Korona saltanatı

Koronası olanın bir dediği iki edilmez, eli sıcak sudan soğuk suya sokulmaz. Çünkü korona güçtür.

Haberin Devamı

Korona saltanatı

Taca benzediği bu isimle anılan virüs. Hayatımızı berbat ettin ama!

İnsan, baktığı şeyin veya kişinin ne olduğunu bilmek ister. Kime baktığımızı, baktığımızın kim olduğunu bilmeliyiz. (Davetli gittiğimiz bir düğünde mesela, kapıdan girdiğini gördüğümüz iki tanımadığımız kişiyi hemen yanımızdakine sormaz mıyız, “kim bunlar?” diye. Bize neyse!?) Düşünelim şimdi. Bundan binlerce yıl önce yaşayan bir grup insanız ve içimizden birini kral seçtik ya da biz seçmedik de o kişi kendini kral ilan etti. Hepimiz birbirimize benziyoruz. Saçımız, başımız, kıyafetimiz (üzerimize geçirdiğimiz post vs.) aynı. Kralın kral olduğunu nasıl anlayacağız? Hadi diyelim biz onu tanıyoruz, dışarıdan gelen birisi nasıl anlayacak kralın kral olduğunu? İster uzaktan ister yakından tanınmasını sağlayacak bir işaret koymak lazım bir tarafına. Görünmesi için herhalde en uygun yer başı olacaktır. Başına bir şey koyalım. Koyalım da ne? Hem orada kolay duracak, hem de adama ne taraftan bakılırsa bakılsın (yani 360 dereceden) anlaşılacak bir işaret olmalı bu. Evet evet, bir halka olmalı bu. Zaten tapınmakta olduğumuz şeyler de halka şeklinde değil mi? Güneş, Ay, yıldızlar?.. Bir şeylerden yuvarlak yeni bir şey yapmalı. Çiçekler, dallar, ne bulursak… Ama güzel olmalı ve kralımızın asaletine yakışmalı. Yaptık. İşte oldu. Artık kralımızın bir… şeyi var... nasıl desek? Bir… Çember! Evet evet, bu bir çember! Ya da Pers dilinde söylendiği haliyle, bir taç.

GÜNEŞ DİSKİ

Haberin Devamı

Korona saltanatı

Mısır’da hep kullanılmıştır Güneş diski.

Tabii kişiyi kral yapan o basit çember midir, ayrı bir tartışmanın konusu olabilir. Fakat “neden çember?” sorusuna yanıt arayabiliriz. Aslında bu “çember” takıntısı, yukarıdaki paragrafta kısaca değindiğim gibi Güneş’e taptığımız zamanlardan geliyor. Güneş ve Ay, henüz hiçbir şey bilmeyen insanın, en kolay tapınabileceği nesnelerdi elbette. Halen bütün kültürlerde izleri duruyor o eski inanışların ama yeri burası değil, başka bir yazıda belki ele alırız. Mısır’ın ünlü soldan sağa iki harfli Güneş Tanrısı Ra, kafası bazen kartal, bazen insan belki ama her zaman Güneş diski ile birlikte resmedilmiş. Sonra da bütün antik dönem boyunca, “yöneten” veya “güç sahibi” kim varsa, hemen bütün tasvirlerde kafalarında bir yuvarlak yer almış.

Haberin Devamı

HEP TANRILAR, HEP TANRILAR!

Ta Sümer’den bu yana, Tacı (veya tahtı) ele geçirmek istemiş başkaları. Ortada bir kral mı var? Onu öldürüp yerine kral olmak gerek diye düşünmüşler. Çok fazla örneği var bunun. Ama iktidarı ele geçiren herkes de, neredeyse istisnasız, yetkiyi elinde tutabilmek için bir gerekçe aramış. O zamanlar demokrasi olmadığından ve erki eline geçiren kişi, “Beni siz seçtiniz kardeşim” deme şansına sahip olmadığından, başka gerekçeler bulmak gerekmiş tabii. Bulunmuş da. Hep aynı gerekçe kullanılmış, binlerce yıldır da aynısı kullanılıyor: Tanrılar (artık Tanrı) böyle istedi! Hayır her seferinde de insanlar bunu yutmuş iyi mi?! “Haa, madem tanrılar böyle istiyor, tamam o zaman!” Çok mu safız ne?

