Serap Melek Kılıç

Çocuğumuz mutlu olsun yeter...

18 Haziran 2021
Mutluluğun, canının istediği gibi yaşamak üzerine kurulu olduğunu, başarı hedefli olmanın, çalışkan bir tutum sergilemenin mutluluk önünde engel teşkil edebileceğini hissettiren bu cümle sanırım çağımızın doyumsuz, amaçsız, depresif ve hayatta ne istediğini veya ne yöne gittiğini bilemeden büyüyen bireylerini büyütüyor.

Neden başarılı ve kendisine güzel hedefler koymuş, kendilik beklentisi yüksek olan, çalışkan çocukların 'mutsuz' oldukları veya 'mutsuzluğa itildikleri' ile ilgili bir algı oluşturuluyor anlam veremiyorum. Çalışmanın ve üretmenin nesi kötü? Geleceğine yönelik güzel hayalleri olan bir çocuğun bu hayallere ulaşmak için somut ve gerçekçi adımlar atarak sorumluluk geliştirmesinin nesi sakıncalı? Bu çocukların ebeveynleri olarak çocuğunu akademik anlamda destekleyici tutumlar sergileyen ve gelecek hayalleri konusunda rehberlik eden ebeveynler neden hep 'baskıcı, zorlayıcı, çocuğunu projeye dönüştürmüş' ebeveynler olarak etiketleniyor?

Elbette başarmak kadar başaramamak da hayatın içinden öğretici ve faydalı bir deneyim ve başarı karşısındaki tavır ne kadar pozitif ise, başaramama durumunda da benzer bir şefkat ve kabul ile yaklaşmak önemli. Fakat çocuklarımızda hayata dair somut hedeflerin olmamasını, bu hedeflere doğru emek vermemeyi, hayatı sadece kendi istediği şekilde yaşamasına teşvik etmeyi 'mutlu çocuk büyütmek' gibi algılamak veya algılatmayı doğru bulmadığımı ifade etmek zorundayım.

Bizler ebeveynler olarak çocuklarımızı geleceğe dair pozitif yönde geliştirme ve onlara vizyon kazandırmaktan da sorumluyuz. Gelecekte nasıl bir hayata sahip olmak istediği konusunda erken yaşlarda farklı alternatifler oluşturup bu doğrultuda kendisine düşenlerle ilgili farkındalık kazandırmak bizlerin görevi. Bunu yaparken koşulsuz kabulümüzü ve şefkatli desteğimizi elbette esirgememeliyiz. Fakat amaçsızlığı, keyif odaklı yaşamayı, sıkılınca bırakıp gitmeyi çocukluğunda pekiştirdiğimiz çocuğumuzun, gelecekte kendi hayatını sıkı sıkı tutup sahiplenmesi çok da kolay olmayacaktır.

Kısacası, çalışmak, üretmek, başarmak, zorlayıcı ve mutsuz edici bir durum değildir. Ürettikçe mutlu ve tamamlanmış hisseder insan. Çocuklarının başarılı olmasını isteyen ebeveynler de her zaman 'bencil, baskıcı veya hırslı' değillerdir.
Gelecekte yaşadığı hayattan memnun olmasını diledikleri evlatları için bugünden sorumluluk alan ebeveynlerdir ve tebrik edilmeyi hak ederler.

Yazının Devamını Oku

Otizm neydi? Ne değildi?

2 Nisan 2021
Otizm, sosyal ve iletişimsel becerilerin oluşmasını etkileyen bir gelişimsel farklılıktır. Genellikle yaşamın ilk 3 yılında ortaya çıkar. İletişim kurmakta ihtiyacı karşılamak için gerekli sözel ve sözel olmayan becerilerin gelişiminde gecikme yada sapma ile karakterizedir. Otizmin görülme sıklığı literatürdeki son çalışmalarda % 0,2 -0,5 olarak bildirilmektedir. Problemin kalıtımsal- genetik olduğuna yönelik çok sayıda veri bulunmaktadır.

