Serap Melek Kılıç

“Tek çocuk olmak zor, ona bir kardeş lazım”

19 Ocak 2017
“Tek çocuk olmak zor, ona bir kardeş lazım” diyerek giriştiğimiz ikinci ebeveynlik süreci bazen umduğumuz gibi gitmeyebiliyor. Bunun sebebi de bazen yanlış bakış açıları ile yaptığımız yanlış yaklaşımlarımız olabiliyor. Peki, bu noktada nasıl davranmalı? Kardeş kararı çocuğa nasıl söylenmelidir?

Bir durumun problem halini almaması için öncelikle ilk yapılacak şey, o konuya yönelik duygu ve düşüncelerimizin netleşmesi ve sağlıklı bir zemine oturtulmasıdır. Yani ikinci kez anne baba olma serüvenine yüklediğimiz anlam bazen sadece “Oğlum/kızım tek kalmasın diye kardeş yaptık” şeklinde olabiliyor ve bu da başlı başına sarsıntılı bir zemin oluşmasına sebep oluyor.

Çocuk gelişiminin basamakları ele alındığında özellikle 0-6 yaş döneminde eve gelen kardeş için sandığımızdan daha fazla şey ifade eder. Bize göre “yanlız kalmaması, oyun arkadaşlığı, ileride kardeş istemesi, paylaşmayı öğrenmesi” gibi genel geçer düşünceler ona farklı yükler yükleyebilir. Bunun yanı sıra benmerkezci düşünme döneminde olan 0-6 yaş çocuğu eve gelen yeni bebeğin kendisine yönelik bir memnuniyetsizlik sebebi ile geldiğini düşünebilir. Artık ebeveynlerini yeterince mutlu etmediği, akıllı durmadığı, yemeklerini yemediği veya eskisi kadar sevimli olmadığı için anne ve babasının yeni bir çocuk istediğine yönelik yanlış düşüncelere kapılabilir. Çünkü ona göre evde zaten kendisi varken bir başka çocuk ihtiyacı oluşuyorsa eğer, bunun tek açıklaması kendisinin artık yeterli olmadığı yönünde olacaktır. Kaba bir tabirde bulunacak olursak, çocuk kendisini bir başka bebek ile aldatılmış ve terkedilmiş hissedebilir.

[webtv=106445]

Çoğunlukla ebeveynler bu durumu keşfedip önlem alma amacı ile abi veya abla olacak çocuğa “Senin için yaptık biz bu kardeşi, sen mutlu ol diye, onunla oyna diye, biz aslında çocuk istemiyorduk sırf sen yalnız büyüme diye…” şeklinde açıklamalar yapar. Bu tarz cümleler çocuğun kendini sorumluluk altında hissedip hatta kendine kızmasına, kendini suçlamasına sebep olan bir duygu durumuna sürükleyebilir. Özellikle de hamilelik sürecinde annenin karnındaki büyüme, sancı, ağrı, hareket zorluğu gibi durumları gördükçe de “Benim yüzümden annem acı çekiyor, ben olmasam bana kardeş yapmak zorunda kalmayacaklardı” diye düşünebilir ve kendine yönelik kızgınlık besleyebilir. Bu sebeple eve gelecek olan bebeğin sorumluluğu ve geliş sebebi kesinlikle abi veya ablaya yüklenmemelidir. Anne babasının hür iradesi ile bir bebek sahibi olduğu düşüncesi her zaman daha pozitif bir algı oluşturacaktır.

Özellikle ilk karşılaşma ve kardeşi olacağını ilk idrak ettiği zaman çok önemlidir. Miniklerin bu durumu ağır bir sorumluluk ve hayatının tamamen değişmesi olarak değil, hayatının farklı alanlarda farklı renklere boyanıp biraz daha farklılaşması olarak algılanması sağlanmalıdır. Yumuşak bir dille ablalığa/abiliğe geçişi sağlamak daha olumlu olacaktır. Bu açıdan bakıldığında, doğum zamanı gelmeden önce henüz hamileliğin ilk dönemlerinde süreci onunla paylaşmak daha doğru olacaktır.

