Tükenmişlik bundan yaklaşık 50 yıl önce ilk kez ortaya atıldığında “Duygusal bitkinlik, motivasyon kaybı ve adanmışlıkta azalmayı” tarif etmek için kullanılmıştı. Şu anda üç boyutta tanımlanıyor: kişinin yaşadığı; fiziksel, zihinsel ve ruhsal yorgunluk sonucu gelen “Duygusal tükenme”, profesyonel anlamda yetersiz hissetme ile gelen “Kişisel başarı duygusunun azalması” ve kişinin yaşadığı yabancılaşma, alaycılık ile gelişen “Duyarsızlaşma” boyutları.
‘Hayal kırıklığı’nın bir durak sonrası ve ‘depresyon’un hemen öncesi bir yer diyebiliriz. ‘Köprüden önceki son çıkış’ metaforu ile düşünürsek; tükenmişlik girilmek istenmeyen ama son çıkışı da kaçırılan, mecbur üzerinden geçilecek köprüdür. Halk arasında ''Senin için geçmiş” denen durum, bir nevi öğrenilmiş çaresizlik halidir tükenmişlik.
Neden olur?
Bizi iyi hissettirebilecek şeyleri, kariyer, iş, vs. nedeniyle erteliyoruz sonra da tükeniyoruz. Temel neden kronik stres! Stres sağlıklı bir uyaranken, cevap ya da çözümsüzlüğe rağmen çalmaya devam eden alarm hali sistemimizi bozuyor.
Neyin psikopatoloji, neyin barışılarak bir yaşama üslubuna dönüşebilecek bir karakter özelliği olduğunu tartmak, bir psikoterapi sürecinde en hassas olunması gereken konulardan biridir.
İskender Savaşır
Neyin tutulması, saklanması, bırakılmaması sorun (psikopatoloji), neyin bırakılmaması yaşamın, gelişimin bir sırası, parçası bunu ayırt edebilmeliyiz. Hepimiz bir şeyleri biriktirebiliriz. Evimizde ve ruhsal evimizde (içimizde) biriktirdiklerimiz faydalı, işlevsel, bizi besleyen şeylerse bu sağlıklı bir durumdur. Ancak; tarihi geçmiş, işe yaramaz, çöp hale gelmiş, bize zarar veren, taşımak, tutmak ve saklamakta zorlandığımız şeylerse biriktirdiklerimiz işte burada zarar görmeye ve belki de istemeden kendimize zarar vermeye başlıyoruz. Biriktiriyorsak, farkında olmadan içimizde, ruhsallığımızda biriktiriyorsak bu çok açık “içimize atıyoruz” demektir. Peki, içimizde birikenlerin, içimizi neyin koleksiyonuna dönüştürdüğünün ne kadar farkındayız? İçimiz, kır çiçekleriyle bezeli yemyeşil bir bahçe mi yoksa kara bulutların dolaştığı, stresin ve karmaşanın esaretinde çıkmaz bir sokak mı?
"Sustuklarımız büyür içimizde…"
İçsel (bilinçdışı) ya da dışsal bir sorun karşısında başa çıkmakta zorlanmamız ya da zorlanacağımızı düşünmemiz kaynaklı harekete geçen “bastırma” savunma mekanizması da istemeden biriktirmemize neden olur. Bu birikenleri şanslıysak; terapide, rüyalarda, şakalarda, sakarlık ve kazalarda, dil sürçmelerinde fark etmemiz mümkün. Değilse psikosomatik rahatsızlıklar olarak karşımıza çıkıp kendilerini belli etmekte ve yaşamımızı zorlaştırmakta.
Hedefim; danışanımın bir konudaki değişimi, dönüşümü ve farklılaşması için filmin, sürecimizi hızlandıracak, kolaylaştıracak bir metafor imkanı sunması olur. Genellikle de şaşırtıcı biçimde bunun işe yaradığını görürüz. Bazen kişinin önceden izlediği filmi terapi sürecinde yeniden izlemesi bile çok farklı deneyimler sunabiliyor. Aynı film farklı kişilere, farklı zamanlarda, farklı mesajlar verebilir.
Peki, değişebilir ve değiştirebilir miyiz?