Otizmli Çocuklarda Sıklıkla Görülen Ortak Semptomlar

✅Sosyal ilişkilerde ve Konuşmada güçlük

✅Sessiz iletişimde zorlanma ✅Göz Temasından Kaçınma

✅Kendisinden "O" diyerek bahsetme (Anne o açıktı, O su istiyor, Oynamak istemiyor gibi)

✅Oyun oynama ve hayal gücünü kullanmada zorlanma

✅Değişikliklere karşı tepki ve direnç

✅Çevresinde olup bitenlere karşı ilgisizlik.

✅Başkaları ile kendiliğinden iletişim kurmama.

Yazının Devamını Oku

Teknoloji çağında çocuğu teknolojiden uzak tutmak çözüm değil

4 Ocak 2021
Çocuğunuzun sanal dünyada pornografik içeriklere maruz kalma ihtimalini nasıl azaltırsınız?

a) Arama geçmişini kontrol ederim.

b) Tablete sadece benimle aynı odadayken bakmasına izin veririm.

c) Tablet telefon asla vermem, versem de sosyal medya, video izleme uygulamaları, arkadaşlık uygulamalarını vs. silerim, kullandırmam.

d) Baştan konuşup uyarırım, uymazsa tabletini alırım elinden.

e) Hepsi

f) Hiçbiri

2 yıl boyunca pornografik içeriklere maruz kalmış 12 yaşında bir çocuk: “Kulaklıklarım olduğu için sesi duymuyordu ailem, bazen kendi odamda bazen onların yanında izliyordum, her akşam arama geçmişini mutlaka siliyordum. Önceleri oyun videosu ve klip izlerdim, sonra önerilerde öpüşen çiftlerin videoları çıktı ben de merak edip tıkladım, daha sonra öpüşen adamlar ve kadınlar, sonra farklı fanteziler yapan bir grup insan çıktı videolardan. Ben de merak edip aramaya ve izlemeye devam ettim. Şimdi etrafta neye baksam, kime baksam o konuda bir video geliyor aklıma, kirlenmiş hissediyorum.”

Gördük ki yukarda bahsi geçen seçenekler maalesef işe yaramıyor çünkü teknoloji çağında çocuğu teknolojiden uzak tutmak çözüm değil; yasaklamak, ceza vermek veya korkutmak da. E denetleyici bir anne baba olarak takip etmek de tek başına yetmiyor, peki ne yapalım?

Yazının Devamını Oku

Çocuklarda mülkiyet kavramı gelişimi

23 Aralık 2020
Çocuklarda mülkiyet kavramı dediğimiz şey aslında daha anlaşılır bir tabirle “sahip olduğunun bilincinde olma” şeklinde açıklanabilir. Genellikle okul öncesi dönemde 2-4 yaş arası süreçte gelişen bu özellik çocukların kendilerine ait olanı fark etmelerine, sahip oldukları şeyleri tanımalarına ve tanımlamalarına yardımcı olan, kendilerine ait olmayanı da tanıdıkları ve artık yavaş yavaş sınırlarını belirledikleri bir gelişim görevidir.

Mülkiyet kavramının gelişiminden önce sıklıkla çocuk her şeyini herkese verme, herkesin her şeyine de izin almadan alma eğilimine girebilir. Genellikle ebeveynler bu konuyla ilgili endişeli ve çocuğa karşı bazen baskıcı olabilir ama bu konuda endişe etmeden önce çocuğunuzda mülkiyet kavramının gelişip gelişmediğini gözlemlemeli, değerlendirmenizi buna göre yapmalısınız. Yani bu yaş grubu çocukların başkalarının eşyasını izinsiz almasına çalma davranışı olarak değerlendirmemeli veya başkalarına hiç düşünmeksizin eşyalarını vermesini yadırgamamalısınız.