Hayatımızın biraz değişeceğini ama birbirimize olan sevgimizin değişmeyeceğini, zaman zaman küçük ve korunmaya muhtaç olan bu tatlı bebekle biraz fazla ilgilenmemizin gerekebileceğini ama onu da hala çok ama çok sevdiğimizi, eğer sabırlı olursak ve onu sevmeye çalışırsak kısa bir süre sonra evde çok eğlenceli bir ortam oluşabileceğini ifade edebiliriz. Birbirlerini korumanın, sevmenin ve paylaşmanın hayatı daha keyifli kılacağını ve onun da bu bebekle geçirdiği zamandan çoğunlukla keyif alacağını söyleyebiliriz. Bunun yanı sıra zaman zaman zorlukları olacağını da söylemeliyiz ki olayı masalsı bir hale dönüştürüp gerçeklerle karşılaştığında hayal kırıklığı yaşamasın. Zaman zaman sahip olduklarını paylaşması gerekeceğini, bazen kardeşi için küçük fedakarlıklar yapabileceğini ama bunun aralarındaki sevgi bağını besleyeceğini belirtmeliyiz. Gelecekte de kardeşinin benzer şekillerde onun için güzel davranışlar sergileyeceğini ifade ederek, olumlu bir bakış geliştirmesi ama gerçekçi olunması en sağlıklısı olacaktır.

Yazının Devamını Oku

Benimle oynar mısın?

7 Aralık 2016
Çocukken sormaya en çok çekindiğimiz, o ilk soru: “Benimle oynar mısın?” Aslında güzel devam etse de her seferinde tekrar tekrar bizi kıvrandıran mesele…

Sahi neden bu kadar çekinirdik? Oyun gruplarına dahil olmak neden bu kadar zordu? Arkadaşlarımızla bir araya geldiğimizde zor da olsa kurulan bu cümleden sonra zaman su gibi akar, bütün gün beraber geçirilse dahi yeterli olmazdı. Şimdilerde ise sokakta oyun oynamak, komşu gezmeleri, akşam oturmaları nerdeyse yok denecek kadar az hayatımızda. Yerini tek seferlik tanıştığımız insanlarla dolu oyun parkları, alışveriş merkezleri veya evde çocuklar için anne babanın kurduğu oyunlar aldı.

Evde etkinlik ve oyun iyi güzel de bu çocuklar kimseyi görmeden kimseyle iletişime geçmeden sadece çizgi film kahramanlarından bahseder hale geldiler. Çünkü onların hayatında sadece tek başlarına oynadıkları oyun ve oyuncaklar var, bebeklerini bile birbiri ile konuştururken ikisi adına da konuşup cevap veriyorlar çünkü onlarla olan ikinci bir oyun arkadaşı yok. Bazen aynı ortama girseler bile birkaç dakika sonra herkes eline farklı bir oyuncak alıp bir köşeye geçiveriyor. Dolayısıyla bu çocukları bir araya getirmek biz anne babalara kalıyor.

Oyuncak seçimine dikkat: Aslında sorun nerdeyse çözüm de orada oluyor, yani oyuncak seçimimizde… Şiddet eğilimi olmasın diye şiddet içeren oyuncaklardan uzak durmalı ya da korkutucu karakterler veya zarar görebileceği oyuncaklar seçmemeliyiz.

Çocukların dünyasını iyi tanıyın: Neyi yapmamamız gerektiğini iyi biliyoruz ama “Neyi yaparsak daha iyi olur?” sorusuna cevap bulmakta zorlanıyoruz. Eğer daha sosyal, iletişimi kuvvetli, duygularının farkında olan ve güzel bir benlik imajına sahip, arkadaşlık ilişkileri yolunda çocuklar yetiştirmek istiyorsak onların dünyasını iyi tanımalı ve o dünyayı iyi kavramlarla beslemeliyiz.