Psikiyatr Kültegin Ögel; “Sinema hayatımızın içinde. Hayatımız da sinemanın. Bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçer hayatımız. Kimi zaman da hayatımız bir film gibi. Bazılarımız kendinden çok bir film kahramanını oynar. Film kahramanları da onun hayatını. Sıradan veya sıra dışı pek fark etmez. İnsanlar ve hayatlarıdır filmlerin konusu. İnançlarımız, hayata bakış açımız, acılarımız hep sinemada yer bulur.” diyerek özetlemiştir sinema ve hayatımızın içi çeliğini.
İnsan ve ilişkiler hep bir değişim dönüşüm içinde. Hayatlarımız da öyle. Değişim için gerekli olanları, izlediğimiz bir film aracılığıyla pekâlâ içselleştirebiliriz. Sinemadaki karakterler ve yaşantıları üzerinden kendimizle konuşur, hedefler koyarız, pes ederiz, affederiz, isyan ederiz, kabul ederiz, vazgeçeriz ve daha birçok duyguyu yaşar, kararlar alırız. İzlediğimiz film, karakterler ve hikâyesi bize güç verir, harekete geçirir bizi.
Bazı filmlerden örnekler verecek olursak; Av Mevsimi filminde Ferman, “Yeni bir şeyler görebilmek için her zaman bir aralık vardır” derken umut olur bize, pes etmemeyi, bir ışığın her zaman olabileceğini öğütler.
Mustafa Hakkında Her şey filminde “Geçmiş bazen hatırlamak istediğin gibidir” diye bir replik geçer ve bize hafızamıza çok da “güvenmemiz” gerektiğini hatırlatır sanki.
Kendimizi ifade edebilmek, duygu ve düşüncelerimizi paylaşabilmek, sağlıklı biçimde dışa vurmak hepimiz için çok kıymetlidir ancak gelişimimiz, öğrenmelerimiz, aile, kültür gibi faktörler nedeniyle bu durum her zaman istediğimiz gibi maalesef olamamaktadır. Tam da bu noktada kişi içsel ya da ilişkisel bir sorunun parçası haline gelebilmektedir. Sigmund Freud “İfade edilmemiş duygular asla ölmez; sadece diri diri gömülür ve sonradan daha korkunç şekillerde tezahür ederler.” diyerek duyguların ifade edilmesinin önemine çok çarpıcı bir metaforla değinmiştir. Bu yazımızda, çok sık karşılaştığımız problemlerin (küsme, inatlaşma, alınma, suçlama, bahaneler üretme, erteleme, gecikme vb.) arka planını oluşturan pasif agresif kişilikleri ele alacağız.
Pasif agresif kişilik ne demek?
“Çeşmeye gitmem demez ama testiyi kırar da getirir” atasözü bu durumu anlatmaya belki de en uygun deyiştir. İlişki içinde, iletişimde kendisinden isteneni aslında yapmak istemediği halde; dışlanma, suçlanma, eleştirilme vb. kaygılarla reddetmeyip tam tersine kabul ederek üstlenmesi ve sonrasında da yaşadığı içsel çatışmayla bekleneni yerine getirmeyip, karşı tarafı belli bir oranda mağdur ederek öfkesini pasif bir şekilde yansıtmış olur. Tıpkı çeşmeye gitmek istemediğini söylemeyip testiyi kırıp gelen kişinin yarattığı mağduriyet gibi.
Bastırılmış, ifade edilmeyen öfkeli, saldırgan duyguların maskelenmiş haliyle düşmanca gözükmeden ortaya konması olarak tanımlayabiliriz pasif agresif davranışı. Kişi, yaşadığı gizli öfkeyi karşısındakine bilinçdışı bir işleyişle yansıtır. Çoğu zaman kendisi de öfkenin ve yansıtmasının farkında değildir.
Pasif agresif kişiliğin oluşumundaki etkenler nelerdir?
Bu kişiliğin gelişiminde de çocukluk deneyimleri kritik öneme sahip. Çocuğun doğduğu aile sistemi, ebeveyn tutumları, evdeki iletişim kalıpları, duygu ve düşüncelerin ifade ediliş biçimleri belirleyici rol oynamaktadır. Çocuğun gelişimi sürecinde olumsuz duygularına nasıl tepki verildiği, bu duyguların evde nasıl yönetildiği ilk öğrenmeleri oluşturuyor. Ailede kızgınlık, öfke, kaygı, korku gibi duyguların ifadesinde yaşanan zorluklar varsa birey yetişkin yaşamında pasif agresif davranışa yönelmeye daha sık maruz kalmakta. Benzer biçimde çocuk yetiştiği ortamda; sürekli öfkeye, ihmale, aşırı kontrole, kızgınlığa, suçlamaya maruz kalmışsa ve ifade yolları geliştiremeyip sessizliği öğrenmişse bu durumda benzer tabloya sebep olmaktadır. Pasif agresif kişiliğin nedenleri net bir şekilde ortaya konmamış olsa da sıkça; dengesiz, kararsız, tutarsız, ihmalkar ve uyumsuz aile tutumlarının bu kişiliğe neden olduğu gözlenmiştir.
