Kül kedisinin terliği

Binlerce yıldır bu terliğin sahibini arıyoruz. Aslında o terlik hepimizin!

Haberin Devamı

Kül kedisinin terliği

Ayakkabı Cinderella'ya uyuyor. Ressam Jean Antoine Laurent. 1818

Ünlü Kül Kedisi veya özel ismiyle Cinderella (Sindirella. Bizdeki çeviri adı, bir sindirim sistemi musibeti gibi geliyor kulağa. Ya da İtalyan işi, sindirim sistemine iyi gelen çikolatalı bir ürün.) masalını hemen hepimiz biliriz, duymuşuzdur. Mutlu mesut yaşayan varlıklı bir aile vardır. İyi kalpli bir anne, çok iyi ama silik bir tip olduğu sonradan anlaşılan epey zengin bir baba ve bir de güzeller güzeli kızları Cinderella. Önce anne ölür, baba da başka bir kadınla evlenir ama kadının önceki evliliğinden olan iki de kızı vardır. Bu kızlar kibirli, çirkin ve kötü kalplidirler ve kötü kalp, analarının ustalık alanıdır! Bu üvey ana ve kızları, Cinderella’yı kıskanmaktadırlar ve baba evde yokken ona kötü davranırlar ama iş henüz çığırından çıkmamıştır. Cinderella da çok sevdiği babasını üzmemek için olan biteni nedense gizler! Üvey üçlü, ikinci evlilik yoluyla amaçlarına ulaşmış, güzel bir köşke, bol paraya kavuşmuşlardır. Derken varlıklı ve iyi baba da ölür. Cinderella tek başına kalır! Üvey ve kötü üçlü, Cinderella’yı hizmetçi gibi kullanmaya başlarlar. Durmadan bulaşık, çamaşır ve ocak işleri yaptığı, üstü başı kül içinde kaldığı için de ona Kül Kedisi denir.

Haberin Devamı

İYİLİK YA DA BALODA SAHTECİLİK

Bir gün ülkenin prensi, eş bulmak için bir balo düzenler, tabii ki gıcık üçlü gider ve çok güzel olan Cinderella’lı evde bırakırlar. Kül Kedisi ağlar, karşısına iyilik perisi çıkar, sihir yapar, kabaktan araba, farelerden at falan yapar, biraz da elbise, ayakkabı ayarlar ve Kül Kedisi’ni baloya gönderir. Tek önemli nokta, büyünün gece yarısında bozulacak olmasıdır ve Cinderella’nın o saatten önce balodan çıkması gerekir. Ne hikmetse Kül Kedisi’nin ayakkabıları camdandır. Hiç kuşku yok ki prens bey bir tek Cinderella’ya ilgi gösterir, herkes onu kıskanır, kıskananlar çatlar, üvey üçlü bile baloda oldukları ve onu gördükleri halde tanıyamazlar. Sindirella, büyünün son kullanma saatini hepten unutmuş, prensle dans etmekteyken saatler birden gece yarısını vurmaya başlar. Cinderella panik halde balo salonunu terk eder, eşini bulduğunu sanan prens de arkasından “dur… bekle!..” diyerek seğirtir ama Kül Kedisi hiç oralı olmaz, çünkü olursa foyası meydana çıkacaktır. Fakat büyük hızla kaçarken, cam ayakkabılarından tekini düşürür ve mecburen orada bırakır. (Demek o zamanlarda da kırılmaz cam teknolojisi varmış!) Neyse kazasız belasız evine varan Kül Kedisi, geçer yine ocağın başına ama aradığı aşkı bulduğuna inanan prens, kızı kovalarken tek ayakkabıyı bulur ve bu ayakkabı ona ümit olur. Çeşitli maceralardan ve bir süreden sonra ayakkabının Kül Kedisi’ne ait olduğu ortaya çıkar ve Cinderella prensle evlenir. Onlar erer muradına, biz çıkarız kerevetine…

