Şamil Saribaş

Öğrenci başarısı için ebeveynlere 21 öneri

4 Ekim 2019
Önceki iki yazımızı ‘Öğrenci Başarısında Ailelerin Rolü” konusuna ayırdık. Bu haftaki yazımızda da hem konuyu toparlayabileceğimiz hem de bir kontrol listesi gibi kullanabileceğimiz bir yazı yazdım.

1. Çocuğunuzun ne olursa olsun ‘çocuk’ olduğunu ve 18 yaşına kadar –yasal haklarında da- çocuk olacağını unutmayın.

2. Çocuğunuzu tanıyın. Onu tanımadan ona yönelik yapacağınız tüm planlarınız başarısızlık ve en kritiği mutsuzlukla sonuçlanacaktır. Başarısızlık kötüdür ancak mutsuzluk çok daha kötüdür.

3. Her çocuğun biricik ve özel olduğunu unutmayın. Aynı şekilde her çocuğun da ilgileri, yetenekleri ve performansları farklı olacaktır. Asla ama asla kıyaslamayın.

4. Çocuğunuzu iyi gözlemleyin ve takip edin. Onu ya da sizi kaygılandıran durumlarda mutlaka istişare edin ve çözüm konusunda gerekiyorsa profesyonel yardım alın.

5. Çocuk olmak zor, zor olan döneme eşlik eden ebeveyn olmak, anne baba olmak belki daha da zor. Destek alın kendiniz için. Araştırın, merak edin, öğrenin. Unutmayın ebeveynlik bitmeyen uzun ve keyifli bir yolculuk.

6. Çocuğunuz için mükemmel olmaya çalışmayın. İhtiyacı kadar yanında, hayatında olun. Onun iyi bir destekçisi olun. Yeterince iyi bir ebeveyn olmak çocuklar için fazlasıyla iyidir.

7. Çocuklara ‘ailenizden ne istiyorsunuz’ diye çoğunun verdiği ilk cevap ‘beni rahat bıraksınlar’ oluyor. Çocuğunuzu ne kadar sıkıyorsunuz bir kere daha düşünün.

8. Öğrenci başarısı okulun işi, aile okulun destekçisidir. Okula güvenin, okuldan yardım isteyin, okulu bilgilendirin, sorun durumlarda istişare edin. Haklarınızı öğrenin, talep edin.

Yazının Devamını Oku

Öğrenci başarısında ailenin rolü – 2

23 Eylül 2019
Sınav başarısı hayat başarısı değildir.

Geçen hafta yazımızı “Destekleyici tutum sergileyen ailelerin çocuklarının daha mutlu ve başarılı olduğunu unutmayın. Haftaya görüşene kadar “çocuğumun okul yaşamında daha mutlu olması için ne yapabilirim” diye düşünebilir, yakınlarınızla, öğretmenleri ile istişare edebilir ve mutlaka çocuğunuzla bu konuda fikir alışverişi yapıp onun duygu ve düşüncelerini alabilirsiniz.” diyerek bitirmiştik. Bu hafta daha çok başarı kavramı üzerinde duracağız.

‘Başarı’ dediğimizde her birimizin kafasında farklı bir tanım, resim, durum canlanır. Bu çok doğal ancak her birimizin kafasındaki ‘başarı’ bu denli farklıyken çocuğumuzdan beklediğimiz ‘başarı’ değerlendirmesini nasıl sağlıklı yapabiliriz? Hatta daha doğru soru ‘çocuğumuzun başarısını sağlıklı değerlendirmemiz mümkün mü?’. İyi bir yol haritasıyla mümkündür diyebiliriz.

Aileler olarak okul, eğitim, öğrenci başarısı, ders çalışma, ödev, mutluluk ve daha birçok konuda ‘kafamızın karışık’ olması nedeniyle süreçte türlü zorluklar yaşanması kaçınılmaz olmakta. Okuldan ve öğretmenlerden de yeterli destek, danışmanlık ve yönlendirme alınamadığında durum iyice karmaşık hale gelmekte. Sonucunda da mutsuz çocuklar ve aileler ortaya çıkmakta. Bu haliyle tabloyu epey vahim gibi göstermiş olabilirim ancak birçok aile maalesef durumu bu şekilde yaşamakta. Peki ne yapmalı?

Sınavlardan, sözlülerden, ödevlerden alınan notun yüksek olması ile öğrencinin o konuda ‘başarılı’ olduğunun düşünülmesi ya da tersi durumda ‘başarısız’ olduğunun düşünülmesi gerçekçi değildir. Gerçek olan şudur; bir konuda, bir tarihte bir sınav yapılmıştır. O gün o saatte çocuğunuz, o ana kadar ki ‘hazırlıkları’ ve geçmiş ‘hazır oluşları’ ile o sınavda ‘o performansı / sonucu’ göstermiştir. Sonuç farklı zamanlarda ve şartlarda emin olun farklı olacaktır. Özetle bir sınav sonucu çocuğun o konuda ya da genel olarak ‘başarısız’ olduğunu göstermez! Ayrıca diğer bir bakış açısıyla her sınavdan, her zaman ‘başarılı’ olması da beklenemez. Yapılması gereken çocuk/öğrenci, öğretmenleri ile değerlendirilerek tanınmalı, ilgileri keşfedilmeli, yönlendirilmeli ve kendisi için ideal hedefler belirlenerek süreç bu şekilde takip edilmelidir. Alınan sonuçlar da süreçteki çabası ve ilgisi üzerinden değerlendirilmelidir; diğerlerinin notları üzerinden ya da sıralaması üzerinden değil.