Pasif agresif kişilikleri nasıl tanırız?
İç dünyasında yaşadığı agresif duygu ve düşünceleri dışa vuramadığı, ifade edemediği için pasif bir şekilde ortaya koyan çevrenizdeki pasif agresif kişilikleri sıraladığımız bu özelliklerle tanıyabilirsiniz:
Aksi durumda mutsuz sonun başlangıcı daha en baştan hazırlanmış olabilir. Nitekim boşanan çiftler incelendiğinde; evlilik öncesinde kararsızlık yaşayan, endişeli olan kişilerin boşanma oranlarının çok daha yüksek olduğu görülmektedir.
Evlilik öncesi kararsızlık neden yaşanır?
Kritik bir dönem olarak tanımlayabileceğimiz evlilik öncesinde kararsızlıkların yaşanması doğal bir durumdur. İlişkilerin kendinden menkul, kişilere sormayan, aldırmayan, değiştiren ve dönüştüren bir yapısı oluyor. Evlilik hazırlığındaki kişiler; gelişimleri, aile tarihleri, ilişki deneyimleri, gelecek beklentileri, sosyal ve kültürel durumları, arzu, kaygı ve korkularının tümünü ilişkinin ortasına bırakmakta. Tatlı bir telaş içindeki bu dönemde, yaşam karşısında bu sınavda henüz yeterince hazır hissetmeyen kişiler, belirsizliğin de getirdiği duygularla kararsızlığa ve acabalı düşüncelere kolaylıkla dalabilir. Özellikle çiftlerin henüz yeterince bireyselleşememiş oldukları bir dönemde yaşanıyorsa, evlilik öncesi süreç daha da sıkıntılı bir hale gelebilmektedir. Dönemin kendi özelliğinden de kaynaklı yaşanabilir kararsızlık elbette. Ailelerin sürece katılımı, söz, nişan, düğün, kutlama organizasyonlarının planlanmasındaki stres, ekonomik zorluklar, ev-eşya seçimindeki ihtilaflar gibi daha birçok konunun stresli yaşanması kişiyi ‘acaba’ duygusuna sürüklemektedir.
En kötü karar, kararsızlıktan iyi midir?
Genellikle değildir. Sadece daha rahatlatıcı olduğunu söyleyebiliriz. Karar vermenin zorluğunu, sorumluluğunun yarattığı kaygıyı bertaraf etmek için, kişiler genellikle bu ve benzeri deyişlere prim verip adeta çocukça, düşünmeden acele karar verebiliyor. Sağlıksızdır bu şekilde karar vermek. Özellikle yaşamınızı bir başkasıyla paylaşma, birlikte yaşama kararı aldığınız evlilik arifesinde sağlıklı karar almak kritik öneme sahiptir. Pişmanlık ve hayal kırıklığı yaşamamak için kararsızlık yaratan konularla ilgilenmek, kendinizi ve partnerinizi tanımak için ilişkinize zaman tanıyabilirsiniz.
Evlilikten beklentilerinizi gözden geçirin
Bu dönemde kararsızlık yaşanıyorsa; evliliğin sizin için ne anlama geldiğini bir kez daha gözden geçirin. Neler bekliyorsunuz evlilikten? Nelerin değişmesini, gerçekleşmesini istiyorsunuz. Bunların gerçekleşmesi ne kadar mümkün? Neden şimdi evlenmek istiyorsunuz? Partnerinizin de bu sorulara verdiği cevapları birlikte düşünün. Sancılı bir şekilde yaşanıyorsa süreç, uzman desteği almakta da gecikmeyin.
