Aklımda olanı kalbime indirebilmem tam 40 senemi aldı

Haber spikeri, gazeteci Ece Üner, özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına şiddet ile ilgili dikkat çeken söylemleriyle bir dönem ekranlardan herkesi düşünmeye ve sorgulamaya davet etti. Ardından yargı değil yardım dağıtmaya karar vererek yaptığı televizyon programıyla gündem olurken, kariyerine “Haysiyet-Tuhaf Zamanlarda Cesurca Yazmak” kitabı ile yazarlığı da ekledi.

Haberin Devamı

Ekranlara yeniden dönmeye hazırlanan Ece Üner ile aynaya bakma serüvenim dediği ve bütün duraklarda düşünüp kendini, kadın olma meselesini hesaba çekme fırsatı bulduğu yolculuğunu konuştuk. Çocukluğundan mesleki deneyimlerine kadar geçen süreci samimiyetle anlatan Üner, “Beyin ile kalp arası 40 cm ama benim aklımda olanı kalbime indirebilmem tam 40 senemi aldı” dedi.

Aklımda olanı kalbime indirebilmem tam 40 senemi aldı

SÖYLEŞİMİZDE kadını özgürleştirmenin yolunun erkeği de özgürleştirmekten geçtiğinin altını çizen Ece Üner, erkeklik meselesinin yeniden tanımlanması zorunluluğuna da dikkat çekti.
Destek vermek amacıyla kullandığımız “Yalnız değilsin” sözü sizin için tam olarak ne ifade ediyor?
“Yalnız değilsin” deyince aklıma hemen insan hikayeleri geliyor. Ekrandan da söylediğim gibi birbirimize görünmez sicimlerle bağlıyız aslında. Ve ben de bu bağlılık kısmını ağır bir depresyona girerek yaşadım. Çünkü bu kadar çok hikâye varken, yani bu kadar çok kadın çaresizliği yaşarken, ben evimde konforlu, huzurlu ve sıcak refah içinde olsam ne olur olmasam ne oluru hissettim. Şimdi kendi hikayemi, bütün duraklarda düşünme, kendimi, kadın meselesini hesaba çekme fırsatı bulduğum yolculuğumu anlatıyorum. Kadınların yüzyıllardır erkeğin görünüşünü 3-4 misli gösteren mucizevi aynalar olarak görev yaptıklarını düşünüyorum. Ama artık kadının ayna olma değil aynaya bakma zamanı geldiğini de. Henüz bir kadının boyutlarını gösterecek bir ayna da icat edilmedi bence. Benim aynaya bakma serüvenimden bahsedecek olursam, beyin ile kalp arası 40 cm ama benim aklımda olanı kalbime indirebilmem tam 40 senemi aldı!

Haberin Devamı

AİLENİN TEK KIZ ÇOCUĞUYUM

Serüvenin başına yani çocukluğunuza dönersek, bir kız çocuğu olarak nasıl bir ortamda büyüdünüz?
Ana akım anne anlayışının çok dışında, her gün kızım olsun diye dua eden bir annenin çocuğu, bir tek kız torun olursa bakarım şartını koşan bir babaannenin torunuyum. Hem anne hem baba tarafında tek kız çocuğu olarak dünyaya geliyorum. Uslu kızlar nadiren tarih yazabilir; genelde tarih olur. Ben de az kalsın 5 yaşında tarih oluyormuşum! Ana okulunda uzuneşek oynarken bir erkek arkadaşım kafama doğru atladı ve kafam dümdüz radyatörün içine girdi ve yarıldı. Sonra neden öyle yaptığı sorulduğunda, beğeniyordum dikkatini çekmek istedim falan demiş. Beş yaşındaki Ece’nin kafasında böyle bir algı vardı; bir erkek bir kızı beğeniyorsa mutlaka kafasını yarar!
Çocukluğum boyunca saçlarım hep kısaydı. Zaten arkadaşlarım da hep erkeklerdi. Bir gün bir kız geldi ve dondurma yemeye gidebilir miyiz diye sordu. Ben de yaşasın kızlar da beni grubuna alacaklar diye sevindim. Dondurma sipariş ederken dondurmacı amca Ece neli istersin diye sorunca kız öyle kalakaldı. Ece kız ismi filan diye... Sonra arkasına bakmadan kaçtı. Bu aslında bir çıkma teklifiydi, yalnızca dondurma yemek değildi (gülerek).