Başarılı olunca ne olacak? Bu sorunun cevabı biz yetişkinler için dahi net değilken çocuklarımızdan ‘başarılı olmalarını’ beklemek sanki çok sağlıklı bir beklenti değil diye düşünüyorum. Yetişkinlerle yapılan yarışma programlarında (TV) ‘başarısız’ olarak yarışmadan ayrılan birçok yetişkinden ‘önemli olan yarışmaktı, sizlerle tanışmaktı, buraya gelmekti’ türünden konuşmalar duyarız. Doğrudur, iyidir, güzeldir lakin nedense sanki çok hoşumuza gitmez bu sonuç. Oysa yaşanan tüm bu süreç, heyecan, katılmak, yarışmak hepsi gerçekten ayrı ayrı çok güzeldir ve önemlidir. Sonuç odaklı bakış açısı maalesef bizi tuzaklar, süreç içerisindeki olumlu deneyimlerimizi fark etmemizi engeller ve mutsuz eder. Aynısını çocuklarımızın okul yaşantısında da ‘istemeden’ yapıyoruzdur çoğu zaman. Bu durumu değiştirmemiz gerçekçi değerlendirmeler yaparak gayet mümkündür.

Bir an ebeveynler, yetişkinler olarak kendinizi, geçirdiğiniz sınav, okul yaşantılarını düşünün ve kendinize şunu sorun ‘ben ne kadar başarılı bir öğrenciydim?’. Önemli olan ayakları üzerinde durabilen, öğrenmeyi öğrenebilen, problem çözme berileri gelişmiş, eleştirel düşünebilen, dünyaya pozitif bakabilen, uyumlu, esnek, yaratıcı ve dünya vatandaşı adayı sağlıklı bireyler yetiştirmektir. Bunları sağlayabilirsek hem kendimizi hem çocuğumuzu ve hem de eğitim sistemimizi başarılı sayabiliriz. Kendi ayakları üzerinde durmayı başaramamış, umutsuz, problem çözme becerisi gelişmemiş ama sınavlarda hep ‘birinci’ olan bir çocuk kim için ne kadar ‘ideal’?

O halde gelin çocuklarınız için bugün farklı bir karar alın ve ‘sınav başarısı’ yerine ‘hayat başarısı’nı merkeze alın. Bu bakış açısı okulu, dersleri, sınavları önemsemeyin değil; aksine oradaki sürecini, motivasyonunu, merakını, heyecanını önemseyin ancak aldığı notlar sizi üzmesin ya da sevindirmesin olarak okunabilir. Bir dersten yüksek not hedefi yerine; o derse hazırlıklı gitmesini, derse katılımını, ders dışında konuyla ilgili araştırmalar yapmasını, sizinle bunları paylaşma isteği duymasını önemli ve değerli görün. Böyle baktığınızda göreceksiniz ki çocuğunuzla ilişkiniz ve evdeki hava daha bir esnek ve güzel olacak.

Yazının Devamını Oku

Öğrenci başarısında ailenin rolü – 1

12 Eylül 2019
Önümüzdeki birkaç yazıyı bu konuya ayıracağım ve bu hafta daha çok başarı, mutluluk, çocuk, okul ve aile kavramları üzerinde duracağım. Sonraki haftalarda ise detaylara girerek sizlere yapılandırılmış öneriler sunmaya çalışacağım.

Yeni bir eğitim-öğretim dönemi başladı. Kimi aile henüz tatil bitmeden telaşa başladı, kimiyse okul başlangıcı ile birlikte akademik başarı telaşına düştü. Başarının iyi ve önemli bir şey olduğu muhakkak ancak ölçütleri ve dengesi iyi belirlenmediğinde –genellikle- mutsuzluk ve başarısızlıkla sonuçlanmakta. Peki, öğrencinin başarısı için aileler sağlıklı ve işlevsel neler yapabilir?

Önümüzdeki birkaç yazıyı bu konuya ayıracağım ve bu hafta daha çok başarı, mutluluk, çocuk, okul ve aile kavramları üzerinde duracağım. Sonraki haftalarda ise detaylara girerek sizlere yapılandırılmış öneriler sunmaya çalışacağım.

Geçtiğimiz Pazartesi (Eylül 2019) 1. sınıfa başlayan bir çocuk; 12 yıllık zorunlu eğitim sonrası en az 4 yıllık bir üniversite eğitimi de tamamladığında takvim yılı 2034 olmuş olacak. 2034! Bu tarihi daha önce hayal edeniniz oldu mu? Şimdi yazıya kısa bir ara vererek düşünmenizi istiyorum: sizce 2034’de nasıl bir hayatınız olacak, dünya nasıl bir yer halini alacak, çocuğunuz ne yapıyor olacak, meslekler, kurumlar, başarı kavramı nasıl değişimler geçirmiş olacak ve dahası? Her şeyin çok hızlı ve büyük bir döngüde değişime uğradığı günümüzde çocuklarımızla ilgili ‘başarı’ beklentilerimizi iyi analiz etmemiz gerekir. Aksi durumda ihtiyaçlarıyla örtüşmeyen başarı ve becerilerle hayatta başarısız olması kaçınılmaz olabilir.