Boşanmaya götüren beş konu
Hijyen, çocuk sağlığında önleyici konuların belki de ilk sırasında yer alır. Çocukların temizlik kurallarını öğrenmesi ve alışkanlık haline getirmesi ise aileler tarafından hassasiyetle ele alınması gereken bir konu. Katı kurallar koymak, zorlamak tam tersi bir etki yaratabileceği gibi gelecekte birçok psikolojik problemi de beraberinde getirebilir. Bu nedenle çocuklara temiz olmanın ve toplumsal temizlik kurallarına uymanın önemi yaşına uygun olarak ve hassasiyetle anlatılmalı.
Temizlik alışkanlıkları oyun ile eğlenceye dönüştürülebilir
Çocuklarda erken dönemde (2-3 yaş civarı) soyut beceriler henüz gelişmediğinden gözle görünmeyen veya elle tutulmayan kavramların anlaşılması zordur. Bu nedenle erken dönemde temizlik alışkanlığı kazandırmanın yolu oyundan geçmektedir. Ellerini yıkamak, banyo yapmak, dişlerini fırçalamak, kıyafetinin temiz olması, tırnaklarını kesmek gibi olmazsa olmaz başlıca temizlik alışkanlıkları oyun ile eğlenceye dönüştüğünde bu davranışları kazandırmak çocuğunuz için keyifli bir hal alacaktır.
Çocuklar her ne kadar suyla oynamaktan hoşlansalar da üşüdüklerinde veya gözlerine sabun kaçtığında banyo yapmak istemeyebilirler. Bu nedenle renkli plastik ördekler, köpük oyunları, göz yakmayan ürünler ve ideal sıcaklıkta bir banyo çocukların keyif alması ve bu sayede banyo yapmayı istemesi için önemli.
Anne baba iyi birer rol model olmalı
Bu yaş dönemindeki çocukların bir diğer öğrenme yöntemi ise anne ve babalarını taklit etmeleridir. Çocuklarınız söylediklerinizden çok, sizden gördüklerini yapar. Anne ve babaların hijyen kurallarına uyması, çocukların da bu kurallara uymasını kolaylaştıracaktır. Örneğin, lavaboda şarkı söyleyerek ellerini yıkayan anne ve babasını gören bir çocuk hevesle onlara katılacaktır. Ellerini yıkaması gereken durumlarda bunu çocuğunuza hatırlatacak özel bir şarkıyı birlikte hazırlayabilirsiniz. İçinde kendi adının da geçtiği bu özel şarkı ile çocuğunuz siz söylemeden kendiliğinden ellerini yıkamak isteyecektir.
Soyut kavramların anlaşılmaya başlandığı yani çocukların gözle göremediği durumları algılayabildiği dönemde (bu dönemi okul yaşı olarak düşünelim) temizlik kurallarının önemi çocuklara açık biçimde anlatılmalıdır. Mikrop ve bakteri kavramları doğrudan açıklanarak evde herkes tarafından geçerli olan temizlik ritüelleri oluşturulmalıdır. Örneğin, uyumadan önce bütün aile bireyleri dişlerini fırçalamalıdır. Evdeki ortak alışkanlıklara uymak çocuklar için daha kolaydır. Anne ve babanın bu kuralları uygularken rol model olması her durumda olduğu gibi burada da oldukça önemlidir.
Kurallara neden uyması gerektiği anlatılmalı
Kendini var etme ve kabul görme mücadelesi
Mesajsız bir dizi bu; fotoğraf gibi, sadece ayna tutuyor bize. Eğrisiyle doğrusuyla, eksiğiyle fazlasıyla budur diyor. Eleştirmiyor, yargılamıyor, doğru ya da yanlış demiyor ve en çok da sanki “siz de demeyin” diyor. Düşünün tüm karakterlerin beğendiğimiz kadar beğenmediğimiz tarafları var. Ne tamamen kötüler ne de tamamen iyiler. Tıpkı bizim gibi, her insan gibi değiller mi? Bir insan hikâyesi bu bağlamda Bir Başkadır.
Yansız, yüksüz, yargısız olmak!