Yazının Devamını Oku

Çocukların arkadaşlık ilişkileri geliştirilmeli

6 Aralık 2016
Çocukların sosyal gelişimleri ailede başlar, arkadaşlık ilişkileri sayesinde gelişir. İşte bu nedenle Pedagog S. Melek Kılıç, çocukları arkadaşlarıyla sıkça bir araya getirmek gerektiğine vurgu yapıyor, arkadaşlık ilişkilerinde sorun yaşayan çocukların ailelerine tavsiyelerde bulunuyor.

Sosyal yaşam ve sosyalleşmek deyince akıllarımızda hep aynı imaj canlanıyor; sinema, tiyatro, hobi etkinlikleri, alışveriş ve geziler… Ancak insan biliminde sosyalleşmek farklı anlamlara gelir. TDK sözlüğünde “toplumsallaşma” olarak da tanımlanan kavram; “bireyin kişilik kazanarak belli bir toplumsal çevreye hazırlanması, toplumla bütünleşmesi süreci” olarak ifade edilir. Buradan da anlaşılacağı üzere, çocuklarımızın toplumsal yaşamda kendini ifade edebilen birer birey olmaları ve çevrelerindeki bireylerin de hak ve özgürlüklerine karşı saygılı olmayı öğrenebilmeleri için onları arkadaşları ile sıkça bir araya getirmeliyiz.

Çocuklarımızı yetiştirirken onlara kazandırmak istediğimiz güzel davranışları ortaya çıkarabilmek ve besleyici olabilmek için elbette öncelikle biz benzer tutumlar sergilemeliyiz. Yani sosyal ilişkilerimizin sıklığı ve kalitesi, sosyal ortamlardaki tutumlarımız, arkadaşlarımızla ilişkilerimizde sorun çözme becerilerimiz çocuklarımız tarafından gözlemlenip model alınır. Bolca sosyal ortam gören, farklı insanlarla tanışmaya açık, ilişkilerini sürdürme becerisi gelişmiş ve arkadaşlık kavramına önem veren bir ailede büyüyen çocuk, elbette ki arkadaşlık ilişkilerini kurma ve sürdürmede zorluk yaşamadan sosyalleşmeyi başarabilir.

Konuşmayı deneyin, oyuncaklardan yardım alın: Zaman zaman çocukların sağlıklı arkadaşlıklar edinme, ilişkilerini sürdürebilme ve gerektiğinde sonlandırabilme becerilerinde sorun yaşadıklarını gözlemleriz. Bu gibi konularda çocuklarla konuşmayı denemek, bazen oyuncaklardan yardım alarak duygularını dışsallaştırarak (kendi hayatından değil de başka bir hikayenin kahramanından bahsediyormuş gibi konuşmak), paylaşımda bulunmak fayda sağlayabilir. Mesela hayal kırıklığına uğradığı bir arkadaşına karşı ortaya çıkabilecek duygu durumları hakkında arkadaşlık temalarına sahip oyuncakları canlandırarak, olay onların arasında geçmiş gibi dışsal bir paylaşım yapıp, çocukların hem ikili olarak duygularını dışa vurmaları hem de anne babaların çocukları ile sağlıklı bir şekilde süreci değerlendirmeleri sağlanabilir. Bu sayede çocuk, direkt olarak olayla ilgili sorguya çekilmiş gibi bir hisse kapılmadan veya özel hayatına müdahale edildiğini düşünmeden iç dünyasını rahatlıkla açmaya yanaşacaktır.

Uzmana başvurun: Anne ve babaların sosyalleşme sürecinde gösterdikleri tutum ve değişim çabalarına rağmen çocuğumuzda hala arkadaş ilişkileri kurma ve sürdürmede sorun görüyorsak o zaman bir uzman desteği alabiliriz.

Oyun terapisi de çözüm olabilir: Genellikle 0-6 yaş çocuklarının oyun kurma ve oyuncaklarla oynama yöntemleri, karakter seçimi, oyuncaklarıyla oynarken duygu durumları ve değişimlerini gözlemlediğimiz “oyun terapisi” ise bu süreçte çocuğu anlamaya ve aile ile uzlaşma sağlamaya yardımcı olabilecek iyi bir yardım şeklidir.