Çocuğun ilk okulu ailedir ve okul ailenin halefidir. Çocuğun okula başlayana kadar geçen süredeki başarısını neyle ölçebiliriz? Birçok kriter sıralayabiliriz ancak en kıymetli ve zor olanı muhakkak mutluluk olacaktır. Herkes mutlu çocuk yetiştirmek ister ancak sonuç her zaman yüz güldürücü olmayabilir. Mutluluğu sağladığımızda sonrasındaki konular –başarı da dahil- emin olun çok daha kolay çözülebilir olmaktadır.

Araştırmalar mutlu çocukların öğrenmeye daha açık ve istekli olduğunu gösteriyor. Bunu doğrulamak ve içselleştirmek için kendi yaşamlarınıza bakabilirsiniz; mutlu olduğunuz dönemlerdeki yeni bir şeyler öğrenme ve yapma heyecanınız ile mutsuz olduğunuz dönemlerdeki heyecanınızı düşünün. O zaman başlığımıza geri dönerek öğrenci başarısında bize –aileye- düşen ilk görev mutlu çocuklar yetiştirmeyi hedeflemektir diyebiliriz.

Mutluluk meselesini hallettiğimizde ‘okul başarısı’ konusu hem sizin hem de çocuğunuzun hayatında farklı bir yer alacaktır. Daha esnek, daha rahat ele alabildiğiniz ve çözümler üretebildiğiniz bir konu olacaktır. Kaygı, korku, panik, mutsuzluk temalarıyla değil umut, motivasyon, heyecan, mutluluk temalarıyla ilintili hale gelecektir. Bunun için de adım adım gitmemiz bizi doğru sonuçlara yönlendirecektir. Bu haftaki yazımı sonraki haftalarda detaylandırmak üzere “aileler neler yapabilir” listemiz ile bitireceğim.

• Çocuğunuzu tanıyın, ondan beklenti ve hedeflerinizi gerçekçi belirleyin.

Yazının Devamını Oku

Tatil sonrası okula uyum önerileri

6 Eylül 2019
Rahat olun ve çocuğunuzun da rahat olmasını bekleyin.

9 Eylül Pazartesi tüm öğrenciler okula başlıyor. Özgürce geçen uzun bir tatil dönemi sona eriyor. Umarım, tüm çocuklar için eğlenceli, sağlıklı ve güzel bir tatil dönemi olmuştur. Aynı şekilde ebeveynler ve eğitimciler için de güzel geçmiş olmasını umuyorum. Tatil bitti, şimdi okul zamanı. Okul her birimiz için farklı anılarla hatıramızda olsa da okula dair birçok ortak anımız vardır. Bu anıların ortaklığı zamanında o sıralarda olan bizlerin okula uyumunu artırmış ve doğalında bir süreç yaşamamızı kolaylaştırmıştır. Şimdi sıra çocuklarımızda…

‘Tatil sonrası okula uyum’ diye söyleyince ‘okul’ sanki (!) uyum sağlanması gereken ‘zor’ bir yer çağrışımı yapıyor. Çağrışımımızda haksız değiliz ancak durum sandığımız kadar da vahim değil. Okul, birçoğumuz için zamanında zor bir yer olmuş olabilir. Ancak bir o kadar da eğlendiğimiz, soluklandığımız, öğrendiğimiz ve büyüdüğümüz yer olmuştur. Çocuklarımız için de öyle olacaktır. Bu nedenle ilk önerim rahat olmanız ve çocuğunuzun da rahat olmasını beklemenizdir.

Çözümler üretmek, panik yapmak, üzülmek yerine anlamaya çalışın. Anlamak, anlamaya çalışmak çocuğunuzla ilişkinizde işinize en çok yarayacak enstrümandır. Ona öneriler getirmek yerine kendisinin anlaşıldığını ona hissettirmeniz çocuğunuzu rahatlatacaktır.

İlk hafta kurallarla ve okul sorumluluklarıyla dolu bir hafta yerine esnek bir program planlayın. Oyuna, eğlenceye tatildeki kadar olmasa da mutlaka zaman ayırın. Birlikte de eğlenin. Okulla birlikte başlayan düzende çocuğun mutsuz olmamasına özen gösterin.

İlk haftalar zorlanmalar, aksamalar, başarısızlıklar ve belki ‘kaytarmalar’ yaşamaları çok doğal. Tatil sonrası kendi işe dönüş ve uyum zorluklarınızı hatırlayın. Tatildeki gibi davrandığında, sorumluluklarını yerine getiremediğinde sert uyarılar yerine yumuşak hatırlatmalar ile destekleyici bir tavırla onun yanında olduğunuzu hissettirin.

Okul alışverişini ve ihtiyaçlarını çocuğunuzla birlikte planlayın. Alışverişi birlikte gerçekleştirin. İhtiyaçlarını konuşun ve ihtiyaçları konusunda onunla tartışın, kritik yapın. Örneğin istediği bir şeyi doğrudan almak ya da listeye yazmak yerine o eşyaya olan ihtiyacını anlatmasına izin verin. Bu hem okulla ilişkisini, okul sorumluluklarını içselleştirmesini sağlayacak hem de okula uyumunu sağlamlaştıracaktır.

Yeni düzen ve program konusunda kararlı olun. Aksaklıklar ve eksikler ilk haftalarda olabilir ancak yeni düzen, sorumluluklar ve saatler konusunda kararlı olun. Kararlı olmanız onların daha kolay uyum sağlamasına katkı sunacaktır. Uyku ve uyanma saatleri, yemek ve oyun saatleri, hazırlık saatleri ödev saatleri v.d her gündemle ilgili ortak programlar planlayın.