Haberin Devamı

İSİM OLMASI GÜZEL

Bu, Fransız şair Charles Perrault’nun versiyonu. Charles Perrault, 1628-1703 yılları arasında Paris’te yaşamış, hukuk eğitimi almış şair ve edebiyatçı. Bildiğimiz Uyuyan Güzel, Kırmızı Başlıklı Kız, Çizmeli Kedi ve Kül Kedisi masalları ona ait. Aslında, “ait” demek çok adil bir yaklaşım olmaz zira o dönemde bu masalların farklı pek çok versiyon halinde Avrupa genelinde kulaktan kulağa dolaştığı, Perrault’nun bu masalları derleyerek kayda geçirdiği bilinmekte. Şair’in, şahsen dikkatimi çeken bir özelliği, Kül Kedisi’nin isminin masalda geçmesi. Çünkü hep merak ettiğim şeylerden biri Kırmızı Başlıklı (zavallı) Kız’ın ismidir! Nedense şair onunkini vermemiş. Anası bile kızcağıza “Kırmızı Başlıklı Kıııız!” diye sesleniyor. Kızın kapüşonlu kırmızı pelerini (ki aslında masaldaki giyim malzemesi sadece başlık değil bu başlıklı pelerindir) küçülünce -veya kız büyüyünce- ona ne dediler bilemiyorum. Ölene kadar aynı giysinin bir büyük bedeniyle mi idare etti yok yere dersiniz? Ya da evlendiyse, belediye bakanından aldığı yetkiye dayanan evlendirme memuru, o soruyu nasıl sordu: “Siz Kırmızı Başlıklı Kız, Yeşil Kasketli Oğlan’ı eş olarak kabul ediyor musunuz?” gibi mi acaba? Evet Kül Kedisi’nin ismi var bereket versin. Tabii onun masaldaki orijinal ismi Cendrillon. Ona Cinderella diyen, İngilizler. Almanlarınki ise daha değişik: Aschenbrödel ya da Aschenpüttel. Kül Kedisi demek.

Haberin Devamı

WU GİDİNCE BAK NELER OLDU!

Kül kedisinin terliği
Dedik ya, bunlar zaten halk arasında dolaşan öykülerdi. İyi de kim uydurdu, neden uydurdu? Ardında bir gerçek yatıyor mu? Gerçek kısmını umursamaya gerek yok ama Perrault’dan yaklaşık 9 yüzyıl önce öykü Çin’de var ve kayıtlı. Çin’deki öykünün kahramanı bu kez Cinderella adını taşımıyor. İsmi Ye Xian. (Ye-şian diye okunuyor.) Öykü, MS 850’de kaleme alınmış. Ve kaleme alınan her öykü gibi bu da kuşkusuz çok daha eski sözlü geleneklere dayanıyor.
Wu isimli bir topluluk şefinin iki eşi var. Her birinden de birer kızı. Kızlardan Ye Xian, çok ama çok güzel, nazik ve çok becerikli. Hem çanak-/çömlek yapabiliyor, hem şiirler okuyor, yazıyor. Fakat Ye Xian’ın baba bir-ana ayrı kardeşi Jun-Li, gösterişsiz bir görünüme sahip, zalim ve bencil. Ye Xian’ın önce annesi, sonra da bir salgın sırasında babası Wu ölüyor ve meydan öbür eş ve kıza kalıyor. Aynı Fransa versiyonunda olduğu gibi bunlar, Ye Xian’a zulmediyorlar. Aile gittikçe fakirleşiyor. Bir gün ağlamak için gittiği gölün başında Ye Xian, 3 metre boyunda, altın gözlü koca bir balığa rastlıyor. Meğer bu balık, annesi tarafından kızının yalnızlığı alması ve ona rehber olması için gönderilmiş koruyucu bir melekmiş. Balık konuşuyor tabii. Ye Xian çok mutlu bir hayat sürmeye başlıyor. Evdekiler, bu olumsuz koşullarda ne diye bu kadar mutlu olduğunu anlamak için kızı takip edip balığı öğreniyorlar, sonra da zavallı koruyucu meleği yakalayıp, pişirip yiyorlar! Tabii Ye Xian dehşet içinde kalıyor.

Haberin Devamı

AK SAKALLI DEDE

Gece kıza, ak sakallı, ak saçlı yaşlı bir ihtiyar görünüyor. Diyor ki, “Kızım, balığın kemiklerini al, dört küpe koy ve yatağının altında dört köşeye göm. Ve ne dilersen, o küplere söyle.” (Bu arada belirtelim, Çin’in o yıllarda Türklerle yoğun kültürel ilişkileri var. Yani bu ak sakallı dede figürünün tam olarak hangi kültürde ortaya çıktığını bilmek çok zor.) Yılda bir kez düzenlenen ve genç kızların olası kocalar buldukları Yeni Yıl Festivali’ne zalim ana-kız giderler ama elbette Ye Xian’ı evde bırakırlar. O sırada balığın ruhu ile konuşan kızcağız, muhteşem kılıklara ve altın terliklere kavuşur, festivale gider, bekar kral buna âşık olur, kız kaçar, terliğin teki kalır ve bildik hikâye, Ye Xian’ın kraliçe olmasıyla sonuçlanır. Bu arada tabii elinden geleni ardına koymayan zalim ana-kız da evleriyle birlikte gömülür giderler.