Yazının Devamını Oku

Tek seferde birden fazla oyuncak almayın

5 Aralık 2016
Uzmanından ailelere oyuncak seçimi konusunda çok önemli uyarılar...

Çocuğunuz oyun oynadıkça duyuları hassaslaşmaya, becerileri çoğalmaya ve yetenekleri su yüzüne çıkmaya başlar. Oyun esnasında analiz-sentez becerisi kazanmaya, neden-sonuç ilişkisi kurmaya ve yaşamda aktif rol oynamaya başlar. Kendi dünyasında tek hisseden çocuk, 3 yaş dönemine kadar devam ettirdiği ‘ben’ bakış açısını ‘biz’ olarak genişletmeye ve dış dünya ile gerçekçi, samimi ilişkiler kurmaya başlar. Bu nedenle de çocuk gelişiminde, özellikle de 3-6 yaş döneminde, oyun ve elbette oyunların ayrılmaz bir parçası olan oyuncaklar büyük bir öneme sahiptir.

Peki, anne babalar çocukları için doğru oyuncak seçimini nasıl yapmalı ve seçim konusunda nelere dikkat etmeliler?

Yazının Devamını Oku

Ev kazalarına dikkat!

28 Kasım 2016
1-4 yaş arası çocuk ölümlerinin nedenleri arasında, ev kazaları 4. sırada yer alıyor.

Yapılan resmi araştırmalar, 1-4 yaş arası çocuk ölümlerinin nedenleri arasında, ev kazalarının 4. sırada yer aldığını göstermektedir. En çok görülen ev kazaları ise düşmeler, kesici maddde (bıçak, cam kırığı, çatal) yaralanması, zehirlenme, yanma ve elektrik çarpması olarak belirlenmiştir. Balkon, pencere, mutfak, banyo, merdivenler en yoğun tehdit alanları arasında yer almaktadır.

Sağlık Bakanlığı'nın verilerine göre ise bebek ve çocuklar için yapılan 112 acil yardım çağrılarının % 75'i ev kazaları ve boğulmalarda alakalıdır. Son 5 yılda 140.000 çocuk, ev kazası sonucu hastaneye başvurmuş ve bunların 2.500'den fazlası hayatını kaybetmiştir.

Lütfen çocuklarınızın ev kazalarına karşı güvenliğini sağladığınızdan emin olun. "Nasılsa yanındayım, ben varken birşey olmaz, zaten daha çok küçük, ben 2 dakikaya geliyorum, şurda 5 dakika otur sen, ne olabilir ki" gibi yanılgı cümleleri ile bebeğinizin hayatını şansa bırakmayın!

Yazının Devamını Oku

Savaşa dönüşmeyen ebeveyn-çocuk ilişkisi mümkün

5 Eylül 2016
Çocuklarınızın sizden intikam alan değil, masum birer birey olduğunu unutmayın.

“Şımarık, bizi kullanıyor, intikam alıyor, agresif, hep böyle zaten, hiç söz dinlemez, kafasının dikine gidiyor, beni deli ediyor, ne yapsak değişmiyor, gözümün içine baka baka…” gibi cümleler, çocukları ile ilgili sıkıntılarından bahseden anne babaların sıkça dile getirdikleri tanımlamalar arasındadır. Birbirlerine karşı veya bir başkasının çocuğundan bahsederken cümleye bu şekilde başladıklarına çok sık rast geliriz. Kimi zaman anne baba, bu gibi cümleler kurmamaya özen gösterirken, çevrelerinden ‘çocukları ile ilişkilerini analiz eden’ bilirkişiler tarafından bu gibi tespitlere maruz kalırlar. “Bu çocuk sizi kullanıyor, çok şımartmışsınız, parmağında oynatıyor sizi, sizden intikam alıyor” gibi...