Okul yaşantısını bir başarıya, dereceye, yarışa değil bir öğrenme ve büyüme yolculuğuna dönüşmesini sağlayın. Kıyaslamadan uzak durarak, başarı kaygısı yüklemeden, yapabileceği, uyum sağlayabileceği konusunda çocuğunuzu destekleyin. Kendine güvenmesine katkıda bulunun. Aldığı notlara değil okul günü yeni neler öğrendiği, kendini nasıl hissettiğiyle ilgilenmeniz okulla ilişkisini her geçen gün daha bir olumluya dönüştürecektir.

Yazının Devamını Oku

Sorumluluklarımız taşıdıklarımızdır

28 Ağustos 2019
Bazen duygusal bağlarımız ve hikayelerimiz davranışlarımız ve seçimlerimiz konusunda daha belirleyici olmaktadır.

Geçen hafta başlığımızda “Sorumluluklarımız Taşıdıklarımızdır” demiş ve “Sorumluluklarımızdan şikâyetçi olduğumuz dönemlerde kendimizi ezilmiş, sıkılmış, sıkışmış, bunalmış, yorulmuş, nefes alamaz hisseder bulabiliriz. Bunun en önemli nedeni sorumluluklarımızı ‘yük’ gibi hissetmemizdir.” diye ifade etmiştik. Bu hafta sorumluluk yönetimi meselesi üzerinde duracağız.

Sorumluluk tanımı için en özetle kendi alanımızda/hayatımızda bulunan her şey için sonuçlarını üstlenme duygusu diye hatırlatmada bulunabiliriz. Yönetim için TDK’nın tanımı; çekip çevirme işi, idare etme şeklinde. Sorumluluk yönetimi için o halde; sorumluluklarımızı çekip çevirme, hayatımızı idare etme/yaşama becerisi diyebiliriz. Tabi bunun yanında dilimizin zenginliğinin bir sonucu ‘idare etmek’ ilk anlamıyla yönetme işini tarif ederken diğer anlamları ile göz yummak, hoş görmek ve örtbas etmek durumlarını açıklamaktadır. Tam da bu ikilikle nasıl başa çıktığımız, hangi yönü tercih ettiğimiz sorumluluklarımızla ne yapacağımızı belirlemektedir.

Benzer durum ‘halletmek’ meselesinde de bulunmaktadır. Bir yandan çözüm bulmak anlamı taşırken diğer taraftan yok etmek anlamına gelmektedir. İdare etmek ile birlikte düşünürsek; sorumluluklarımızı kenara mı atıyoruz, halının altına süpürüyor -bastırıyor-, yok mu sayıyoruz yoksa çözüm yolları ile birlikte çekip çevirip yerine mi getiriyoruz iyi düşünmemiz gerekir. Aldığımız sonuç sorumluluklarımızı yönetirken neyi tercih ettiğimizi, kullandığımızı bize gösterecektir.

Aldığımız tavır her zaman tek bir nedene bağlı olmamaktadır. Bazen duygusal bağlarımız ve hikayelerimiz davranışlarımız ve seçimlerimiz konusunda daha belirleyici olmaktadır. Aynı şekilde yaşamımızda geçtiğimiz süreçler de aldığımız karar ve sorumluluklarımız karşısındaki tavrımızı derinden etkilemektedir. Örneğin büyük bir emek harcadığımız, yatırım yaptığımız bir iş ile çok coşkulu bir biçimde belki aşkla başlamış bir ilişki ile ilişkimize karşı duygumuz ve davranışımız ile hayatımızdaki herhangi bir iş ve kişiye karşı tutumlarımız elbet aynı olamayacaktır. Ancak aynı durum ve kişiler olmasına karşın dönem, zaman farklılığı ve belki başka bir olayın etkileri nedeniyle duygu ve davranışlarımızda değişiklikler, dalgalanmalar gözlememiz pek mümkün. “O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı” diyen bir sesin sitemi gibi düşünebiliriz dışarıdan gelen etkinin yatırım olan ilişkiyi de derinden etkileyebildiğini.

Yazıda geldiğimiz nokta itibariyle ‘sorumluluk’ değil de sanki ‘ilişkiler’ konuşmaya, tartışmaya geçmiş gibi görünebiliriz ancak sorumluluk konusu tam da ilişkinin konusu değil mi bir anlığına düşünün. Sizi çok zorlamamak için “Ben gülümden sorumluyum.” diyen Küçük Prens’i imdadınıza yetiştireceğim. Evcilleştirdiğimiz her şeyden / herkesten sorumlu olduğumuzu söyler bu kitap bize. Bu haliyle tekrar ilk yazımızdaki sorulara göndermede bulunabiliriz: “annemize, babamıza (ebeveynlerimize), kardeşlerimize, arkadaş ve yakınlarımıza, çalışanlarımıza, ast ve üstlerimize, çevremize, yaşadığımız dünyaya, doğaya karşı sorumluluklarımız nelerdir ve bunları nasıl bilebiliriz?” Soruları hatırlatma nedenim, aslında tüm ilişkiler belli bir sorumluluk taşımakta ve her ilişkimizdeki sorumluluklarımız farklılaşmakla birlikte sorumlulukla ilişkimiz hepsindeki tavrımızı temelden etkilemektedir.