Peki, çocuğumuzda bu kavramın geliştiğini nasıl anlarız? Çocuğunuzda “Bu benim” seslerini ve eşyaları muhafaza etme ihtiyacını gözlemlediğinizde mülkiyet kavramı yavaş yavaş gelişiyor diyebiliriz. Bu süreci kolaylaştırmak adına çocuğunuza kendi sınırlarınızdan, sahip olduklarınızdan örnekler vererek pekiştirici bir yol izleyebilirsiniz.  Örneğin;

“Bu benim bardağım, bu da senin bardağın”

“O çanta annenin çantası”

“Arkadaşına ait oyuncağı oynamadan önce izin istemen daha doğru”

“Ücretini ödemediğimiz çikolataya henüz sahip değiliz, bu yüzden ödemeyi yapıp marketten çıkarken açıp yiyebilirsin”

Bu gibi ifadeleri kullanarak ona sınırları ve sahip olunan/olunmayan şeyleri fark ettirerek bu süreci hızlandırabilirsiniz. Elbette bu süreçte çocuğun kendisine ait eşyalarını muhafaza etmesine müsaade etmeli ve ondan izinsiz onun eşyaları ile ilgili kararlar almamalıyız. Örneğin çocuğa sormadan ona ait bir oyuncağı veya kıyafeti ondan gizli bir başkasına hediye etmemeli ya da ödünç vermemeliyiz. Çünkü çocuklar söyleneni değil yapılanları model olarak öğrenme eğilimindedir.

Mülkiyet kavramı gelişmemiş bir çocukta ne gibi özellikler görürüz?

Yazının Devamını Oku

Şimdi ve burada anı yaşamalı

2 Aralık 2020
İnsan ve varoluş deyince aklıma sanırım ilk olarak “şimdi ve burada” anı yaşamanın önemi geliyor. Özellikle son bir yılda yaşadığımız süreç dünde takılı kalmanın ya da gelecekle ilgili henüz yaşanmamış şeylerin kaygısını hissetmenin anlamsızlığını, bugünün ve yaşadığımız anın ise ne denli kıymetli olduğunu fark etmemi sağladı.

Şu anı fark edemediğimizi, duygularımıza odaklanamadığımızı, aldığımız nefesin, tattığımız tatların, burnumuza gelen kokuların, tenimize değen rüzgarın farkında bile olmadığımızı, gün içerisinde nasıl da oradan oraya savrulup gün sonunda hiç bir şeye yetişemediğimizi gördükçe biraz durmaya, durgunlaşmaya, kendimize, bedensel farkındalıklarımıza, duyu organlarımızın dış dünyadan elde ettiği uyarıcılara daha fazla kıymet vermemiz gerektiğini fark ettiğim bir süreçten geçiyorum.

Sanırım yetiştirilme tarzımızın bir getirisi olarak hepimiz bir şeyleri biriktirmeye, geleceğe dair planlar yapmaya, zamanı daha sonra harcamak üzere bir köşede tutup hep özel günler için hayatı ertelemeye eğilimliyiz. Örneğin annelerimizin büfede bekleyen yemek takımları, misafir için kapalı tutulan salonları veya özel günlerde giyilmek için beklettikleri kıyafetleri bizim de hayatı depolayıp daha sonra kullanılmak üzere saklamamıza sebep olan bir yapıya bürünmemize neden oluyor. Hepimizin özel günler için sakladığı kıyafetleriyle birlikte daha sonra yaşamayı hedeflediği güzelliklerle dolu bir gelecek beklentisi var. Öyle ki, en güzel tatil henüz gitmediğimiz tatil, en keyifli sohbet sık görüşemediğimiz arkadaşımızla yapılan, en güzel yemek ise henüz yemediğimizmiş gibi geliyor. Halbuki, bu anda bazen yediğimiz bir elmadan alabileceğimiz lezzet ne öncesinde ne de sonrasında alınabilecek tüm lezzetlerin önüne geçecek kıymete sahip olabilir. Bazen kahve sadece kendimizle baş başayken içildiğinde aromasını en yoğun şekilde bize hissettirebilir. Ve bazen gidilen en güzel tatil yol üstünde kalınmış herhangi bir pansiyonun penceresinden güneşin doğuşunu izlemek şeklinde olabilir. Burada aslında ana unsurun eşyalar, durumlar, kişiler değil de, kendimiz olduğunun farkına vardığımızda dünyamız değişiverir.

