Görüntülü ve sözlü naklen yayın eziyeti

Türk futbolunu “marka”, kendisini de “duayen” ilan eden Şansal Büyüka’nın “çayır çimen” meselesi üzerine hassasiyetini alkışlıyoruz. Lakin ekranı çöplüğe çeviren yayıncılığına da akıl erdiremiyoruz. İş bu risale bu garabeti beyan eder.

Haberin Devamı

Sevgili duayenimiz Şansal Büyüka, Maraton’da yine çayır çimen meselesine takılmıştı. Hecelerinin üzerine tek tek basarak Mustafa Denizli ile Tümer Metin adındaki iki mazlum masa arkadaşına yükseliyordu.
“Bu çirkin zeminler futbolumuzun marka değerini düşürüyor” deyip, asabiyet beyan ediyordu. Denizli ve Metin ikilisi de içlerinden “Yine başladık” diye geçirseler de edeplerini bozmadan dinliyorlardı.
Şansal Büyüka’ya göre futbolumuzda her şey dört dörtlüktü, ek yerimiz ise bu “çayır çimen” meselesiydi. Sebep olanlar Allah’ından bulsundu.
“Amen” veya futbolun terminolojisine uygun olarak oley!


EKRANDA SÖZLÜ EZiYET


Şansal Büyüka, kendi kendine verdiği gazı yoğunlaştırdığı sırada, ortasına oturduğu masa Fenerbahçe maçının otopsisini yapıyordu.
Bir kuşkulu pozisyonu konuşmak Şansal Büyüka’nın temposu yüzünden üç dört dakika sürerken, yönetmen de bu üçlüyle kafa bulmak için aynı görüntüyü arka arkaya ekrana getiriyordu.
Üç beş saniyelik bir montajla arz edilen görüntü kimi zaman kırk elli, kimi zaman da altmış yetmiş kez seyrettiriliyordu.
“Seyircinin fıttırmasına sebep olabilir miyiz?” kaygısı yaşamayan Bay Şansal Büyüka, naklen yayın sırasında yaptıkları “görüntülü eziyete” Maraton’da sözlü olarak eziyet etmeye devam ediyordu.
Nasıl olsa yayıncı kuruluş tek tabancaydı. Karışanı görüşeni yoktu.
Sezon sonunda, akademik anlamda varlık gösteremediği için televizyonda adını söyletmeyi uman üç beş “ezik üniversite” tarafından yayıncılık şampiyonu ilan edileceklerdi.
Tahta üzeri metal olanı 150 liradan, safi cam olanı 100 liradan satılan “şampiyonluk plaketinin” elden teslim görüntüleri de defalarca ekrana getirilecekti.


* * *

Haberin Devamı


Kelleşmiş sahalardaki çayır çimen yetmezliğini gözümüze sokan yayıncı kuruluş, nedense detayları üzerine kafa yorduğu Fenerbahçe maçında, ekrana bindirilen reklamlardan hiç söz etmiyordu.
Naklen yayın anında ekranın çöplükten, sirk afişinden farkı yoktu.
Hakem sarı kart gösterdiğinde ekranın üçte birini “Gerçek sarı bizim çay” reklamı kaplıyordu. Gol atıldığında “Hakem gol didi” sloganı ile başka bir meşrubat logosu görüntüleri örtüyordu.
Her pozisyona her ayrıntıya uyan bir reklam bandı vardı.
Onların sürümünden fırsat bulunduğunda ise karşı tribündeki seyircilerin üzerine başka reklam levhaları bindiriliyordu.

Haberin Devamı


SAHANIN ÜÇTE BiRi YOK


Lig TV’nin reklam servisinin elinden kameramanlar da yılmıştı, naklen yayınları yönetenler de.
Çünkü kameranın karşıdan gördüğü tribünün üzerine “dijital reklam panosu” yerleştirmek, özen isteyen bir işti. Kameraman karşı tribünü yeteri genişlikte tuttuğu zaman, futbolun oynandığı yeşil alanın üçte biri kayıt dışı kalıyordu.
Çimler ne kadar bakımlı, marka değerine ne ölçüde katkıda bulunursa bulunsun “yayıncı kuruluşun iradesi” sayesinde zaten üçte biri ekrana gelemiyordu.
Sırf bu reklam düzeneği yüzünden kaçan pozisyonların, seyredilemeyen detayları hesabı belli değildi.
Digitürk yayın hayatına girerken müşterisine “Temiz ekran” sözü vermişti. Reklamlarla kirletilmeyen bir ekranın karşılığında “tam paket için” ayda yüz liranın üzerinde para alıyordu.
Kelle başına yılda bin liranın üzerinde para kesen yayıncı kuruluş, bu reklam işini yavaş yavaş deforme etmeye başladı. Önce bir diziye, sonra yirmi dakikalık bir komedi dizisine reklam sokuşturdular.
Ekranı yayın sırasında daraltma, görüntünün altına üstüne reklam kuşağı koyma, görüntünün üzerinden yazılı bantlar geçirme... Ne ararsan vardı.
Müşteri tepki vermedikçe dozajı arttırdılar. Yayıncı kuruluşun reklamcıları çözmüştü işi. Müşteri koyun reflekslerine sahip olduğundan tepki vermiyordu. “Tüketiciyi koruma” adına çalışan resmi ve sivil toplum kuruluşları da aldırmıyordu.


* * *

Haberin Devamı


Futbol yayınlarında ise iş çığırından çıkmıştı.
Avrupa ve Dünya Kupası gibi organizasyonlarda, Şampiyonlar Ligi maçlarında ekrana sinek bile konduramıyordun. Çünkü dünya futbolunu yönetenler “Ekranın çöplüğe dönmesi halinde” seyircinin kaçacağını biliyorlardı.
Futbolun en büyük gelir kapısı olan naklen yayınları titizlikle koruyorlardı.
Bizde ise ekranı sirk afişine çevirmek serbestti. Ne tüketiciden bir tepki vardı. Ne de federasyonun başına dikilen zengin çocuğunda böyle bir idrak.
Tribündeki seyirciyi kaçırdık. Şimdi sırada çöplüğe döndürülen naklen yayın ekranının çilesini çeken “paralı TV seyircisi” var. Onun başını da Lig TV yiyecek.
Kendisi Maraton’da bir pozisyonu anlatırken, ekranın üzerinde unutulmuş “Dakika 19” notuna tahammül edemeyip “şunu kaldırın” diye yayın masasını uyaran Şansal Büyüka, aynı hassasiyeti Lig TV seyircisine göstermiyor.
Lafımızın kuyruğuna düğüm atıp, yazımızı öyle bitirelim. Ne demiş atalarımız:
“Deve kendi hörgücünü görse, eşeğin yüzüne mahcup mahcup bakardı...”

Yazarın Tüm Yazıları