İşin daha da garip yanı ise zaman zaman çocuk psikolojisi alanında uzman kişilerin dahi bu gibi kavramlara başvurması, hatta bu cümlelerden oluşan yazılar veya bilimsel çalışma ve kitaplar yayınlamalarını üzülerek izlemek durumunda kalabiliyoruz. Bu ve benzeri yakıştırmaların hem ebeveynler hem de çocuklar üzerinde büyük bir baskı yarattığını, ikili ilişkilerin birer denge savaşına dönüştüğünü unutmamalı ve çocuklarımızın karakterlerinin oluşumuna ciddi darbeler vurduğunu mutlaka göz önünde bulundurmalıyız.

Nedenine gelince sevgili ebeveynler; çocuklarınızın “kendilerini ifade etme çabalarını, kendilerine göre edindikleri çözüm arama yollarını” zaman zaman sağlıksız, ısrarcı ve öfkelendirici bulabilirsiniz. Ama bunun çözümü olarak onlara karşı daha da öfkelenip agresif bir tutuma girmenin, süreci daha da pekiştireceğini unutmadan hareket etmeli ve oturmuş bir karakteristik davranış oluşmadan önce, yavaş yavaş çocuğunuzu ılımlı çözüm arayışlarına yönlendirmelisiniz.

Çözüm ise onlara karşı suçlayıcı ve zarar verme ihtimalinizi arttıracak ifadeleri kullanmaktan kaçınmak ve çevrenizde bu gibi yaftalamalarda bulunanlar varsa eğer onlarla olan iletişiminizi kontrol altına almaktan geçiyor. Çünkü kendini size anlatmak için farklı yollara başvuran ve negatif tutumlar içine girdiği zaman çok fazla dikkatinizi çektiğini fark eden çocuk bu doğrultuda çözüm arayışına girme eğilimini arttıracaktır. Dolayısıyla çocuklarınızın sizi kullanan, sizden intikam alan, inadınıza hareket eden, sizi takmayan birer sosyopat değil de masum birer yavru olduklarını unutmamanız gerekiyor.

Onlara karşı pozitif gözlüklerinizi takıp neyi neden yapmaya eğilimli olduğunu, hangi davranışlarımızla onu bu konuda ısrarcı hale getirdiğimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Onlara karşı kılıç kuşanıp meydan savaşına girmemize sebep olacak her türlü agresyon içeren ifade ve etiketlemelerden uzak kalmaya çalışmak ve bu gibi ifadelerle ilişkimizi analiz eden uzman veya tanıdık bilirkişilerin tespitlerine itibar etmemek gerekiyor. Unutmayın, çocuklar “inatlaşmaz, parmağında oynatmaz, sizi kullanmaz, intikam almaz.” Çocuklar sadece anne babalarına seslerini duyurmaya ve onlara neyi, nasıl istediklerini farklı yollarla anlatmaya çalışırlar. Sağlıklı şekillerde seslerini duymaz veya duymazdan gelirsek, daha sağlıksız yollara başvurmak zorunda kalırlar. Bu nedenle onlara olumsuz etiketler yükleyerek düşmanlaştırmadan ve sıcak savaşa girişmeden önce sakince ve onun doğasına pozitif bakarak anlamaya çalışmalıyız.

Yazının Devamını Oku

“Çocuğumun hayali bir arkadaşı var”

28 Temmuz 2016
Bu durum çocuğun sosyalleşme sürecini engelleyebilir.

Genellikle 3 yaş civarı kendisini gösteren hayali arkadaş kavramı, çocukların kendilerine evcil bir hayvan, bir çizgi film karakteri, bazen tanıdığımız bazen de tanımadığımız bir arkadaş olarak ortaya çıkabilir. Çocuklar bu hayali arkadaşları ile kurdukları sembolik oyunlar esnasında “-mış gibi” yaparak ikili diyaloglar kurabilir, bazen tek taraflı konuşabilir, bazen de çevresindekileri o hayali arkadaş ile tanıştırıp oyunlara dahil etmek isteyebilirler. Bu gibi durumlarda ailelerin kesinlikle paniğe kapılmayarak çocuğun sembolik oyununa dahil olması ve hayali arkadaşı sevgi ve içtenlik ile kabul ederek sisteme dahil etmesi gerekir.