Bir psikoterapistin –şifacının- olmazsa olmaz duruşudur. Yansız, yüksüz, yargısız kalır terapist çünkü ruhumuzun karanlık taraflarıyla ancak bir böyle bir psikoterapi seansında ya da yargılanmayacağımızdan emin olduğumuz, olduğumuz gibi, yalnızca kendimiz olmaktan zarar görmeyeceğimizi bildiğimiz bir ortamda el sıkışabilir ve tanışabiliriz. Bu tanışmaya ulaşıldığında ise yalnızca kendimiz olmak ve sonucunda yargılanmamak, yalnızca anlaşılmaya çalışılmak bile tek başına sağaltıcı, iyileştirici olabilir. Peri “yansız, yüksüz, yargısız” olmakta her ne kadar başarılı ol-a-masa da “o karşılaşma”nın bile Meryem’e ne kadar iyi geldiğini düşünün. Peri’nin kendi süpervizyonunda (terapisinde) söylediği “Her anlamda yanlış, mesleki olarak tamamen yanlış zaten de... İnsan olarak yanlış ya.” derken yönetmen sanki kullandığı kamera açıları ve Gülbin’in (süpervizör/terapist) jest ve mimikleriyle Peri’ye hem kızmamızı hem de merhamet göstermemizi sağlıyor. Bir yanıyla kendi içimizdeki Peri ve Gülbin serbest kalıyor o sahnelerde ve sonrasında bir arınma sunuyor bize, armağan gibi.
Kimseye etmiyoruz şikâyet, ağlıyoruz halimize!
Zordur kendimizi konuşmak. Özellikle de karanlık yanlarımızı, toplumun, ailenin, ahlakın, kültürün gölgede bıraktığı, yasakladığı karanlık taraflarımızı konuşmak çok daha zordur. Bir diğeri üzerinden bunu yapmak daha zahmetsiz ve acısızdır. Bu yapımla “ötekini” konuşarak kendi içimizi bir havalandırma imkânı bulduk belki de ülke olarak. Psikanalist Yavuz Erten, Karanlık Odadaki Suretler kitabında sinemanın, beyaz perdenin bilinçdışımızı nasıl harekete geçirdiğini, sinema aracılığıyla zamanın ruhuyla, kolektif zihin hareketleriyle, insanlığın bilinçli ve bilinçdışı (bastırılan, bastırılmak zorunda kalınan) meseleleriyle nasıl etkileşime geçtiğimizi detaylı biçimde farklı -gerçek- hikâyeler üzerinden anlatır. Dizinin hikâyesi, karakterler, karakterlerin hikâyeleri bize, bizim hikâyemize dokundu ki hepimiz bu diziyi konuşuyoruz. Güzel bir şey bu! Herkesin, ona bir şeyler söylediği ancak o soru sorduğunda cevap alamayan Yasin’in yaşadığı öfkeyi düşünün. Anlatamadığı gibi dinleyemiyor da Yasin. Bir yanıyla bu nedenle de öfkeli, dolu. Oysa konuşabilse, onunla konuşabilseler rahatlayacak Meryem gibi, Peri gibi, Hilmi gibi… Dizinin bizi bu kadar konuşturması biraz da; meraklarımızın, diğerlerinin sırlarının, iç dünyalarının bize açılmasıyla ilgili. Şu anda izlenen, tutulan dizilere bakın neredeyse tamamının ortak noktasının “iç dünyalarını gördüğümüz insan hikâyeleri” olduğunu göreceksiniz.
Sustuklarımız büyürmüş içimizde
El âlem böyle deliriyor işte herhâlde. Attık attık içimize senelerce. (Ruhiye)
Mağduriyetin en az yaşanması için bazı konularda daha hassas davranmak, ilişkilerde bazı konulardan kaçınmak ilişkiler için kritik bir önem arz etmektedir. İşte sağlıklı ilişkilerin doğal, spontane gelişimine ve çiftlerin kendilerini rahat, iyi hissedişine yardımcı olacak öneriler…
Sorumluluk alın
İlişkiniz, mutluluğunuz, kendiniz ve birbiriniz için sorumluluk alın. Sorumluluk almak mutluluktur. Mutluluğunuz için alacağınız sorumluluklar hem size hem de ilişkinize iyi gelecektir.
Güvenin
Hem kendinize hem de partnerinize güvenin. İlişkide kendinize ve birbirinize olan güveniniz ne kadar iyiyse sorunlar karşısında direnciniz o kadar yüksek olacak ve daha az hasar alarak çıkabileceksiniz çatışmalardan.
Pürüzlere takılmayın
Küçük meselelere takılmamayı öğrenin. Dert ederseniz büyür etmezseniz çözüm için esnersiniz. Aşamıyorsanız tabii konuşun bu konuları, çözüm arayın birlikte ancak iyi ayırt etmek gerek yaşanan sorun küçük bir detay mı yoksa önemli bir sorunun sinyali, habercisi mi?
Flört edin