Yazının Devamını Oku

2020’ye mektup

13 Ekim 2020
Sevgili 2020, geldiğin andan itibaren küresel anlamda insanoğluna çok büyük dersler verdin. Depremler, savaşlar, büyük patlamalar… İnsanoğlunun doğaya, çevreye ve kendisi dışında yeryüzünü paylaştığı diğer tüm canlılara karşı belki de bu zamana kadar farkında olmadan verdiği zararların cevabını vermişsin gibi hissediyorum.

Her ne kadar kısa vadede düşündüğümüzde hem ülkemizde hem de dünyada olup bitenlerin sebebini açıklayamıyor gibi gözüksek de bence yaşadıklarımız öncesi ve sonrası çok açık bir tabloda karşımızda duruyor.

Sosyal hayatta, ekonomimizde ve eğitim alanında getirdiğin zorluklara ek olarak, iç dünyamızda yarattığın etkilerden kaynaklı psikolojik anlamda birçok probleme sebep olmuş olsan da bir yandan da bize hayatın değerini öğrettin. Aldığımız her nefesin kıymetini, ailemizle bir arada kalabilmenin ve her şeyden önce sağlıklı olabilmenin ne denli önemli olduğunu bir kez daha hatırlattın diye düşünüyorum. Nitekim özellikle metropol kent yaşamı süren biz kentlilerin, bazen durup kendimizi dinlemek, doğayla baş başa olmak, ailemize daha fazla zaman ayırmak, kendimizi tanımak ve hayattan beklentilerimizi analiz edebilmek adına kendimize yeterince zaman ayırmıyormuşuz gibi hissediyorum. Örneğin pandemi sebepli karantina sürecinde uzun süreli olarak evde olmak birçoğumuzun hayatını zorlaştırmış gibi gözükse de bir yandan da okunmamış kitapları okumaya, yapılmamış sohbetleri yapmaya, karşılıklı içilmesi sürekli ertelenmiş kahveleri içmeye de fırsat tanıdığını düşünüyorum.

Elbette ki sosyal yaşamdan soyutlanmış olmak ve çalışma hayatımızı askıya almak ekonomik sıkıntıları beraberinde getirse de sosyal ilişkilerimizin,  seyahatlerimizin uzun vadeli askıya alınmış olması, iyi veya kötü günlerimizi sevdiklerimizle paylaşamıyor olmak bizi yormuş olsa da bir yandan şunu söylemeyi öğrendik diye düşünüyorum “Yeter ki sağlıklı olsunlar.” Bu cümleyi kurduğunuzda sanırım hepimizin aklına ebeveynlerimiz geliyor. Onlar için neler yapabileceğimizi, toplum olarak büyüklerimizi ne denli önemsediğimizi aslında pandemi döneminde bir kez daha kanıtladık diye düşünüyorum. Bu toplumsal anlamda beni çok çok mutlu eden bir detay. Ülkemin insanının kendi büyüklerine bu denli özenli yaklaşması ve önce onların sağlığı için sağlık kurallarına bu denli uyması beni ciddi anlamda gururlandırdı.