Elbette bazı handikapları da beraberinde getiren hayali arkadaş, bazen çocuğun sosyalleşme sürecine ket vurabilir. Dış dünya ile etkileşime girdiğinde zorlanma, öz güven eksikliği veya içe kapanık davranış sergileyen çocuklar hayali arkadaşları ile geçirdikleri zamanları gerçek arkadaş edinmeye ve sosyal ilişkiyi devam ettirmeye tercih edebilir. Bu gibi durumlarda ailelerin, hayali arkadaşı konusunda çocuğu incitmeden, gerçek sosyal ilişkiler kurmak konusunda çocuklarını teşvik etmelerinde fayda vardır. Çünkü çocuğun gerçek çocuklarla gireceği ilişki ve yaşayacağı paylaşımlar yerine, hayal dünyasına kaçışı tercih etmeye başlaması ilerleyen süreçte sıkıntı oluşmasına sebep olabilir. Bu nedenle ailelerin çocuklarını sosyalleşebilecekleri akranları ile bir araya getirmeleri, oyun gruplarına daha fazla dahil etmeleri ve çocuğu zorlamadan sosyalleşmeye teşvik etmeleri gerekir.

Çocuğunuzun psiko-sosyal açıdan başa çıkmakta zorlandığı süreçler olabileceği göz önüne alınarak bir uzmana başvurulmasında fayda görülmektedir.

Yazının Devamını Oku

Barbie bebek sendromu ve olumlu beden imajı

24 Haziran 2016
Çocuklar kendilerine benzemek istediği oyuncakları tercih ediyor.

Beden imajı, çocuğun doğumu itibari ile başlayıp kendisini algılama biçimi ve beden algısını etkileyen dış uyaranlara karşı geliştirdiği bir çeşit bakış açısı olarak ifade edilebilir.

Dış dünyadan gelen uyaranlar, çocuğun dış görünüşüne yönelik yorumlar, benzetmeler, soya çekim arayışları, beklentiler, çocuğun beden duruşu ile ilgili aldığı mesajların ve kendi keşiflerinin etkisi ile özellikle ergenliğe giriş döneminde ciddi bir uyarıcı haline dönüşebilir. Öyle ki çocuk için dünyanın merkezinde sadece kendisi ve kendisinin diğer insanlar tarafından nasıl algılandığı vardır. Bu süreçte diğer bir belirleyici ise çocuğun etkileşimi olduğu 2. temel uyaran topluluğu yani oyun ve oyuncaklardır. Çocuklar oyuncakları sadece eğlenmek için tercih etmezler, dış görünüşünden etkilendikleri için kendilerine benzerlikleri veya benzemek istedikleri için oyuncak tercihlerini belirlerken farkında olmadığımız bazı gizli mekanizmalarla hareket edebilirler. Bununla birlikte oyuncak bebekleri veya oyuncak kahramanları ile benzer imajlar geliştirme çabasına giren çocuk, ergenlik öncesi süreçte bilinçaltında biriktirdiği mesajların etkisi ile kendisine yönelik bir tutum geliştirmeye başlar, normal olanın kendi bedeni değil de mükemmele yakın görünüme sahip olan beden olduğu düşüncesi ortaya çıkabilir.

Hatta bazen organ eksikliği veya kronik hastalıklar ile başa çıkmaya çalışan çocukların kendi içlerinde normal olmadıklarına yönelik algı oluşabilir. "O olma çabası" ile karşı karşıya kalan çocuk mutsuzlaşmaya, kendine yönelik aşağılayıcı bir tutum geliştirmeye ve ilerleyen yaşlarında da ölümcül diyetler yapmaya, abartılı saç veya makyaj hileleri ile kendisini olduğundan farklı bir insana çevirmeye çalışabilirler. Burada bahsedilen "O" bazen bir oyuncak bebeğin, bazen bir mankenin, bazen bir arkadaşının veya akla gelmeyen herhangi bir bireyin imajı olabilir. Bu da kişiliğinin zarar görmesine ve kendisine yönelik düşük bir öz güven ve zedelenmiş bir benlik algısına sebep olabilir.

Yazının Devamını Oku