Preveze’den İzmir’e

30 Ağustos zaferinin ardından bütün Türkiye’nin düşman işgalinden kurtuluşunun 100’üncü yılındayız. Preveze Deniz Zaferi ile başlayan Akdeniz’deki Türk egemenliği ise sadece 33 yıl sürmüştü.

Haberin Devamı

Preveze’den İzmir’e

Preveze Deniz Savaşı - Eylül 1538. Ressam Ohannes Umed Behzad, 1866. Deniz Müzesi.

Eylül ayında aklıma standart olarak gelen birkaç şey var. Birincisi, eylülde denizin kazandığı pırıltıdır ki yıllar boyunca yazdım. Hürriyet’in arşivinde de var mutlaka. Diğerleri, 30 Ağustos ulusal zaferinden sonra batıdaki kentlerimizin tek tek düşman işgalinden kurtuluşu ve tam bağımsızlığa doğru hızla yol alışımız. Çok değil, 100 yıl oldu henüz. Son nokta da İzmir kuşkusuz. Yazının ilerleyen bölümlerinde İzmir’e geleceğiz yeniden. Diğer konu ise Türk denizcilik tarihinin önemli iki sayfası. Biri Preveze, diğeri İnebahtı. Gerçi İnebahtı Deniz Savaşı ekim ayında ama olsun, eylül-ekim birbirinden çok da ayrılan aylar değil, birlikte hatırlanmaları, ders çıkartmak, ibret almak için önemli. Üstelik ne zamandır denizcilik tarihimize değinmiyorduk, bu vesileyle açığı bir nebze kapatmış olalım.
Evet Preveze ve İnebahtı... Tarihimizin iki büyük deniz savaşı. Fakat biri zafer, diğeri hezimet. Üstelik aralarında sadece 33 yıl var. 600 yıllık Osmanlı’da, 33 yıl gibi kısa bir zaman içinde ne değişmiş olabilir ki zaferden hezimete yol alındı? Gelin bu yazıda bu önemli dönüm noktalarını hatırlayalım.

Haberin Devamı

KOSKOCA BİR SULTANPreveze’den İzmir’e

Ünlü Türk denizcilerini sayalım dediğimizde hepimizin ağzından çıkacak ilk isim kuşkusuz Barbaros Hayreddin Paşa olur. Kızılsakal (Barbarossa) lakabını aslında sakalı gerçekten kızıl olan ağabeyi Oruç Reis’ten alan ve gerçek adı Hızır olan Hayreddin Reis, Oruç kadar kızıl olmayan, kahverenginin ağır bastığı çalı sakalıyla İstanbul’a gelene kadar “Türk denizciliği” diye bir şey vardır var olmasına ama varlık gösteremiyordu. Etkisi olan, güçlü, yenilmez Türk denizciliği, Barbaros Hayreddin’in İstanbul’a gelişiyle başlar; yani 1533’te.
Hayreddin Paşa İstanbul’a geldiğinde, sadece Akdeniz’de büyük nam salmış biri değildi, aynı zamanda ağabeyiyle birlikte oluşturdukları Cezayir sultanlığının reisi idi. Barbaros, İstanbul’a, Kanuni Sultan Süleyman ile görüşmeye veya onun bayrağı altına girmeye geldiğinde sadece yetenekli bir denizci değildi yani, basbayağı Cezayir Sultanı idi. 1546’daki vefatına kadar Osmanlı’ya hizmet etmeyi tercih etti. Yani ömrünün son 13 yılını. Bundan önceki 55 yılını kendisi ve sultanlığı için yaşamış, Akdeniz’e korku salmıştı. Cezayir’de okunan hutbeler Barbaros Hayreddin’in adınaydı, Osmanlı hanedanının adına değil. Bu görkem ve güçle geldi Barbaros İstanbul’a. Peki neden rahat Cezayir Sultanlığı’nı bırakıp 55 yaşında böyle bir şey yaptı? Çünkü hemen karşı kıyıdaki İspanya, Yeni Dünya’dan kan ve katliamla temin edilen altın ve daha ziyade gümüşle çok güçlenmiş, geleneksel kadırga denizcilerinin başa çıkmakta zorlandığı dev ve teknolojik açıdan çok üstün gemiler yapmaya, silahlar üretmeye başlamıştı. Başındaki Kutsal Roma İmparatoru Beşinci Karlos (ya da Şarlken), Osmanlı’nın en büyük düşmanı haline gelmişti, malına ve insan gücüne büyük zarar veren Berberî korsanlarının çanına ot tıkamaya da kararlıydı. Artık güç birliği yapmak gerekiyordu ve elbette bu güç birliğinin ismi belliydi: Osmanlı.

