305 numaralı kapı







Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Hani insan bilir ya...

Sabah uyandığında, daha o ilk anda, gözlerini aval aval açıp, tavana baktığında...

Bugün kötü geçecek!

Bu cümleyi kulağımıza fısıldayan kim?

Bu kararı veren kim?

Dün aynı yatakta uyandım ben, böyle değildim.

Bugün niye kötü geçecek?

*

Kötü uyandığımız için mi o gün iyi geçmez, yoksa o günün iyi geçmeyeceğine dair içimizde bir his olduğu için mi kötü uyanırız?

Sabahın köründe, günün fotoğrafı çoktaaan çekilmiş midir?

O fotoğrafı çeken hep biz miyiz?

Deklanşöre basan hep biz miyiz!

*

Yemin ederim, bu sabahki fotoğrafı çeken ben değildim.

Bu sabah ben uyandığımda deklanşöre çoktan basılmıştı.

Günün fotoğrafı aslında netleşmemiş bir Poloroid gibi elimdeydi.

Ne yaparsam yapayım, o fotoğraf değişmeyecekti.

Türkçesi, benim günüm kötü geçecekti.

*

Peki ya siz?

Siz bu işlere ne dersiniz?

Semboller ve işaretler sizin için ne ifade eder?

Mesela paltonuzu vestiyere bıraktığınızda elinize tutuşturulan o küçük metal anahtarlığın üzerindeki 4 rakamı dikkatinizi çeker mi?

Garsonun sizi 4 numaralı masaya oturtması aklınızı çeler mi?

Ve aynı anda yemekte 4 kişi olacağınızı hatırlamanız size bir şeylerin habercisi gibi gelir mi?

Yemeğin sonunda 4 numaralı masada kavga çıktığında, bunu tahmin etmeliydim diye düşünür müsünüz?

Bir gün içinde bu kadar tesadüf çok fazlaydı der misiniz?

*

Uzun zamandır görmediğiniz birinin ayak sesleri kafanızın içinde...

Ona sormak istediğiniz bir şeyler var. Ve siz gün, o saatte olmamanız gereken bir yerdesiniz. Öylece dolanıyorsunuz. Fırfırlı gömleklere filan bakıyorsunuz. Vakit öldürüyorsunuz. Onbeş dakika önce de orayı terk edebilirsiniz ama etmiyorsunuz...

Sokağa adımınızı atar atmaz da, o kişiyle burun buruna geliyorsunuz!

Ne bu?

Kim bastı yine benden habersiz bu deklanşöreeeeee!

*

O masaldaki kızın, yere attığı ekmek parçacıkları gibi işaretler mi var, etrafımızda? Fotoğrafın bütününe ulaşmak için onları izlemek, onların peşinden mi gitmek gerekiyor? Yoksa insan beyni, hayatı daha anlamlı daha sofistike kılmak için tüm bunları uyduruyor mu?

*

Simyacı'yı o yüzden sevmiştim. Amin Maalouf'un bu türden çektiği numaralar da hoşuma gidiyor. Havana'da Nacional Oteli'nin kahvaltı salonunda onun Semerkant'ını okurken, karşıma adamın kuzeni çıktı. Arkadaş olduk, olacak şey mi?

Gerçek hayatta ya da romanlarda sıkı yalan söyleyenler beni ihya ediyor. Ben uydurukçuları seviyorum. Anlatılan şeylere kendimi o kadar kaptırıyorum ki, gerçek olup olmamasının önemi kalmıyor. Can sıkıcı, gri, metalik gerçekler yerine, vay be dedirten yaratıcı yalanları tercih ediyorum. Ve yalancıları. Ama ağzında yalanın yuva yaptığı insanları değil. Onlar başka. Kendini kurtarmak için söylenen yalanlardan sözetmiyorum, sanatçı yalancılar var. Uyduruken, bir gerçeği deforme ederken, olayı müthiş bir renk çümbüşüne çeviriyorlar.

Onlar, hayatı güzelleştiriyorlar.

