenalaşan olur diye bir çuval soğan alıp, yarım yarım kestirmiştim. Onu getirdim ben aslında’ gibi kötü bir espri yaptım girişte ama anlamadılar.
Biletler tükenmiş. Kalabalık konusunda fikriniz olsun diye söylüyorum; gelenler arasında Prof. Dr. Osman Müftüoğlu bile vardı.
Hatta bir arkadaşımız ‘‘Ben şimdi gidip özel bir detoks programı sorayım mı?’’ dedi, diğer bir arkadaş sektirmeden çaktı voleyi: ‘‘Oğlum seni detoks programı kesmez, belediyeden vidanjör iste.’’
Bu arada kitle Pink Floyd'a tamamen hakim. Sanlı bir ara, değişiklik olsun diye Pink Floyd yerine Roger Waters'ın solo albümünden bir parça koyunca halk ‘‘Biz Pink Floyd için gelmiştik’’ diye hafif yollu tepki bile göstermiş. Pes vallahi!
Neticede ‘‘Ayıp olmasın 10 dakika uğrayalım’’ diye takıldığımız partide 2 saat durduk.
Şimdi beni yeni partinin korkusu sardı. N'olur Gary Moore gecesi olmasın, n'olur Moody Blues gecesi olmasın, n'olur Meat Loaf gecesi olmasın, n’olur...
Bonnie & Clyde'ı kaçırma vatandaş
BİR süre önce CNBC-E'de ‘‘Pink Flamingos’’un oynayacağını, kült mertebesine erişmiş bu tuhaf filmi midesi sağlam olmayanların seyretmemesi gerektiğini yazmıştım.
Kanal, tabii anlaşılır nedenlerden dolayı filmi makas darbeleriyle bir kuş formatına soktu ve yayınladı. Bazı okuyucular da ‘‘Eeee, n'oldu usta midem filan bulanmadı benim’’ diye tepki gösterdi.
Şimdi önereceğim filmi herkes seyredebilir. Herkes derken, şiddet filan var filmde, onu söyleyeyim.
CNBC-E önümüzdeki hafta içi süper bir seri yapıyor. Zaten iyi filmler seçiyorlar da, bu hafta hakikaten şık olmuş.
Pazartesi ‘‘Beyond Rangoon’’, salı ‘‘Cadillac Man’’, perşembe Spielberg'in belki de en iyi filmi olan ‘‘The Color Purple’’, cuma gecesi de süper gerilim filmi ‘‘Misery’’ var.
‘‘Çarşamba ne oldu usta? Sel filan almadı inşallah’’ diyenler olacaktır. Onu ayrı tuttum. Çünkü çarşamba gecesi Bonnie and Clyde var.
Size belki daha sonra, Warren Beatty'nin bu filmi çekebilmek için yaptıklarını anlatırım. Çok süper hikayedir. Faye Dunaway daha yıldız adayı...
Müthiş bir film. Kan, ter, gözyaşı. Bir de ‘‘Raindrops Keep Falling On My Head’’ çalıyor tabii.
Kaçırmayın, üzülürsünüz.
Kötü Kitap-İyi Kitap
ERDİL Yaşaroğlu, pek az insana nasip olan, müthiş bir espri gücüne sahip. Tanıtmama, anlatmama gerek yok. Sanırım, herkes biliyor Komikaze'yi. Son olarak Penguen'de takip ediyoruz. Gary Larson'ın ‘‘Far Side’’ını hatırlatan harika karikatürleri arasında bugüne kadar boş olanına rastlamadım.
Hem o kadar üreteceksin, hem de kaliteyi düşürmeyeceksin. Benim anlamama hakikaten imkan yok bu durumu.
Erdil daha önce de karikatürlerini kitapta toplamıştı. Şimdi sekizinci kitabı çıkardı: ‘‘Kötü Kitap.’’
Alın bence ilaç niyetine... En sıkıntılı anlarda bile bir şekilde güldürüyor.
299 tane Erdil karikatürü de güldüremiyorsa, tedavi olmayı düşünün.
Köprü'süz 10 yıl geçmiş
VAY be! Galata Köprüsü yanalı 10 sene olmuş. Hayatımızın bir bölümünü geçirdiğimiz o enteresan mekanın yok olduğuna inanmak bazen hálá zor gelirken, olayın üstünden 10 yıl geçmesi haliyle ağır geliyor. Kemancı Zeki, her yıl eski Köprü için bir anma gecesi düzenliyor. Bu yıl da 16 Mayıs'ta Kemancı'da toplanılacak yani.
Köprü deyince, isteseniz de istemeseniz de o günler geliyor aklınıza. Sorumlulukların az, akılların beş karış havada olduğu o hızlı zamanlar... Bizim kuşağın bohem hayatı o Köprü'de yaşandı desem yeridir. O kadar değişik insan, birbirini o Köprü'nün altında nasıl buldu hálá merak ederim. Boğaz'ın dibini karış karış bilen Dalgıç Kadir de takılırdı, Erkin Koray da. Kafayı Kropotkin'le kırmış teorisyen anarşist bir masada otururdu, görev icabı mekana takıla takıla Led Zeppelin'in hastası olmuş sivil polis diğer masada. Oysa çoğumuz Köprüaltı denildiği zaman aklına önce Kemalettin Tuğcu'nun kitabı gelecek şekilde formatlanmış insanlardık. Annelerimiz, ‘‘Köprüaltı'na takılıp da serseri mi olacaksın?’’ diyerek büyütmüştü bizi. Nispeten doğru bir tespit olduğunu söyleyebilirim bugün. Önceleri, Köprü'ye Eminönü tarafından girince, Haliç'e bakan bölümde, merdivenin altındaki dükkana takılırdık. Zülfü Livaneli, Melike Demirağ, Ruhi Su filan çalardı. Başka şeyler dinleyen çocuklardık biz ama o tuhaf ambiansı seviyorduk. Sonra bir gün Zeki, Kemancı'yı açtı. Kemancı da başta benzer şeyler çalardı. Ama daha sonra arz-talep dengesi gerçekleşti ve Kemancı bir rock bar'a dönüştü.
Piknik tabir edilen ve bira fıçısının üstüne tepsi koymak suretiyle elde edilen masalarda yaşananları anlatsak, Erkin Baba'nın tabiriyle ‘‘Zamanın aklı durur...’’
Köprü yandıktan sonra hiçbirimizin hayatı aynı olmadı. Çok sık düşünürüm, ‘‘Köprü yanmasaydı nasıl gelişirdi hayat’’ diye. Bunu bilmek imkansız. Her neyse... 16 Mayıs'ta Köprü'yü anacağız netice itibariyle. O akşam birbirimize sorarız bu soruyu da. Ya, bu arada ‘‘Eeee, Köprü yine var’’ diyen de çıkacaktır. Orası yeni Köprü, altından akan su da artık başkalarını ilgilendirecek. Karıştırmayalım olur mu güzel kardeşim.