CEZAYİR EKOLÜ

Haberin Devamı

Cezayir, geçmişten beri Kuzey Afrika’nın bu bölgesini mesken tutmuş korsanların üssüydü ve Avrupalılar tarafından Berberî Korsanları olarak adlandırılan bu kalabalık ekibin merkeziydi. Ömrü denizde geçen korsanlar, elbette denizciliğin her şeyini öğrenir, teknelerle adeta dans ederlerdi. Yelken, kürek, halatlar, dümen ve tekneye dair her şey onların birer uzvu gibi olurdu. Avrupalıların gemilerini ele geçirir, mallarını yağmalar, içindekileri esir eder, eğer fidye almaya değecek soylu/zengin birileri varsa saklayıp fidyesini ister, yoksa hepsini esir pazarlarında satarlar, bazılarını da kendileri için ayırırlardı. Batılı korsanlar aynı şeyi yaptıklarında bunu “eşkıyalık/haydutluk”, Türk korsanlar yapınca “gaza” olarak değerlendiren tarih anlayışı bir tek bana mı fazla öznel geliyor, bilmiyorum. Farklılıklar elbette vardır ve olmalıdır ama kimse de çıkıp Barbaros kardeşlerin ve tüm Kuzey Afrika korsanlarının bu işi “sadece din adına” yaptığını ileri süremez. Öyle olsaydı hazinesi altınla dolup taşan sultanlıklar kurulmaz, özel bayraklar dalgalandırılmazdı. Geçmişe safça ve saf tutarak bakmamak gerek.
Denizciliklerinin üstünlüğü ise tartışılmaz. Öyle tartışılmaz ki, Barbaros döneminden yaklaşık bir asır sonra denizcilikle ilgili en önemli eserlerimizden birini, Tuhfetü’l-Kibâr fî Esfâri’l-Bîhâr’ı yazan, (Deniz Seferleri Hakkında Büyüklere Armağan) büyük hayranı olduğum Kâtip Çelebi, verdiği öğütlerin ilk sırasında şunu dile getirir (Günümüz diline uyarlayarak aktarayım): “Kaptan kendisi korsan değilse, denizcilik ve deniz savaşları konusunda korsanlara danışıp onları dinlesin, kendi kafasına göre iş tutmasın.” Bunu söylemesinin en büyük nedeni kuşkusuz, birazdan kısaca ele alacağımız İnebahtı hezimetidir. Ama korsanlığın övülmesindeki neden ise Türk denizcilik tarihinin altın sayfasını oluşturan, “Cezayir Ekolü” diye adlandırılabilecek bu korsanların üstün denizcilikleridir.
Türk denizcilik tarihinin parlayan hemen bütün evlatları, işte bu ekoldendir. Barbaros başta olmak üzere, 1565’te 80 yaşındayken Malta kuşatmasında hayatını kaybeden Turgut Reis (Turgutça), asıl adı Giovanni Dionigi Galeni olan Uluç (sonradan Kılıç) Ali ve daha pek çok korsan denizci Barbaros kardeşlerin Cezayir sultanlığındandır. Yani denizcilikleri Cezayir ekolüdür.

Haberin Devamı

Preveze’den İzmir’e

İnebahtı Deniz Savaşı - Ekim 1571. Britanya Ulusal Deniz Müzesi.

HIZIR REİS’İN ESERİDİR OSMANLI DONANMASI

1533’te İstanbul’a gelerek derhal harekete geçen Hızır Hayreddin Reis, tersanedeki başıbozukluğu ve rüşvetle daha da katlanan israfı görür, duruma el koyar, işleri düzeltir ve kısa sürede gerçek ve yetkin bir Osmanlı donanması ortaya çıkartır. Önceden elbette Osmanlı donanması vardır ama yerli-yabancı tarihçilerin ortak görüşüne göre bir isimden daha ziyade “gücü” olan Osmanlı Donanması, Barbaros Hızır Hayreddin Paşa’nın eseridir.

