Paylaş
İskandinav ülkelerinden binlerce turist çekiyor. Almanlar da var ama İngilizler krizden elini ayağını çekmişler Bulgaristan’dan..
Kentin arkası ormanlar, doğal su kaynakları ve göllerle çevrili. Türkiye’deki Istranca Dağları’nın uzantısı olan ormanların içinde dört gölün en önemlisi, Avrupa’nın göçmen kuşlarının geçiş noktası Via Pontica da burada... Kuşların göç hareketleri sonbaharda yüzlerce kişi tarafından izleniyor. Eylülün başında Türkiye üzerinden leylek sürüleri gelecek, sıcak coğrafyalara göç etmek üzere...
Modern mimari örnekleri yanında 19. yy. başlarından kalma iyi korunmuş tarihi yapılar, kente ayrı ‘şirinlik’ kazandırıyor. Küçük sokakları, eski evleri ve özel bahçeleri nedeniyle birçok şair, yazar ve müzisyene ev sahipliği yapıyor. Belki bu nedenle Burgas’a ‘romantik kent’ denmesi boşuna değil.
Bizim yazma maksadımız başka... Karadeniz’e hâkim bir noktada geniş bir park içinde ‘Deniz Gazinosu’nun bünyesindeki, Balkan coğrafyasının en önemli tarihi kültürünü oluşturan Trakların ‘Antik Altın Hazineleri’ sergisini gezmek.
TRAK UYGARLIĞI
31 Ağustos’ta kapanacak sergi temmuz başından beri tanıtılıyor; buna rağmen etkili bir kampanya yürütülmediği anlaşılıyor.
Bir günlük Burgas gezisini, Mehmet Diktaş’la yaptık. Osmanlı madalyaları ve nişanları konusunda geniş bilgiye sahip olan Çorlulu sanayici-idaşamı Diktaş’ın bir başka merakı da var: Trak uygarlığı... “Traklar, şimdiki Bulgaristan ve Romanya topraklarından bizim Trakya bölgesinde Karadeniz ve Marmara kıyılarına yakın Vize ve Çorlu’ya, hatta Kütahya’ya kadar kadar geniş bir coğrafyada uzun yıllar egemenlik kurmuşlar. Bulgarlar, ‘Traklığa’ çok önem veriyorar; belki de bundan ötürü bazı tarihçilerin iddia ettikleri gibi ‘Orta Asya soylu’ olmaktan uzak durmak istiyorlar.”
Traklar yükseklerde yerleşirken; alçaklardakileri izlerlermiş; Hintlilerden sonra ikinci kalabalık ‘milletmiş’... İri beyaz atlarıyla hem savaşçı, hem asil ve gururlu..
Avrupa’ya tarımı taşımışlar, beyaz iri... Ve gül sever bir nesil.
Isparta’nın gül tarımı ile ünlenmesinin Balkanlar’daki göçlerle başladığını da söylüyor Diktaş...
Ülke içinde 6 Trak müzesi bulunuyor; bir sürü de kral ve asillerin mezarları var. Bizim Trakya bölgesinde ise bütün antik alanlar talan edildiğinden birkaç höyükten başka bir şey bulunmuyor.
NASIL BİR ZENGİNLİK
Traklar, bu topraklarda 60 yüzyıldan fazla egemenlik sürdürmüşler ve adlarını bırakmışlar. Trakların en önemli boyu ‘Odrysians’lular sayılıyor.
M.Ö. 5’inci yüzyılda bölgeyi himayelerine alıp en bilinen güçlü Trak Krallığını kurmuşlar. (Pazarcık-Sofya yolunda Otluk Köyü’nde bulunan) Panagyurishte altın hazinesi 8.12.1949 tarihinde tesadüfen üç erkek kardeş tarafından
çalıştıkları seramik fabrikası için Meriç (Marisa) Nehri’nden kil çıkarırken bulunmuş; iki metre derinlikte parlayan objelerle karşılaşmışlar. Nehrin 1000 metre tortuları arasında çıkan ‘hazine’nin varlığını Bulgar arkeolog Peter Goranov dünyaya duyurmuş. Traklara ait antik altın takılar nedeniyle Bulgaristan’a ‘Hazineler ülkesi’ diyenler de var.
HAZİNE Mİ KRİZ Mİ
Ekonomik durum bozuksa ‘Hazineler’ bir işe yaramıyor. Bulgaristan’da da aynı durumda. 23 Ekim’de cumhurbaşkanlığı seçimi ve yerel seçimler var.
Türkler yerel seçimlerdeki eski gücünü koruyabilecek mi?