Son kısımda sorumluluklarımız karşısında sağlıklı ve işlevsel bir tutum sergileyebilmek için Doğan Hoca’nın (Cüceloğlu) -mış gibi yapmamak önerisini size önereceğim. Bir olay karşısında -mış gibi yaptığımızı anlamak için ya da sorumluluğumuzu iyi bir şekilde yerine getirdiğimizi teyit edebilmek için şunu öneriyor hoca. Bilgi, beceri, niyet ve sorumluluk temaları üzerinden değerlendirin diyor. Yaptığınız iş, aldığınız sorumluluk, söylediğiniz söz, konu üzerinde bilginiz var mı? Bu konuda becerikli misiniz, bu işin üstesinden gelebilir misiniz, yetenekleriniz bu işi tamamlamaya uygun mu? Sonrasında ise niyetinizi sorgulayın diyor Doğan Hoca. Bu işi yapmaya, sözü söylemeye, sorumluluğunu almaya niyetiniz var mı bakın diyor. Son olarak da sorumluluk alıyor musunuz kontrol edin diye uyarıyor. Yani; bilgimiz tam, becerimiz uygun, niyetimiz net ise ve sorumluluk alıyorsak bir eylemi -mış gibi yapmadığımızı söyleyebiliriz. Tam da bu bağlamda olaylar karşısındaki tavrınızı bu temalarla değerlendirdiğinizde her birine evet cevabı verebiliyorsanız iyi bir sorumluluk yönetimine sahip olduğunuzu söyleyebiliriz.

Yazının Devamını Oku

Sorumluluklarımız taşıdıklarımızdır!

23 Ağustos 2019
Yük hissediyorsak ya sahiden yükümüz fazladır ya da yanlış yükleniyoruzdur.

“Sorumluluk almak, mutluluktur. Başarıyı, mutluluğu, güzelliği, ünü kısacası sizin için ‘cenneti’ istiyorsanız size ‘ölmek’ gibi gelen sorumluklarınız için bir şeyler yapmalısınız” ve “Sorumluluklarınızın bir listesini yapmaya çalışarak iyi bir başlangıç yapabilirsiniz” demiştik geçen hafta. Liste yaparken zorlanmış, listenize ekleme ve çıkarmalar yapmış olabilirsiniz. Hatta listenizi tamamladıktan sonra ‘ne kadar da çok sorumluluğum varmış’ diye iç geçirmiş olabilirsiniz. Ve fakat en önemlisi, bu listeyi hazırlarken ve sonrasında neler hissettiğiniz.

Günlük hayatın akışı içinde duygularımız üzerine düşünme imkânını çok bulamayabiliriz. Bulduğumuzda da anlamakta, ifade etmekte, daha çok duyumsamaya çalışmakta zorlanırız. Bilişsel bir hatayla, gelişimsel yanlış öğrenmelerimiz, toplumsal kodlarımız ve içinde bulunduğumuz ilişkiler ağımız –çoğu kez- duygularımıza bakmamıza engel olur. Bir şekilde bakmayı becerdiğimizde de hazırlıksız yakalanır, taşımakta, anlamakta, içselleştirmekte güçlük yaşarız ve durum iyice perçinlenir. Bu zorluğu aşmanın ilk adımı günün belli anlarını duygularımıza bakmaya ayırmak olabilir. Bu eylemi profesyonel bir yardım alarak da yapabilirsiniz; bir psikoterapist veya ruh sağlığı uzmanı ile konuşmak duygularınızla tanışma yolculuğunuzda çok ufuk açıcı olabilir. Ünlü psikanalist Adam Phillips’in çok yalın bir biçimde ifade ettiği gibi “konuşmak, olaylara başka türlü bakmamızı sağlar”.

Duygularımıza bakmak meselesini biraz daha açmak faydalı olacaktır. Duygularımıza bakma eylemini de bir sorumluluk alma meselesi olarak düşünürsek; baktıktan sonra ortaya çıkan duygularla ne yapacağımız da ayrı bir beceri gerektirir. Ruhsal taşıma kapasitemiz/alanımız uygun değilse sorun yaşama ihtimalimiz çok yüksek. Bir çocuğun ‘ağlama’ tepkisi nasıl ki tek bir ‘anlam/mesaj’ ifade etmiyorsa bir yetişkinin de açımladığı/tanıştığı duygusu tek bir ‘mana/mesaj’ ifade etmez. Özetlersek; sorumluluklarımızın listesini yapmak iyi bir başlangıç olabilir. Bu listenin bizdeki duygularına bakmak, duygularımızı anlamlandırmaya çalışmak sorumluluğunu üstlenmek önemli ikinci adım olur. Sağlıklı ve işlevsel bir yol için bu süreci bir profesyonelle sürdürmek çok daha verimli olabilir.

Böyle sakin ve adım adım ifade edince ‘sorumluluk’ ve ‘sorumluluk alma’ meselesi kulağa gayet güzel geliyorken ve sanki çok kolay bir iş gibi görünürken; ne oluyor da bazen, bazılarımız sorumluluklarımızı erteliyor, aksatıyor, reddediyor ve ‘sorumsuz’ bir kişi tablosuna bürünebiliyoruz. Sahi çok mu zor sorumluluk almak? ‘Öfke Kontrol Rehberi’ kitabının yazarı psikolog James Seghers, “İnsanlar bazen kişisel sorumluluk almaktan korkar. Korkmayın. Sorumluluk alarak özgürlüğü seçiyorsunuz. Korkular ve inançlar veya mevcut durumların rüzgârıyla oluşan geçmiş koşullanmalarınızın sizi oradan oraya itip durmasına izin vermemeyi seçiyorsunuz. Hayatınızın kontrolü sürekli olarak elinizde tutmaya karar veriyorsunuz. Kişisel sorumluluğun gerçek anlamı da budur.” diyor.