Haberin Devamı

Aklımda olanı kalbime indirebilmem tam 40 senemi aldı

ÜZERİMİZDEKİ DELİ GÖMLEĞİ

İlk toplumsal cinsiyet ve kodlamalarla çocuklukta tanıştınız yani?
Evet, orada toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve cinsiyet rollerinin üzerimize giydirdiği deli gömleğini anladım, bunun üzerine biraz kafa yorma fırsatı da buldum. İşte kız çocuğunun saçları kısa olmaz, erkek mavi giyer gibi. Oysa tüm bunlar çocuğun cinsiyetine dair bir gösterge değildir. Sonraki zamanlarda da sorgulamalarım devam etti. Koç Lisesi’ndeyken de drama kulübündeydim, Shakespeare’in “Bir Yaz Gecesi Rüyası”nda Amazon Kraliçesi Hippolyta’yı canlandırıyordum. Onun replikleri ve performans sırasında da, hep pamuk prenseslerle, sindirellalarla falan büyüdüğümüzü düşündüm. Turgut Uyar’ın şiirindeki gibi “Biri kurbağa öper, biri yüzyıllarca uyur, biri 7 cüceyle yaşar, biri kuleye kapatılır. Bir masal prensesi olsan bile kadınlık zor.” Yani bir yanda edilgen, kaderini bekleyen masal prensesleri var, bir yanda amazon kraliçesini ve bir savaşçı kadını canlandırıyorsun. Bambaşka bir bakış açısı...

Haberin Devamı

KADININ KADINA ŞİDDETİNİ YAŞADIM

Mesleğinizi yaparken şiddet yaşadığınızı hissettiğiniz anlar oldu mu?
İlk defa anlatacağım; CNN Türk’te sabah haberlerini sunduğum dönemde, bir erkek köşe yazarı benimle ilgili çok fazla bel altı yazı yazmaya başlamıştı. Biz de kurumsal bir kararla mahkemeye verdik kendisini. Kadın hâkim bununla ilgili hiçbir şey yapmama kararı aldı, “Yaptığınız işin ruhu gereği siz ekranda kendinizi teşhir ediyorsunuz!” dedi. Yani ekranın bir teşhir aracı olması dolayısıyla bu tip cinsel içerikli fantezilere açık olmalısınız, diyordu. Bir kadın hâkimden böyle bir gerekçe duymak beni paralize etti. Bu kadının kadına şiddetiydi!
Bir kız çocuğunuz var. Anne olarak aynı endişeleri onun için hissediyor musunuz?
Bende kız çocuğu olması fikri değişikti ama ana akımdan kaynaklı değil. Anne ve baba tarafındaki tek kız çocuğu olduğum için, kız çocuklarıyla nasıl oynanır, nasıl iletişim kurulur çok bilmediğim şeylerdi. Ama Güneş benim gibi öyle pamuk prenseslerle değil Elsalarla, Moanalarla büyüyor; yani hem kendi kaderini eline alan, kendini kurtaran hem ülkesini topraklarının insanlarını kurtaran kız çocuğu veya kadın modelleriyle.
Güneş doğmadan önce uzunca bir süre cinsiyetini göstermemişti. Doğum yapacağım gün baya sancı çekiyordum. Eşimin annesi hastanede yanıma geldiğinde üzülüp üzülmediğimi sormuştu. Çok sancı çekiyordum ama kastettiği o değildi. “Bizim oralarda kız çocuk doğurmak biraz şey...” dedi. “Biraz ney?” dedim. Hani o iğrenç söz var ya... Sonra uzun, soğuk bir sessizlik oldu ve kız doğdu! Orada da şuna kafa yordum; soyadının devamı için kadının erkek çocuk doğurma baskısı altında olması psikolojik bir şiddetti. Benim yaşadığım yine kadının kadına psikolojik şiddetiydi.

Haberin Devamı

Aklımda olanı kalbime indirebilmem tam 40 senemi aldı

ERKEKLİK SERT BİR KAFESTE!

