Çubuk’taki evde mahsur kalan Türk demokrasisiydi

Bir ülkenin ana muhalefet liderinin bir şehit cenazesi sırasında saldırıya hedef olup son çare olarak bir köy evine sığınması, burada iki saate yakın mahsur kaldıktan sonra ancak zırhlı bir polis aracına sokularak kurtarılabilmesi, o ülke için her bakımdan rahatsız edici bir hadisedir.

Haberin Devamı

Muhalefet bir demokrasinin -onsuz düşünemeyeceğimiz- en temel unsurları arasındaysa, ülkenin ana muhalefet lideri bir evde bu koşullar altında kuşatıldığında içeride mahsur kalan, onunla birlikte demokrasinin bizzat kendisidir.

*

TV ekranlarından izleyen her vatandaşın da gözlediği gibi olayların akışı çok daha kötü bir seyre de girebilirdi. Anadolu’nun ulaşılamayan ücra bir köşesinden değil, başkentin hemen yanı başında, şehir merkezine 40 kilometre uzaklıktaki bir yerleşimden söz ediyoruz. Uzun bir zaman dilimine yayılan bu hadiselerin üstelik Milli Savunma ve Milli Eğitim bakanları ile Genelkurmay Başkanı ve güvenlik bürokrasisinin başka üst düzey temsilcilerinin bulunduğu bir ortamda meydana gelebilmesi tabloyu daha da vahim kılıyor.

Bu düzeyde katılımın olacağı bir tören öncesinde yapılması gereken güvenlik planlaması ve patlak verdikten sonra krizin idaresi anlamında devletin ilgili birimleri iyi bir sınav vermemiştir. Ciddi ölçülerde bir ihmal ve görev zafiyeti söz konusudur.

*

Haberin Devamı

Karşımızdaki görüntü her bakımdan problemlidir. Herkesin birlikte saf tuttuğu bir şehit cenazesinin ülkedeki en geniş kenetlenmeyi, toplumsal birliği ve dayanışmayı simgelemesi gerekirken ülkenin huzuruna kasteden bir saldırganlığa sahne olması çok üzücüdür.

TV ekranlarından önce Türk toplumuna, ardından bütün dünyaya yayılan bu görüntülerden en çok hoşnutluk duyan kesimin dört askerimizi geçen cuma gecesi Çukurca’da şehit eden PKK teröristleri ve onların Kandil’deki elebaşları olduğuna şüphe olmamalıdır.

Bu linç girişiminin son derece sert ve gergin geçen bir seçim kampanyasının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen perşembe günü yaptığı bir konuşmada ülkede normalleşme ihtiyacına vurgu yaptığı bir dizi mesaj vermesinin hemen ertesine rastlaması da dikkat çekicidir.

Erdoğan, “seçimin yükselttiği siyasi rekabetin toplumun sosyolojisinde ve ekonomisinde yol açtığı gerilimlerin geride kaldığını” belirterek, “Siyaset, milletin maslahatını kendi menfaatinin önüne koymayı gerektirir. Türkiye’nin bekası, vatandaşlarımızın birlik ve beraberliği her türlü politik hesabın üstündedir” diye konuşmuştur.

Haberin Devamı

Erdoğan, aynı konuşmada “Türkiye ittifakı” gereğinden söz etmiş, “musafahalaşma, kucaklaşma” çağrısında bulunmuştu.

‘Musafaha’, anlam olarak el sıkışma, selamlaşmanın karşılığı olan bir kavram. Belli ki, bu el sıkışmayı istemeyen birileri var.

*

Bu olaydan gereken derslerin çıkarılması, en azından bundan sonra benzer hadiselerin, provokasyonların tekrarının önlenmesi, kurulabilecek tuzakların püskürtülmesi açısından zorunludur.

Şunu da unutmayalım, özellikle seçim dönemlerinde kampanya hedefleri için başvurulabilen ötekileştirici söylemler toplumun belli kesimlerinde kök salarak kendine bir yaşam alanı açabiliyor. Bu söylemden daha sonra vazgeçilmek istense bile, zihinlerde yaratılmış, yerleşmiş olan algıların silinmesi kolay olmuyor.

Haberin Devamı

Nefret söyleminin, kutuplaştırmanın bir topluma istikrar ve huzur getirdiğinin dünyada emsali yoktur. Eğer gerçekten toplumsal barış hedefleniyorsa çatışma dilinden uzak durmak, toplumun bütün kesimlerine saygılı, birleştirici bir dil kullanmaktan başka geçerli bir seçenek bulunmuyor.

Üstelik ülkemizin yakın tarihi hâlâ kutuplaşma nedeniyle ödenen yüksek bedellerin yüküyle doludur. Geçmişin o ürkütücü izdüşümlerinin yeniden önümüze çıktığını görmek istemiyoruz.

*

Çubuk’un Akkuzulu Mahallesi’nde yaşanan saldırı eyleminin ülkede yarattığı olumsuz havayı dağıtmak için sihirli bir çözüm aramaya gerek yok. Çözüm çok yakında, elimizin altında, dokunabileceğimiz bir mesafededir.

Haberin Devamı

Saldırganlıktan, şiddetten, linç kültüründen beslenen zihniyeti etkisiz kılmanın yolu ona karşı barışçı yöntemlerle en geniş toplumsal dayanışmayı seferber etmekten geçiyor. Bu seferberliğin -en yukarıdan aşağıya kadar- toplumun en geniş katmanlarını, devletin ve siyasetin önde gelen bütün aktörlerini içine alması şart. Yaşanan saldırının bütün bu kesimler tarafından olabilecek en kuvvetli ve net ifadelerle kınanması Türkiye’yi yeniden bir çatışma ikliminin içine atmak isteyen bu zihniyet karşısındaki en etkili silahtır.

Hiçbir tartışma, hiçbir çekişme konusu Türkiye’nin huzurundan, toplumsal barışından, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ideallerinden daha hayati değildir.

Yazarın Tüm Yazıları