Seghers, kişisel sorumluluğun, sorumluluk almanın özgürlüğümüzle doğrudan ilintili olduğunu ifade ediyor. Bizi zorlayan durumun da geçmiş yaşantılarımızın ve daha doğrusu onların getirdiği olumsuz duyguların etkisinde zorlanmamız olduğunu söylüyor. O halde sorumluluk için ilk adım belki de; sorumluluk almakta ve pes etmemekte kararlı olmaya karar vermek olabilir. Bu kararı tek başımıza sürdürmemiz, savunmamız her zaman çok kolay olmayabilir. Bu tür zamanlarda da yakınlarımızın, sevdiklerimizin desteğini alabilir ya da bir profesyonelle görüşerek süreci sağlıklı atlatabiliriz.

Sorumluluklarımızdan şikâyetçi olduğumuz dönemlerde kendimizi ezilmiş, sıkılmış, sıkışmış, bunalmış, yorulmuş, nefes alamaz hisseder bulabiliriz. Bunun en önemli nedeni sorumluluklarımızı ‘yük’ gibi hissetmemizdir. Yük dilimizde birçok anlamda kullanılmaktadır. Sorumluluk meselesinde yaşadığımız ‘zorluğu’ tarif için yükün ‘taşınan bir şey’ anlamını düşünelim. ‘Sorumluluklarımız taşıdıklarımızdır’ diyebiliriz. Peki, tersi de doğru mudur? ‘Taşıdıklarımız sorumluluklarımızdır’. Her zaman değildir. Market alışverişlerimizi ya da evlerimizdeki eşyaların, kıyafetlerimizin ‘ne kadarı’ ihtiyacımız diye düşündüğümüzde –çoğumuz için- birçoğunun ‘fazlalık’ olduğunu görebiliriz. Bu bağlamda ‘taşıdıklarımız’ın tamamını da asli ‘sorumluluklarımız’ olarak düşünmemiz hata olacaktır. Yük hissetme meselesi de biraz buradan kaynaklanmaktadır aslında. Yük hissediyorsak ya sahiden yükümüz fazladır ya da yanlış yükleniyoruzdur. Gereksiz yüklerimiz/sorumluluklarımız olabilir veya taşımak konusunda yanlış araçlar/durumlar/duygular kullanıyoruzdur. O halde yüklü hissediyorsak, taşımakta güçlük çektiğimiz sorumluluklarımız/yüklerimiz varsa bu konuda bir taşıma şirketinden/ruh sağlığı profesyonelinden yardım almak sağlıklı bir adım olacaktır.

Haftaya ‘sorumluluk yönetimi’ temasıyla kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Yazının Devamını Oku

Sorumluluk almak mutluluktur

15 Ağustos 2019
Sorumluluk nedir? Sorumluluk verilir mi alınır mı? Doğuştan getirdiğimiz sorumluluklar var mıdır? İnsan olmak sorumlu olmak mı demektir? Çocuklara sorumluluk bilinci/duygusu nasıl ve ne zaman kazandırılmalıdır? Annemize, babamıza (ebeveynlerimize), kardeşlerimize, arkadaş ve yakınlarımıza, çalışanlarımıza, ast ve üstlerimize, çevremize, yaşadığımız dünyaya, doğaya karşı sorumluluklarımız nelerdir ve bunları nasıl bilebiliriz?

TDK; “kişinin kendi davranışlarını veya kendi yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesi, sorum, mesuliyet” olarak tanımlıyor sorumluluğu. Başlıkta mutluluğun bir tanımı/yolu olarak önerdim sorumluluk alma meselesini. Bu hafta sorumluluk konusuna bir giriş yapacağız ve önümüzdeki birkaç yazıyı girişteki soruları yanıtlamak üzere bu temaya ayıracağım.

“Onu rahat bırakın, onun suçu yok, tüm sorumluluk benim!” diyerek sahneye giren bir sesi hayal edin. Zihnimizde bu kişiye ve üstlendiği duruma (suça) dair birçok senaryo ve soru oluşuyor eminim. Bu örnekte olduğu gibi konuya dair daha çok bilgimiz olmadığında ve konuyu kendi bağlamında değerlendirmediğimizde yanlı ve yanlış değerlendirmemiz, sonucunda da yanlış yapmamız çok olası. O zaman anlamak için ilk adım olarak sorumluluk alarak işe başlayabiliriz. Sonrasında da sorular sorarak yol haritamızı çıkarabiliriz ve daha ‘sorumlu’ davranmış sayılabiliriz.