Sizin dünyanızda nasıl bir yansıması oldu cümlenin? Neler düşündürdü size?
Benim dünyamda, kendi yaşam alanımda bir şey ifade etmedi. Çünkü kadın olmanın ne kadar devrimci ne kadar güç gerektiren, mucizevi bir direniş olduğunu da bugünün dünyasında biliyorum. Kendimi kötü ve yahut da eksik hissettirmedi. Ama şunu düşündüm; kim bilir kaç kadın bu durumdadır? Ve aynı şekilde erkek çocuk doğurmayı hak edilmemiş bir imtiyaz olarak gören kadının da o erkeği sırf erkek olduğu için bir kral gibi o evde ağırlayıp, hak edilmemiş bir naylon iktidar verdiğini düşündüm. Öte yandan bunun erkeğe de çok zarar verdiğini ve o naylon iktidara hizmet etme zorunluluğunun da onun hayatına giren potansiyel kadına zarar verdiğini düşünme fırsatım oldu.
Kadına yönelik şiddetin çözümünde erkeklerin rolü yeterince konuşuluyor mu sizce?
Biz erkekleri çok sert bir erkeklik kafesine hapsediyoruz. Yani erkek çocuk ağlamaz, erkek dert yanmaz, köpekten korkmaz, yenilmez gibi... Bu sert erkeklik kafesi, onları da nefes alamaz hale getiriyor. Ayrıca empati kurması, ağlaması, yenilmesi yasaklanmış. Her vurduğunu devirmiş, acı çekmesi yasaklanmış bir birey, insan olabilir mi? Şefkatli olabilir mi? Halden anlayabilir mi? Dolayısıyla kadın meselesini çözmenin yolu, erkeklik meselesinin de yeniden tanımlanmasından geçiyor diye düşünüyorum. Kadını özgürleştirmenin yolu aslında erkeği de özgürleştirmekten geçiyor. Çünkü bu mesele çözülecek ise birlikte yapacağız bunu. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinde kadının uğradığı haksızlığı sona erdirmek erkeğin de talebi olmalı. Dikkat ederseniz pandemide birçok erkek intihar etti. Neden? Çünkü kendini o kadar çaresiz hissetti ki. “Erkek dediğin evi geçindirir” diye bir şey var, oysa evi kim geçindirebiliyorsa o geçindirir. Aslında sert kafesten kastım bu. Ahlak ve adalet terazisi kadın ve erkeği eşit tartmak zorunda!

Haberin Devamı

YARGI YERİNE YARDIM DAĞITMAK İSTEDİM

Ana haber sunarken söylemleriniz çokça gündem oldu sonrasında bir program yapmaya başladınız. Neydi size bu karar aldıran?
Kadın bedeni, tıpkı dünya gibi doğa gibi talan ediliyor. Show ana haberi sunarken hep şunu gördüm, kadını el üstünde tutmaktan anladığımız, tabutuna omuz vermek. Türk kadını, Atatürk sayesinde 1934’te birçok medeni ülkeden önce seçme ve seçilme hakkını eline alabilmiş, bugün ise Türkiye’nin birçok yerinde yaşam hakkını seçemiyor. Katillerin yüzde 90’ı koca, yüzde 10’u eski koca. Dolayısıyla evlenebileceğiniz birini değil boşanabileceğiniz birini bulun sonucuna vardım. Kadın cinayetleri haberlerinde, canilerin cezasızlıkla ödüllendirilmesinin nasıl bir azmettirici olduğunu ve daha da önemlisi suçun ceza görmeyeceğine güvenen bir küstahlığa ve canavarlığa dönüşebildiğini gördüm. Bir de daha çok kurbanla değil katil ile empati kurmaya çalışan bir anlayış gördüm. Bu bende çok büyük bir isyan duygusu yarattı. Sonra dedim ki sözün bittiği yer; sevgi eylem gerektirir. Artık yargı dağıtan abla olmayayım tırnak içinde, çünkü gök kubbe altında söylenmedik bir şey bırakmadım kadın cinayetlerine ilişkin. Biraz da yardım dağıtayım. Böyle bir fırsat sunulunca Kanal D’de ki “Susma” programını sundum.