Haberin Devamı

ALTIN NEDEN DEĞERLİDİR?

Demem o ki, yönetici güç (erk) ile ilahi kanal arasında doğrudan bir bağlantı var. Daha doğrusu biz kurmuşuz o bağlantıyı. Erk varsa ilahi onay da vardır ve inanmayan erki temsil eden kişinin kafasındaki yuvarlağa bakabilir! Bu kadar düz bir bağlantı aslında. Sonrasında da, dediğim gibi kullanılıp durmuş. Taç da bu bağlantının pırıltılı hali. Peki neden altın olur taç? Çok basit, çünkü Güneş’in pırıltısını en iyi temsil eden metal altındır da ondan. İnsanlığın bildiği en güçlü göksel nesne Güneş, onu temsil eden metal de insanlığın bildiği en parlak şey. Tabii kendinden parlamıyor, ışığı tutunca parlıyor, o başka. “Altın neden değerlidir?” sorusunun yanıtı, bu özde gizli olabilir. Kimse yorulmasın klişelerle: “Yok en iyi iletkendir de yok kolay işlenir de…” Beş bin yıl önce hangi iletkenliği biliniyordu altının? Ayrıca bakır da altından çok daha kolay işlenir. Sonuç? Bilinmez. Altın en pahalı metal. Dediğim gibi, ilahi kudretin temsilciliğinden kaynaklanıyor olabilir.

Haberin Devamı

IŞILDARKEN GÖRECEĞİZ

Korona saltanatı

Roma tacı tipleri. Hepsi korona işte.

 “Yahu arkadaş, neden anlatıyorsun bize bütün bunları?” diye soranlarınız vardır. Tamam, geldik sayılır. Roma imparatorlarının kullandığı taçlardan biri, Güneş’in ışınlarını temsil eden uzun uçlu çıkıntıları olan taçtır. Buna “Işıldayan Taç” derler. Işıldayan taç lafının Latincesi ise Corona Radiata! Evet “corona”, “taç”ın Latincesi. İnsanlık, tarihinde hiç etmediği kadar taç lafı etti şu son birkaç aydır. Taç aşağı taç yukarı. Eh, bize de üstüne laflamak düştü tabii.

90 YILDIR BİZİMLE

Hayatımızı berbat eden virüsün Latincesinin corona olması da bu yüzden. Dışa doğru çıkıntıları var ya hani, işte bilim insanları onu 1968’de kralların tacına benzetmiş, onun için “corona”, yani taç ismini vermişler. Evet, corona lafı yazılı olarak ilk kez 1968’de geçiyor. İnsandaki koronavirüs üzerinde çalışan June Almeida ve David Tyrrell vermişler bu ismi. Hayvanlardaki korona ise 1930’lardan beri biliniyormuş. Virüs hayatımızı ilk allak bullak etmeye başladığında kimi kitaplarda, hatta Asterix’de bile geçen adı herkesi önce iyice bir heyecanlandırmıştı: “Bak işte biliniyormuş gördün mü? Nasıl kehanetlermiş bunlar aman da aman!” Biliniyormuş tabii, yaklaşık 90 yıldır.

Haberin Devamı

ÇARDAKTA BULUŞALIM

Korona saltanatı

Çardaklar, çardaklar... Foto Tobias Nii Kwatei Quartey

Peki Latincesi corona olan taç, bizim dilimize nereden gelmiş? Gayet beklenen şekilde dilimize Farsça’dan gelmiş. Aslında taç da değil, “tâg”.Sonundaki “g” biraz sert okununca “k” oluyor ya, onu da ayrıca kullanıyoruz biz. Tak diye. Zafer Takı deriz mesela. Çünkü tak da, çemberin yarısına, yani bir kemere işaret ediyor. Mevsim bahar, bahçesinde çardak olanlar vardır. Çardak da Farsça. Cihar (dört) + tak (kemer) işte… Yani dört tane kemere sahip yapı. Geçelim.