• “İnsan olmak her şeyden önce sorumlu olmaktır.” Saint-Exupéry
• “Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur.” Dostoyevski
• “İnsanların çoğu özgürlüğü gerçekten istemezler; özgürlük sorumluluk gerektirir ve insanların çoğu da bundan korkar.” Sigmund Freud
• “Sorumluluk almayan insanın neyi, ne kadar, ne zaman, nasıl yapacağına dair sınırları belirgin değildir.” Doğan Cüceloğlu

Bu dört görüşten hareketle; korku, özgürlük, insan olmak, sınır ve istemek kavramları üzerinden sorumluluk meselesini irdelemeye başlayabiliriz. Geçen haftaki yazımızda değindiğimiz ‘gibi olmak’ meselesinde olduğu gibi sorumluluk için karar vermek, eyleme geçmek ve –mış gibi yapmamak gerekir. Karar aldığımız bir durum ya da konuyla ilgili sorumluluk almıyorsak sadece –mış gibi yapmış oluruz ve –mış gibi yapıyorsak da sonuçlar bizi yüksek ihtimalle hüsrana uğratır.

Hüsran duygusu büyümemiz, öğrenmemiz ve değişmemiz için çok öğreticidir ancak sorumluluk almamamızın yaratacağı hüsran duyguları bazen taşıyamayacağımız boyutlarda olabilir. Böyle durumlarla karşılaşmamak için de tıpkı bir inşaat projesi, tıpkı bir yemek tarifi gibi; her şeyin ölçüsünce, zamanında, kararında ve tarif edildiği gibi yapılmasında kararlı olmalıyız. İyi bir yol haritamız ve her zaman bize yol gösterebilecek akıl hocalarımız, deniz fenerlerimiz olmalı.

Yazının Devamını Oku

"Gibi" olmak, "mış" gibi yapmak

8 Ağustos 2019
Adam gibi olmak, başı döner gibi olmak, film gibi biri olmak, herkes gibi olmak, kusacak gibi olmak, görmüş gibi olmak, kapı gibi olmak, deli gibi mutlu olmak, eskisi gibi olmak, su gibi aziz olmak, çocuklar gibi mutlu olmak, turp gibi olmak, tığ gibi olmak, sıkıntıdan patlayacak gibi olmak, göründüğü gibi olmak, kira öder gibi ev sahibi olmak… Gibi.

‘GİBİ’ KELİMESİ MÜTHİŞ BİR İCAT

Bu dört harfli kelime ile ilişkimiz çok eskilere dayanıyor. Bu kelime; tek başına pek işe yaramayan, farklı ‘şey’lerin birbiri ile ilgi ve ilişkisini kurmaya, açıklamaya yarayan müthiş bir icat. Dilbilgisinde edat sınıfında bulunabilecek bu kelimenin hayatımızda çok iyi bir işlevselliği var. Yazının girişinde birbirleri ile ilişkisiz bir biçimde sıraladığım ‘gibi olmakları düşünerek bu işlevselliği sorgulayalım.

Örneğin; göründüğü gibi olmak. Bu, üç kelimelik ifadeden ‘gibi’ kelimesini çıkardığımızda oluşan anlam kayması bize ‘gibi’nin önemini göstermeye yeter gibi ancak bununla yetinmeyelim ve ne denmek isteniyor birlikte düşünelim. Biri size ‘göründüğün gibi ol!’ derse ‘aslında’ ne demek istiyordur? Seni gözlemlediğim kadarıyla, senle ilgili bazı tespit ve yorumlarım var; bana karşı öyle bir duruşta ol ki bu duruşundaki yapma ve olmaların, benim gördüğümle ‘aynı’ olsun mu diyor? Peki böyle bir şey mümkün mü? Bu soru için yardımımıza yazımızın kahramanı ‘gibi’ kelimesi yetişiyor ve cevabımız ‘mümkün gibi’ oluyor. Aslında göründüğü gibi olmak mümkünsüz bir şey ancak öyleymiş gibi davranılırsa ve davranırsa taraflar, –mış gibi olacağından mümkün gibi dememizde sakınca olmaz gibi.

Fark ettiyseniz bir şeyi açıklama girişimimizde ‘öyleymiş gibi’, ‘mümkün gibi’, ‘olmaz gibi’ ifadelerini kullandık, yani başka ‘gibi’leri. Tekrar, gibi olmaya dönersek; mümkün olmayan ya da olmaya yakın durumlar için de ‘gibi’ kelimesini kullanıyoruz. Olmuyor belki ama –mış gibi oluyor ve o da olmuş gibi (yine gibi geldi) sayılıyor, hareket ediliyor.

HER ZAMAN OLMASA DA OLUR MU?

Tam bu noktadan hareketle, madem öyle olmasa da, gibi olduğunda da oluyorsa, her zaman olmasa da olur mu? Yani istendiği/istediğimiz gibi her zaman olmayabilir ve o zaman bu olmamışlıkla yola devam edebilir miyiz? Ediliyor mudur ve zaten ediyor muyuzdur?

Bazen bizim istediğimiz ‘gibi’ olmadığında karşı taraftan/hayattan beklentimiz; olmuş gibi davranmıyor muyuz? Bazen öyle olmadığı halde öyleymiş ‘gibi’ davranmazsak mutsuz olacağımızı, çok uğraşacağımızı bildiğimiz için öyleymiş ‘gibi’ davranmıyor muyuz?

GİBİ OLMAK, -MIŞ GİBİ YAPMAK YA DA OLDURABİLMEK?

Bir başka örnekle devam edelim; eskisi gibi olmak. Eskisi gibi olalım dendiğinde ve kabul edildiğinde –sahiden- eskisi gibi mi olunuyor/oluyoruz yoksa eskisi gibi olmak ‘gibi’ mi oluyoruz? Hatta daha da önemlisi oluyor muyuz? Olduruyor muyuz? Olmalılıkta ‘gibi’ mi davranıyoruz? Galiba son soruların hepsinin cevabı evet.