Haberin Devamı

PİRAMİTLERİN DEDİKODULARI

Kül kedisinin terliği

Üç büyüklerin küçük olanı acaba Doris için mi yapıldı. Foto Jeremy Bezanger - Unsplash

Peki hikâyenin geçmişi burada bitiyor mu? Ne gezer? Sıkı durun, Milattan önce 2500’e gidiyoruz! Günümüzden dört bin beş yüz yıl önceye. Hani Mısır’ın Kahire yakınlarındaki üç büyük Giza piramidi vardır. Mısır deyince bu üçü yan yana görünürler zaten. En büyük olanı, Yunanların verdiği isimle Keops isimli firavuna aittir ama adamın asıl adı Khufu’dur. İkinci ve orta boy olan piramidin sahibi, Kefren diye bilinir, asıl ismi Khafre’dir. Üç büyüklerin en küçük olanı ise Mikerinos Yunanca adıyla bilinen Menkaure isimli firavuna aittir. Bu üçüncü ve küçük olan piramit hakkındaki söylencelerden biri, Mısır kralının (ki biz ona firavun diyoruz) kendisi için değil, güzeller güzeli karısı için yaptırdığı ile ilgili. Hatta Herodot da bu öyküye değinir ama oradaki kadının Trakyalı oluşu, öykünün Yunanistan’la epey bağ kurmuş olması bana göre biraz itici ve manipülatiftir.

GÜZEL TERLİKLİ DORIS

Neyse, öykü kısaca şöyle: Asıl adı Dorika veya Doris olan bir kadın var ve Mısır’ın en güzel kadını olduğu söyleniyor. Zengin de. Herodot bu ismi Rhodopis diye aktarır. (II/134, 135) Önce şunu söyleyeyim, Mısır’ın Yunan ilgisi, biliyorsunuz Büyük İskender bölgeyi ele geçirip, İskenderiye kentini kurup gidip gencecik yaşında Babil’de öldükten sonra, koskoca imparatorluk, komutanları arasında dörde bölündü, Mısır da Ptolemaios hanedanının oldu. Bildiğimiz Kleopatra (aslında yedincidir), bu hanedanın son üyesidir. İşte o dönemde isimler epey Yunanlaştı. Öyküye dönelim. Zengin Doris, bahçesindeki havuzda bir sabah yıkanırken, yüksekten uçan bir kartal, kadının mücevherlerle bezeli, altın işli sandaletlerini yiyecek bir şey zannedip sorti yapar ve terliklerin birini kapıp uçar. Başkent Memfis’e doğru uçar ve ağzındakinin yiyecek olmadığı fark ettiğinden mi, yorulduğundan mı bilinmez, terliği düşürür. Terlik de gider ve firavunun kucağına düşer. Sonrası çok bilindik. Terliğin sahibi aranır, bulunur ve kraliçe olur. Firavun Menkaure, Doris’e o kadar âşıkmış ki, piramidi onun için yaptırmış. Elbette bunlar söylenceler. Ama güzeller. Farkındaysanız, Mısır versiyonunda üvey ana, gıcık kardeş falan yok. Tarihlendirecek olursak da, diyelim mi Kral Menkaure’nin zamanına gitmesin iş, diyelim ki Herodotos kendisi uydurmuş olsun (ki pek sanmam), Tarihin Babası’nın yaşadığı dönem bile MÖ 5. yüzyıl. Yani Çin versiyonundan 1400, Fransız versiyonundan 2300 yıl önce!

NE DİYE DİNLEDİK BU MASALLARI?

Peki ben bunları niye anlattım? Bakınız… Fransa, Çin, Türkler, ak sakallı dede, periler, balıklar, Mısır, firavun, Herodot, Yunan kültürü, Mısır piramidi, kartal… Tek bir öykü ve koskoca bir coğrafyadan söz ediyoruz. Çin’den Avrupa’ya, Mısır’dan Yunanistan’a… Dev bir coğrafya. Kayıp bir terliğin izinde binlerce yıl… Hepimiz, yeryüzünde yaşayan tüm insanlar, ne kadar komşu, ne kadar kardeş, ne kadar can canayız farkında mısınız? O kayıp terlik hepimize ait, görmüyor musunuz? Birlikte huzurla, barışla, kucaklaşarak yaşamak var bu dünyada ama yapamıyoruz, “orası senin, bu benim hakkım, sen onu benden çaldın…” diye diye. Hep rahat batıyor. Mutlu olmak için kendimiz kendimize yeteriz; perilere, balıklara, kartallara, ak sakallı dedelere ihtiyacımız yok. Biri gelip bizi çekip çıkartmayacak kendi yarattığımız yeryüzü cehenneminden. E ne duruyoruz be kardeşim? Durdursak ya insanın insana zulmünü!

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

MARMARA’NIN DOĞUSU KARLI
Zaten yakmış olduğumuz kazma küreklerin yedeklerinin de yakıldığı bir hafta sonu. Umarım artık soğukların sonudur, doğalgazıydı, kömürüydü, elektriğiydi, fenalık geldi. Rüzgâr kuzeyli, daha da soğuk hissettiriyor. Birkaç gün boyunca geceleri sıfır ve altını göreceğiz gibi. Ama rüzgâr önümüzdeki hafta güneyli hallere bürününce, sıcaklıklarda ufak ufak yükselecek. Tabii yaz hemen gelmeyecektir ama eh, önümüz yaz diyelim. Kalın sağlıcakla.

Yazarın Tüm Yazıları