HANİ O SAÇLARINA…

Korona saltanatı

Bu mu o saçlarına taç yaptığım çiçekler.Foto Autumn Goodman

Pek çok malzeme kullanmışız asırlar boyunca taç yapmak için. Bestesi Teoman Alpay’a, güftesi Nihat Aşar’a ait “Nasıl Geçti Habersiz O güzelim Yıllarım” şarkısında, “Hani o saçlarına taç yaptığım çiçekler” derken çiçeklerden taç yapmamış olsak bile güzel ve romantik hatıralarımız canlanmaz mı? Zeytin dalından taç yapan biri barışı temsil etmez mi kaç bin yıllık literatürde? Örneğin Jül Sezar, sıklıkla bu şekilde resmedilmiştir ama barışı ne kadar temsil ettiği ayrı konu. Ama hepsi güzel değil tabii taçların. Mesela, yargılanıp çarmıha gerilmeye götürülmeden önce Romalı askerlerin dalga geçmek için, “Demek sen Yahudilerin kralısın ha?” diyerek Hz. İsa’nın kafasına dikenden taç yapıp taktıkları yazılıdır İncillerde. Edebiyatta dikenden yapılmış başka taçlara da rastlarız ama hepsi bir şekilde İsa ile ilişkilidir.

ELEMENTİMİZ DE VAR

Korona saltanatı

Helyum’un kaşifi Pierre Jules Cesar Janssen

İkonalarda çizilen kutsal kişilerin kafasındaki ışık halkasının bir diğer adı da dilimizde “hale”dir. Ay’ın çevresindeki halkaya da bu isim verilir. Eski Yunanca “halos”tan geldiği söylenir. Dilimizdeki bir diğer karşılığı da “ayla”dır. Halos ile Güneş’in filolojik ilişkisi de çok barizdir zira Güneş’in eski Yunan’daki adı “Helios”tur. Helios, tabii ki bir tanrı adı ve üç göksel kardeşten biri. Diğer kardeşleri Ay (Selene) ve Şafak (Eos). Duymuşsunuzdur, helyum diye bir gaz var. Hatta, komedi programlarında sıklıkla kullanılır, konuklar helyum gazını içlerine çekerler ve çok ince, çizgi film karakteri gibi sesler çıkartırlar. Helyuma dönelim. Fransız Astronom Pierre Jules Cesar Janssen (1824-1907), 1868 yılında yeni bir element keşfeder. Keşifte bulunduğu tam tarih 18 Ağustos’tur ve o gün “tam Güneş tutulması” gerçekleşmiştir. Bu nedenle, keşfettiği elemente, o an için eksikliği hissedilen Güneş’in adını verir. Helios’tan gelme Helyum!

1 MAYIS KUTLU OLSUN

Ra’dan İsa’ya, virüsten helyuma kısa bir korona turu atıp nerelere geldik, anlatsanız inanmazlar. İnsanlığın ortak kültürü bize çok keyifli bilgiler veriyor, bize de böylesi bir günde paylaşmak düşüyor işte. Bu vesileyle, tüm çalışanların, şu an için pek çalışamasalar da 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlu olsun. Başımızdan tacımız eksik olmasın aka virüs olan korona evlerden ırak olsun. Sağlıcakla…

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

YAĞIŞLI BİR DÖNEM
İyi ki yağış var. Güzel havalarda insanın canı daha çok dışarı çıkmak istiyor tabii. Fakat Güney Marmara’da cumartesi açık ve sıcakça bir gün beklenebilir fakat Pazar günü -şu an için görünen o ki- şakır şakır bir yağış ve serinleme söz konusu. Artık mayıs gelirken serinliğin etkisinin çok uzun süreceğini ummuyoruz ama anlaşılan biraz yağışlı bir dönem geçireceğiz. Güzel bence. Barajlarımız dolsun, tarlalarımız güzelce sulansın. Hayır tarımdan anlamam, umarım iyi bir şey söylüyorumdur. Aman sağlığımız yerinde olsun da her şeyden önce.

Yazarın Tüm Yazıları