Aklımda olanı kalbime indirebilmem tam 40 senemi aldıDÜNYANIN SONU ORADA GELDİ!

Programı bitirme sebebiniz neydi?
Bana göre değilmiş onu anladım! Orada olay kişiselleşti. Bütün bu yaşanılan haberlerin hem kurbanlarıyla hem failleriyle göz göze, yüz yüze geldiğiniz andan itibaren, ahlak ve vicdan başlıyor. Yani umutsuzluk ve sorumluluk duygusu aynı cümlede olamaz. Birilerinden sorumlusunuz. Hikâyelerin içine girdim, bütün hücrelerimde hissettim. Benim için zurnanın zırt dediği yer ise Yağmur Önüt’ün annesi Sevgi Hanım’ın geldiği program oldu. Yağmur, turizm okuyor üniversitede ve bitirmesine iki ay kala pompalı tüfekle sevgilisi tarafından öldürülüyor. Sevgi anne o gün geldiğinde dedi ki; “Yağmur doğduğunda 52 cm’di, pompalı tüfekle 52 cm’den vuruldu. Siz evladınızın kalbi kaç gram biliyor musunuz?” Mecazi soruyor sandım. O, “Ben biliyorum!” dedi. Çünkü kızının kalbi paramparça olmuş ve kaç gram olduğunu biliyordu. Ve 6 yıldır yasını tutamıyordu çünkü adalet henüz yerini bulmamıştı. Programı bıraktığım artık yapamayacağım dediğim zamanı anlatıyorum şu anda. Aynı gün Beylikdüzü’nde bir düğün oldu. Sevgi anne bize bu olayı anlattığında damada arkadaşları takı töreninde pompalı tüfek taktılar. Muhabirlerimizi gönderdiğimizde, pompalı tüfeği takı töreninde takan arkadaş, “Aklım hala yapamadıklarımda!” dedi cevap olarak. “Dünyanın sonu insanın yüreğinin içinde gelir” diyor ya Haruki Murakami, benim için de tam olarak dünyanın sonu orada geldi. Müthiş bir umutsuzluğa kapıldım, o hep kaçtığım şey. Ve ağır bir depresyona girdim. Sürekli uyuyordum, karanlıktayım bildiğiniz.

İÇİNDEKİ PERDEYİ DE AÇ!

Şimdi yeniden ana haberlere, ekranlara geri dönüyorsunuz. Nasıl çıktınız karanlıktan, size yeniden ne güç verdi?
Yazlıkta güneş tam kızım Güneş’in yattığı odasına doğuyordu. Ben de sabahları erken uyanmasın diye hep perdeleri kapatıyordum. Bir gün dedi ki “Perdeyi aç ama içindeki perdeyi de aç!” Kızım 6 yaşında şu an, çocuklar her şeyi hissediyorlar hakikaten. Sonrasında döndüm ve kim olduğumuzu hatırlamalıyız diye düşündüm. Türk boylarındaki amazon kadınlardan Kurtuluş Savaşı’nda cephe önünde arkasındaki kadınların rolüne; bugünün Marie Curie’si Özlem Türeci’den, Nasa’da görevli Feryal Özel’e... Hiçbir sosyal devrim kadının katılımı olmadan gerçekleşmiyor aslında. İran’a bakıyorsunuz; “Kuş ölür sen uçuşu hatırla” diyor ya şair Füruğ Ferruhzad, Mahsa Emini öldü ama tüm kadınlara ve bize dünyanın en kutsal davası olan özgürlüğü hatırlattı. Konuşmamın başında söylemiştim ya kadının potansiyelini gösteren bir ayna henüz keşfedilmiş değil! Evet aslında çok güçlüyüz. Ve ancak kadının güçlü, güvende ve eğitimli olduğu toplumlar, kendilerini ileriye taşıyabiliyorlar. Bunu hatırlamaya ihtiyacımız var. “Haysiyet-Tuhaf Zamanlarda Cesurca Yazmak” kitabımın arka kapağında da yazdığı gibi, “Adaletsizliği değiştiremezsiniz ama adaletsizlik karşısındaki duruşunuzu değiştirebilirsiniz.”

Yazarın Tüm Yazıları