Zeynep Atikkan: Normali aramak

Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

Akşam, Kadıköy vapurunun dağılma saatleri.

Meydandaki seçim otobüsünden çirkin, detone bir erkek sesi yükseliyor. Berbat bir ses düzenlemesiyle çevreyi gürültü kirliliği kaplıyor. Hangi parti olduğu önemli değil zaten kimsenin kafasını kaldırıp da baktığı yok.

Önümde yürüyen karı koca konuşuyor.

Genç kadın soruyor:

Nerede görülmüş böyle kepazelik?

Eşi yanıt veriyor:

‘Herhalde Mozambik’te.

Son günlerde pekçok kişinin şikayet ettiği ‘seçimlere duyulan coşkusuzluk ve ilgisizlik’i aslında çok iyi açıklayan bir dialog bu.

Bana göre son derece olumlu.

Oturmuş demokrasilerde haykırışlara, böğürtülere ve de sünnet çocuğu gibi dolaşan siyasetçilere genelde büyük bir ilgi duyulmaz. Bu ilgisizlik de kesinlikle depolitizasyon anlamına gelmez.

Mesut Yılmaz'ın beğendiği ‘sessiz çoğunluk’ tanımına pek uygun düşen bu çiftin 1999 seçimlerinde Türk insanının genel eğilimini yansıttığını düşünüyorum.

Otobüslerden, televizyonlardan haykıranlar pek farkında değiller ama seçmen üçüncü dünyalı refleksleri terk etmek istiyor.

Kimilerinin ilgisizlik diye yorumladığı bu eğilim aslında sükûnetin, normalliğin arayışı. Kaldı ki büyük çoğunluğu denenmiş liderlerin ve kadroların peşinde kitlelerin kendilerini yerden yere atmalarını beklemek de biraz gülünç oluyor.

Kendi yaşamı giderek daha ayırımlı hale gelen birey, anlamsız bir gürültü patırdı içinde yutulmayı içine sindiremiyor.

Bu arada siyaset, günlük yaşamda ‘kimlik yaratma’ aracı da değil artık. En azından öyle algılanmıyor.

Militan grupların dışında kalan geniş kitleler için yaşam çok daha parçalı çok daha bölümlü. Bir bölüm diğeri üzerinde egemenlik kurmuyor. Kuramıyor. Demek istediğim daha modern bir birey dolayısıyla daha modern bir seçmen var artık sandık başında. Demokrasilerde kitleleri ancak ‘değişimler, yeni umutlar ve yeni heyecanlar’ coşturur. İngiltere'de Tony Blair hareketi gibi.

Yoksa birer kötü slogan ve de cızırtılı bir pop parçasıyla insanların salkım saçak sokaklara dökülmelerini beklemek çok yanlış.

1999'da toplumun duyarlılık noktalarını iyi anlamak gerekiyor.

1991 seçimleri, Türkiye'deki siyasal islam açısından bir dönemeçti.

1995 seçimlerinin tonunu ‘adil düzen’i pazarlayan Refah Partisi verdi. RP dışındaki Türkiye, seçime umutsuz girmişti.

1999'un Türkiye'sinde görülüyor ki eski RP'nin adil düzeni, yeni bir coşku dalgası yaratacak güçte değil. 1995 seçimlerinin umutsuz kitlesi ise bu seçimde ‘Fazilet’in belini kırma' hedefine sarılmış durumda.

Bu boyutuyla 1999 da yeni bir dönemeç Türkiye için.

Bu durumda coşkusuzluğu da sakin bir bilinçlilik diye okumak daha doğru.

* * *

Seçim kampanyasıyla ilgili masamın üstüne gelen çok sayıda bülten, rapor, kamuoyu yoklaması ve fakslar arasında özellikle dikkatimi çeken bir bağımsız aday var. Ankara birinci bölgeden aday Turgut Babür Sarıfakioğlu.

Sarıfakioğlu'nun diğerlerinden en önemli farkı, kampanyasını finanse ediş tarzı. Tanesini üç yüz bin liradan sattığı, kendi deyişiyle umudu simgeleyen pembe mumlarla kampanyasını finanse ediyor. Kampanyadan artan parayı da Ankara'daki dört devlet üniversitesinde okuyan kırk başarılı öğrenciye seçimlerden sonra burs olarak dağıtmak niyetinde. Partilerin seçim kampanyalarını kimin finanse ettiğini sorabildik mi bugüne kadar? Bu da bir temel demokrasi zaafı.

Bu adayın, seçmene verdiği söz de çok anlamlı; ‘Bağımsız seçilip, dönemi bağımsız tamamlayacağım’ diyor.

Coşkusuz diye nitelediğimiz seçimin ilginç renkleri bunlar.



Yazarın Tüm Yazıları