Bunların yanı sıra birçoğumuz kendimizle baş başa kalma fırsatını belki de ilk defa pandemi sürecinde bulabildik. Karantina sürecinde telaşsızca yapılan kahvaltılarda çocuklarımızın sohbetlerine dahil olma fırsatı bulduk mesela, onlarla daha fazla oyun oynamaya, uyku öncesi daha fazla sohbet edebilmeye başladık. Bir şeyleri yetiştirme, bir yerlere koşturma telaşımız olmadığı için belki de “şimdi ve burada” anda kalmayı uzun zamandır ilk kez başarabildik.

Dolayısıyla 2020, sana karşı bazı kızgınlıklarım ve hayal kırıklıklarım olsa da benden götürdüklerin kadar bazı güzel farkındalıkları da beraberinde getirdiğini düşünüyorum ama biliyor musun bence artık gitme vaktin geldi. Senden ricam daha fazla canımızı yakmadan sevdiklerimizi bizden almadan,  usulca aramızdan ayrılman. Sanırım vermek istediğin dersleri aldık ve seni anladık. Bundan böyle zamanın kıymetini, sevdiklerimizin değerini ve anı yaşamanın önemini daha fazla içselleştireceğimize inanıyorum ve seni sevgiyle kucaklayıp saygıyla kabul ediyorum.

Sağlıkla kal ve maskeni takmaya, sosyal mesafeni korumaya özen göster olur mu :)

Yazının Devamını Oku

Eğitime koronavirüs engeli

13 Mart 2020
Koronavirüs hepimizi psikolojik olarak derinden etkiledi. Her yerde panik havası ve büyük bir telaş var. Evde, sokakta, okulda her yerde risk gittikçe büyüyor.

Koronavirüs hepimizi psikolojik olarak derinden etkiledi. Her yerde panik havası ve büyük bir telaş var. Evde, sokakta, okulda her yerde risk gittikçe büyüyor. Tabii kararlar koruyucu olmak adına alınsa da bu süreçte ne yaptığımız da çok önemli.

Örneğin, okulların bir hafta tatil, bir hafta uzaktan dijital eğitim ile devam edeceğini duyduğumuzda bu süreci nasıl geçireceğimizin de telaşı sardı hepimizi. Çalışan anneler çocuklarını nereye bırakacaklarını düşünüyor kara kara, çalışmayan anneler evde iki hafta boyunca nasıl oyalayacağının derdine düşmüş durumda. Yani yeniden bir panik havası sardı herkesi.

Bu süreçte dikkat edilmesi gerekenlere özen gösterdiğimiz sürece gerilmeye ve telaş yapmaya hiç gerek yok. Genellikle anne babalar çocukları evde nasıl oyalayacaklarını düşünüyorlar bu süreçte. Bazıları tatil planı yaptı, bazıları memlekete gidiyor, bazıları için büyükanneler devreye girdi. Aslına bakarsanız süreç normal bir yarıyıl tatili veya yaz tatili gibi değerlendirilip kaos yaşamamak mümkün. Özellikle çocukları bu süreçte virüsün daha da kolay bulaşabileceği kapalı oyun parkları, alışveriş merkezleri veya kapalı spor tesislerinden uzak tutmak çok önemli. Genellikle zamanımızın çoğunluğunu evde dinlenerek ve mümkün olduğunca az kişi ile temas kurarak geçirmek en güzeli. Fırsat buldukça ve hava güzelse açık piknik alanlarına çıkıp çocukların hem eğlenmesini hem de güneşlenmesini sağlamak faydalı olacaktır. Parklar ve bahçeler de elbette önerilerimiz arasında fakat gittiğimiz parkın niteliği ve kalabalık olma durumu çok önemli. İmkanlar dahilinde evimizin bahçesinde zaman geçirebiliriz. Bu süreçte çocukların memlekete götürülmesi, köyde, yaylada, bağ evlerinde zaman geçirmesi hem virüsten korunaklı bir alan oluşturmanız açısından hem de çocukların güzel zaman geçirmesi açısından çok önemli.