1534’te 84 gemi İstanbul’dan yeni Kaptan-ı Deryâsı ile ayrılır, Tunus alınır, İtalya kıyıları yağmalanır, Avrupa korkunç Türk denizcilerinin öyküleri ile çalkalanır. İşte bu noktada Akdeniz, adeta bir Türk Gölü haline gelir. (Daha önce “Akdeniz Hiçbir Zaman Türk Gölü Olmadı” başlıklı bir yazı yazdığımı hatırlayanlar olacaktır. Buradaki ifade çelişkili gelebilir ama değil. Zira “adeta” dedim. Eğer Akdeniz, metaforik olarak değil fiilen bir Türk Gölü “olsaydı”, birkaç yıl içinde korkunç bir Haçlı donanması hazırlanıp, buluşup, Preveze’de Barbaros’un üstüne çullanamazdı. Hoş çullandılar da bir şey mi oldu? Elbette hayır. Eğer Akdeniz gerçek anlamda Türk Gölü “kalsaydı”, Preveze’den sadece 33 yıl sonra yine korkunç bir donanma, İnebahtı’da Osmanlı donanmasını yok edemezdi. “Türk Gölü” sözü, metaforiktir, Türk egemenliğini, Osmanlı hâkimiyetini bildirir, ama bu hâkimiyet mutlak değildir.)

Haberin Devamı

ŞARLKEN’İN ÇOCUKLARI

Bu hâkimiyet üzerine (kısaca ele alalım) 1538’de Avrupalılar hazırladıkları Haçlı donanması ile Türklerle karşılaşır. Andrea (Barbaros’un diliyle: Anderya) Doria’nın beceriksizliği ama daha çok Barbaros’un denizcilik ve stratejik dehası ile Preveze’den kaçarak uzaklaşan bu donanmanın yenilgisi, “Denizlerin Sultanı” unvanının haklılığını pekiştirir. Barbaros’un 120 parça gemisi, 302 parçalık Haçlı donanmasını resmen kovalamıştır denizden. Avrupa artık her anlamda korkmaktadır. Şunun şurasında daha 9 yıl önce Viyana Türkler tarafından kuşatılmıştır, şimdi aynı Türkler denizde Avrupa’nın kolunu kanadını kırmaktadır.
Fakat 1546 Temmuz’unda, Preveze zaferinden 8 yıl sonra Barbaros Hayreddin Paşa Boğaz’daki yalısında vefat eder ve önceden yaptırdığı yine Beşiktaş’taki türbesine gömülür. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1566’daki vefatına kadar denizlerin başına (kaptanıderyalığa) becerikli kişiler getirilir. Fakat Sultan Süleyman da gidince, işler değişmeye başlar!
Avrupa’nın bu olumsuz değişimden haber yoktur tabii. Bu nedenle Papa V. Pius, 8 Mart 1570’te Şarlken’in oğlu İspanya Kralı 2. Filip’e şunları yazar: “Hristiyanlık aleminde Türk kuvvet ve kudretine karşı tek başına mukavemet edebilecek hiçbir hükümdar mevcut olmadığına ve ancak bütün Hristiyan hükümdarlarının olanca kuvvetlerini birleştirdikleri taktirde Türklere mukavemet mümkün olabildiğine kani olduğumuz için, Osmanlı azamet ve gururunu yıkmak üzere tekmil Hristiyan hükümdarlarının ittifakı mutlak bir zaruret hükmündedir.”
O ittifak oluşur.
Yine Şarlken’in bu kez gayrı meşru oğlu olan Avusturyalı Don Juan’ın başkomutanlığında İnebahtı’da karşılaşır Avrupa kuvvetleri. Osmanlı Donanması’nın başında, Kapudan-ı Derya Müezzinzade Ali Paşa vardı. Burada kısa bir parantez açalım.