*

İşte onlardan biri. Bir erkek. Yeteri kadar ünlü zaten, adının verilmesini istemiyor. Onu ne zaman görsem, dünyanın en acayip şeylerini anlatıyor. Haliyle insanın hoşuna gidiyor. Ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu beni hiç ilgilendirmiyor.

İşte 305'in öyküsü başlıyor...

*

Antalya'da bir otel.

Herkesin eline oda anahtarları tutuşturuluyor. Bizim ki, anahtarına bakıyor: 305. Ertesi gün aynı ekip Alanya'ya geçiyor. Haliyle farklı bir otel, farklı bir oda. Ama nedense kalacağı odanın numarası yine aynı: 305.

Tesadüf diyor ama kafasının bir yerine de 305'i kaydediyor.

Ertesi gün bir telefon geliyor, uzun zamandır beklediği, aslında hayatı boyunca beklediği bir yayıncı onunla görüşecek. Acilen Fransa'ya gitmesi gerekiyor. Hooop İstanbul'a uçuyor. Çantasını hazırladığı gibi Atatürk Havalimanı'na gidiyor. Her yere geç kalan biri, koştururken, sürekli şu anosları duyuyor: ‘‘TK bilmem kaç no'lu Paris uçağının yolcuları 305 numaralı kapıya...’’

İşte diyor.

İşte ya...

O kapıdan geçtim mi herşey yolunda gidecek.

Hayatım olmasını istediğim gibi olacak.

Ama ne oluyor?

305 rakamıyla zerre kadar ilgilenmeyen bir dolu insan o geçitten geçip uçağa biniyor, bizimki polis kontrolünde takılıp kalıyor. Pasaportunda bir sorun olduğu söyleniyor ve o gün Paris'e uçamıyor.

Oysa uçsaydı...

Paris'te Saint Germain'de bir otelin 305 numaralı güzel küçük balkonlu bir odasında kalacaktı. Halbuki ertesi gün, pasaportundaki sorunu hallettikten sonra, başka bir kapıdan Paris uçağına biniyor ve Saint Germain'de kaldığı otelin oda numarası 307 oluyor.

Kader, kayar mı?

Kader, seksek oynar mı?

Bilmiyorum.

*

Bildiğim...

O gün, kuzey garında bir çevirmenle buluşup birlikte yayınevine gidecekleri. Buluşma noktasına gidebilmek için metroya biniyor ama inemiyor. Çünkü ani şeker düşmesi yaşıyor, Türkçesi şeker koması, çevirmeni orada yüz metre ötesinde görüyor ama yerinden kıpırdayabilmesi mümkün değil.

Gözünü açtığında tren durmuş, o yerde yatıyor, yüzünde oksijen maskesi var. Sedyeye koyup ambülansa taşıyorlar. Çevirmen hala onu orada beklerken, bizimki jilet gibi siyah elbiselerinin içinde hastanenin yolunu tutuyor.

Kolun kaldırıp, çevirmene heeey ben buradayım demek istiyor, ne mümkün!

O karambolde yayınevine teslim edeceği yılların emeğinin bulunduğu siyah çantası da kayboluyor...

*

Yok hayır, öykünün bundan sonrası daha kötü devam etmiyor.

Şimdi bunları gülerek anlatıyor.

Ve başına gelenleri 305'e bağlıyor.

Bütün aksilik o gün o 305 numaralı kapıdan çıkamamasında...

Çıksaydı bunların hiçbir olmayacaktı...

Ama çıkamadı.

Şimdi Paris'te kaybettiği çantanın bir gün ona geri döneceğine inanıyor...

HAMİŞ: Bu yazının çok daha vurucu bitmesi için şöyle bir son gerekiyor. ‘‘305 numaralı kapı’’ yazısının öykü bölümü tam 305 kelimeyle yazılmıştır. Saymaya kalkarsanız en azından paranoyak olup olmadığınızı anlamış olursunuz...

Yazarın Tüm Yazıları