Bunların hiç biri imkanlarınız arasında yoksa da bu tatil sürecini evde çocuğunuzla vakit geçirmek için bir fırsata dönüştürebilirsiniz. Örneğin uzun zamandır okumadığınız kitapları gözden geçirebilirsiniz. Bir süredir yapmayı planladığınız ve ertelediğiniz işlerinizi birlikte yapmayı teklif edebilirsiniz. Kutu oyunları, aktivite kitapları, evde etkinlik ve aktivite önerilerine göz atarak eğlenceli zamanlar geçirmeniz mümkün. Sinema saatleri veya birlikte kek-pasta-yemek yapma aktiviteleri her güne koyulabilir. Bunun yanı sıra, telafisi gereken derslerde, eksiği olan konularda ek çalışma yapması için de bir fırsat bu tatil.

Fakat hepsinden önemlisi şu ki çocuğunuza panik yapmadan bu tatilin neden gerekli olduğunu açıklamak. Bu süreçte iş birliği yaparak kriz durumunu birlikte atlatmanızı sağlamak konusunda desteğini beklediğinizi ona hissettirmeniz önemli.

Herkese sağlıklı, risklerden uzak ve kolay geçen bir süreç diliyorum. 

Yazının Devamını Oku

Emine Bulut'un kızına yaşadıklarını unutturabilir miyiz?

27 Ağustos 2019
Ona yeniden güvenebilmeyi öğretmemiz gerekiyor, yeniden gülebilmeyi, yeniden sarılabilmeyi...

Emine Bulut tüm Türkiye’nin gündeminde.. Cinayet zanlısı kocası da. Emine için üzgün, Fedai için öfkeliyiz. Peki ya kızları? O ne durumda? Ona karşı hislerimiz ne? Ya da ne olmalı? Ne yapılabilir onun için? Yaşadığı bu korkunç travmayı ona unutturabilir miyiz? Yeniden gülebilir mi? Peki sağlıklı ilişkiler kurup gelecekte kendi yuvasını kurabilir mi? Hepsi muamma...

Aslına bir tanesinin cevabını biliyorum ben; “Yaşadıklarını Unutturabilir miyiz? Unutulur mu?” Cevap: “Hayır” yaşadıklarını unutabilmesi ve hayatına kısa zamanda geri dönebilmesi çok çok zor. Unutmasını beklemek ise ona haksızlık, çünkü yaşadıklarının hiç bir anını kendi isteğiyle yaşamayan bir insana sonra da yaşadıklarını unutturmak için yaklaşmamız ne kadar da acımasızca olurdu değil mi?

Peki ne olacak ona? Toplum olarak, yetkililer olarak sahip çıkılması ve öncelikle ruh sağlığının “olabildiğince normalleşebilmesi” için destek alması gerekiyor. Yaşadığı travmaya ek olarak şu anda annesinin yas sürecini ve ölümünü de anlamaya ve kaldırmaya çalıştığı için ayrıca yas süreci için de destek alması gerekiyor elbette.

Psikolojik desteği kısa süreli değil uzun soluklu bir terapötik sağaltım biçiminde sunmamız ve yavaş yavaş iyileşmesine müsade etmemiz gerekiyor aceleci davranmadan.

Yeniden güvenebilmeyi öğretmemiz gerekiyor, yeniden gülebilmeyi, yeniden sarılabilmeyi.

Ama önce kesilmiş nefesini açıp soluk aldırmamız gerekiyor, zira şu an nefes bile alamadığı kanısındayım.

Dünyanın o kadar da korkunç bir yer olmadığını gösterebilelim isterdim ama inanacağını sanmıyorum.

Bir çocuğun tanık olabileceği en büyük vahşetlerden birini yaşadıktan sonra, soluk almasını sağlamak ve kalbinin yeniden çarpmasına yardımcı olmak ilk adımda en büyük zaferimiz olur sanırım.

Yazının Devamını Oku