(Not: Yaklaşık nüfusu 250 bin olan ancak yazları 500 bine yükselen Burgas, Dereköy sınır kapısına 85 km... Türkiye’ye gelirken Dereköy’e 8 km uzaklıktaki Malko Tırnova köyünde, üç müzeyi gezebilir, orada şirin Bildnik lokantasında yemek yiyebilir, gerekirse buradaki pansiyonlarda kalarak av yapabilirsiniz.)
Afrika insanının sefalet kökenleri
HAYRİ Yıldırım “Afrika insanının sefalet kökenlerini” araştırmış; bu konuda ‘Sömürgeci Batının Barbarlık Tarihi (c. 1, Kum Saati Yay. 2011) adlı bir de kitabı var. “Bugünlerde Afrikalı insanın sefaleti gündemde oldukça yer tutuyor. Medya bir-iki fotoğraf ve bir-iki duygusal cümle ile bu sefaletin yüzeysel haberlerini yapıyor. Ama kimse bu sefaletin tarihsel kökenlerine inmiyor” diyor.
“Oysa” diyerek konunun derinliğine iniyor:
“Afrikalı siyah insanın bu günkü sefil hali, sinekler uçuşan görüntüsünün kökenleri ve sebepleri; ‘barbar Batı’nın 350 yıllık köle ticareti ve sömürgeciliğidir. Afrikalı insanın yüzyılımızdaki sefil halinin sorumlusu Batı emperyalizmidir. Hıristiyanlık adına yaptığı öteki düşmanlığıdır.
Eğer bu sefaletten bahsedilecekse bu gerçekler ile bahsedilmelidir; yok eğer Batı’ya ayıp olacağı düşünülüyorsa, kendi halkını bilgisiz bırakmak daha ayıptır.
Peki, Afrika niçin böylesine geri kalmıştır? Afrikalı çok tembel diye mi? Yoksa zekâsı çok geri diye mi? Ama buna karşılık dünyanın en iyi sporcuları ve müzisyenleri oradan çıkmaktadır!
Başında sinek uçuşan ve karnı şiş ama zayıf gariban Afrikalı çocuk imajı, aslında geçmişteki köle ticaretini gizlemeye çalışan oryantalist sunumdur! Böylece Afrikalının zavallılığı, ilkelliği telkin edilmek istenilmektedir! Yani içinde bulundukları gerilik ve ilkellik kendi suçlarıymış gibi bir ima yaratılmak istenilmektedir! Oysa; günümüzdeki bu durum biraz da geçmiş yüzyılların sonucudur. Çünkü Afrika, 350 yıldır köle ticaretine uğramış ve adeta yok edilmiştir. Bu köle ticaretinde, tüm toplumsal yapılar çökmüş, insanlar hayattan ümitlerini kesmişlerdir. Bazen birbirlerini satmışlardır. İşte bu 350 yılın sonunda çöken bir psikolojik ruh ile Afrika bu duruma gelmiştir.
Luraghi, Afrika olayına, XVII. yy’nin Almanya’sını örnek göstererek, Almanya 30 yıllık savaş sonunda çökerken, 350 yıllık bir köle ticareti savaşında bir kıtanın ne olacağını düşünün demektedir:
KÖLE TİCARETİ
“Afrika’nın çökmesine hâlâ hayret etmek gerekir mi? Avrupa’da, uygar ve kültürlü XVII. yüzyıl Almanya’sında, bir halkı ilkel barbarlık düzeyine indirmek için 30 yıllık korkunç bir savaş yeterli olmuştu. Ordular, yağmalayarak, ırza geçerek, işkence ederek bu talihsiz ülkeyi baştan başa eziyorlardı. Sonunda, birçok köy boşaldı ya da kurtların yaşadığı yerler haline geldi; şehirlerin halkları ya toptan yok edildi ya da dağıtıldı; sefalet, cahillik, yozlaşma derecesi baş döndürücü bir hızla arttı; yamyamlık olayları (gizli kalan ve kuşkusuz sayıca daha fazla olanları hesaba katmasak bile) çeşitli yerlerde görüldü. 30 yıl değil 350 yıllık köle ticaretinin Afrika’yı karanlıklara gömdüğü, insanları ormanlara ya da çöllere sürüklediği, onları ilkel hayata indirgeyip yamyamlığa sürüklediği için şaşkınlık duyabilir miyiz?
Portekizliler 350 yıl önce geldiklerinde (Nijerya kıyılarındaki) Benin güçlü bir ülkeydi; burada pek az köle ticareti yapıldığını ve ülke halkının çok ilerlemiş olduğunu Portekizlilerin kendileri söylemişlerdi. Köle ticareti Benin’i alçalmanın en alt basamağına indirdi.”
Paylaş