Haberin Devamı

PİYALE YERİNE MÜEZZİNZADEPreveze’den İzmir’e

Devir, Sultan Süleyman’ın oğlu II. Selim’in devridir. Veziriazamı Sokollu Mehmet Paşa, karadaki işleri ve siyaseti iyi yönetmektedir. Ama bir hata yapar. (Padişah da pek oralı olmaz zaten.) Büyük denizci Piyale Paşa, kaptanlığı sırasında ele geçirilen Kıbrıs’tan alınan ganimetler konusunda Sokollu’yu memnun edememiş ve görevinden azledilmiştir. Üstelik Sokollu, Piyale Paşa’yı kendisine sadaret rakibi görmektedir. Bu yüzden Piyale Paşa’nın yerine, ne yazık ki “adamı” Müezzinzade Edirneli Ali Paşa’yı getirir. Ali Paşa sadece bir yeniçeri ağasıdır (küçümsediğim için söylemiyorum. Denizle ilgisi olmadığı için söylüyorum) ve ne deniz savaşı görmüşlüğü vardı ne denizciliği!
Donanmada, Cezayir ekolünden kahraman Uluç Ali Paşa, koskoca Barbaros Hayreddin’in oğlu Hasan Paşa, yine aynı ekolden Piyale Paşa gibi, anasından denizci doğmuş deneyimli ve bilgili reisler dururken, yeniçerilerin arasından çıkıp, deniz savaşı nedir bilmeyen Müezzinzade’nin Kapudan-ı Deryalığı, felaketle sonuçlanır. Uluç Ali’nin önerilerini dinlemeyip donanmayı yanlış yönlendiren Müezzinzade, koskoca donanmanın yok olmasına sebep olur. İlk yok olanlar arasında Müezzinzade Ali Paşa ve Serdar Pertev Paşa’nın gemisi vardır. (Müezzinzade de ölür, başı kesilip bir mızrağa takılır.) 3 bin Osmanlı askeri şehit düşer. Yalnızca Uluç Ali Paşa’nın kumandasındaki 30 gemi kurtulur. Bu olayın hemen ardından da Uluç Ali, Kaptan-ı Deryalığa yükselir. Ama artık “adeta Türk Gölü” olmaktan da çıkmıştır Akdeniz.
Yenilginin nedeni, hiç kuşkusuz siyasettir! Adamcılık! Liyakatsizlik! Sevgili Kâtip Çelebi, Tuhfetü’l Kibar’daki öğütlerinden bir diğerinde de şunları söyler:
“Komutanlar düşmanın durumunu yoklayıp iyice anlasınlar. Karşı koymaya güçleri yetse bile eğer barış mümkünse savaşa kalkışılmasın. Kalkışılırsa da yolunca, yordamınca savaşılsın. Komutanlar bizzat savaşa girmesinler, yerlerinde durup askeri yönetsinler. Eğer bozgun olur, ümit kesilirse ister istemez bir tarafa çıkmak da hünerdir. Bir komutanın ölmesi/esir alınması, askerin kırılmasından daha zararlıdır. Hele deniz savaşları sakın ola ki kara savaşlarına benzetilmesin, komutanlar savaş yöntemlerini tarihlerden ve kitaplardan öğrensinler.”

Preveze’den İzmir’e

Fahrettin Altay komutasında İzmir'e giren ilk birlikler. 9 Eylül 1922'de sadece İzmir değil, bütün ülke düşman işgalinden kurtuldu.

İZMİR DEĞİL BÜTÜN TÜRKİYE

Avrupa, asırlar sonra bir kez daha dener şansını. Gemilere doluşup Anadolu’ya gelirler, çıkarlar karaya, katliamlar yaparlar. Türk yurdunu paylaşmak, Türkleri geldikleri Orta Asya’ya geri göndermektir niyetleri. Asırlardır süren korku dinmiş, İnebahtı ile başlayan gerileme, işte asırlar sonra yok oluş noktasına gelmiştir ve böyle bir durumda yeryüzünün en güzel yerlerinden oylan Anadolu, elbette güçlü olanlar tarafından paylaşılmalıdır.

Preveze’den İzmir’e
Türk ordusu İzmir Kordon'da. Tarih 9 Eylül 2022.

Ama ne talihsizlerdir ki burada da Mustafa Kemal vardır. Yeryüzüne gelmiş en büyük dâhilerden biri olan Mustafa Kemal Atatürk. 30 Ağustos’taki büyük zaferin ardından işgalcileri süpürüp, faraşını Ege’ye boşaltmaktadır işte “Sarışın Kurt”.

Preveze’den İzmir’e

Tüm zamanların en büyük dahilerinden Mustafa Kemal Atatürk, bizim en büyük şansımızdır.

İzmir, bütün işgalcilerin gerçek anlamda denize döküldüğü son noktadır. Bu nedenle 9 Eylül, sadece İzmir’in değil, bütün Türkiye’nin düşman işgalinden kurtuluşudur! Aynı zamanda yenilmişliğin, ezilmişliğin, ihmal edilmişliğin, liyakatsizliğin, kadının yok sayılışının, kula kulluğun, cehaletin, köhneliğin, çürümüşlüğün de denize dökülüşüdür 9 Eylül. Bu nedenle İzmir, her 9 Eylül’de bütün Türkiye’nin kalbinin attığı yerdir.

Nice gururlu 9 Eylüllere...

(OKUMA ÖNERİLERİ: Padişahın Amirali Barbaros Hayreddin, Ernle Bradford, Doğan Kitap; Türk Korsanları, Orhan Koloğlu, Tarihçi Kitabevi; Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk.)

Yazarın Tüm Yazıları