Oldurabilmek, özel bir beceri türüdür. Gibi olmak da bu bağlamda özel bir beceri/tutum sayılabilir. Gibi olmanın işe yararlılığının ilişkilerimizde kullanımını birazcık kollamamızın, ilişkilerimizde bizi fazlasıyla hafifleteceğini söyleyebiliriz. Yalnız burada üç durum arasındaki ayrımı iyi yapmak gerek; gibi olmak, -mış gibi yapmak ya da oldurabilmek (göz boyamaktan farklı olarak olmaya en yakın mesafede olmak) birbirlerine hem yakın hem de birbirlerinden çok ayrı durumlardır.

OLMAYA EN YAKIN MESAFEDE OLMAK

Oldurabilmek için, belki bazı durumlarda, elimizden gelenin en iyisi de denebilir. Tiyatro oyunlarını düşünün. Oyundaki herkes hem kendi hem de birileri ‘gibi’ değiller mi? Kuliste Ali, Ayşe olan canlılar sahnede Romeo, Juliet olmuyorlar mı? Sadece oyuncu oldukları için bizim gözümüzde öyle olmadıklarını biliyoruz. Ünlü bir tiyatro oyuncusu bir kongre sunumunda “sahnede, sen kimsen Hamlet odur!” demişti. Belki de olmalılığın aslında tam da oymuş gibi olanına denk düşen tarafına işaret ediyordu ünlü oyuncu, kim bilir?

Bu yazının; bir köşe yazısı mı, deneme mi, bilgilendirme mi, sorgulama mı, sadece bir yazı mı, yoksa gibiliğin işe yararlığından faydalanarak yazılmış bir ‘gibi’ ürünü mü olduğunu düşünebilirsiniz ve sonrasında da bunun ayrımını yaparken ne kadar ‘gibi’ davrandığınızı ve yine, ayrımınızın ayrım mı yoksa ayrım ‘gibi’ mi olduğunu düşünerek devam edebilirsiniz. Bu yazı, daha doğrusu kelimeler, harfler son bulurken ya da yazan kişi bitiriyormuş gibi yapıyorken…

Bu dört harfli kelime ile ilişkimiz çok eskilere dayanıyor. Bu kelime; tek başına pek işe yaramayan, farklı ‘şey’lerin birbiri ile ilgi ve ilişkisini kurmaya, açıklamaya yarayan müthiş bir icat. Dilbilgisinde edat sınıfında bulunabilecek bu kelimenin hayatımızda çok iyi bir işlevselliği var. Yazının girişinde birbirleri ile ilişkisiz bir biçimde sıraladığım ‘gibi olmakları düşünerek bu işlevselliği sorgulayalım.

Örneğin; göründüğü gibi olmak. Bu, üç kelimelik ifadeden ‘gibi’ kelimesini çıkardığımızda oluşan anlam kayması bize ‘gibi’nin önemini göstermeye yeter gibi ancak bununla yetinmeyelim ve ne denmek isteniyor birlikte düşünelim. Biri size ‘göründüğün gibi ol!’ derse ‘aslında’ ne demek istiyordur? Seni gözlemlediğim kadarıyla, senle ilgili bazı tespit ve yorumlarım var; bana karşı öyle bir duruşta ol ki bu duruşundaki yapma ve olmaların, benim gördüğümle ‘aynı’ olsun mu diyor? Peki böyle bir şey mümkün mü? Bu soru için yardımımıza yazımızın kahramanı ‘gibi’ kelimesi yetişiyor ve cevabımız ‘mümkün gibi’ oluyor. Aslında göründüğü gibi olmak mümkünsüz bir şey ancak öyleymiş gibi davranılırsa ve davranırsa taraflar, –mış gibi olacağından mümkün gibi dememizde sakınca olmaz gibi.

Fark ettiyseniz bir şeyi açıklama girişimimizde ‘öyleymiş gibi’, ‘mümkün gibi’, ‘olmaz gibi’ ifadelerini kullandık, yani başka ‘gibi’leri. Tekrar, gibi olmaya dönersek; mümkün olmayan ya da olmaya yakın durumlar için de ‘gibi’ kelimesini kullanıyoruz. Olmuyor belki ama –mış gibi oluyor ve o da olmuş gibi (yine gibi geldi) sayılıyor, hareket ediliyor.

Tam bu noktadan hareketle, madem öyle olmasa da, gibi olduğunda da oluyorsa, her zaman olmasa da olur mu? Yani istendiği/istediğimiz gibi her zaman olmayabilir ve o zaman bu olmamışlıkla yola devam edebilir miyiz? Ediliyor mudur ve zaten ediyor muyuzdur?

Bazen bizim istediğimiz ‘gibi’ olmadığında karşı taraftan/hayattan beklentimiz; olmuş gibi davranmıyor muyuz? Bazen öyle olmadığı halde öyleymiş ‘gibi’ davranmazsak mutsuz olacağımızı, çok uğraşacağımızı bildiğimiz için öyleymiş ‘gibi’ davranmıyor muyuz?

Bir başka örnekle devam edelim; eskisi gibi olmak. Eskisi gibi olalım dendiğinde ve kabul edildiğinde –sahiden- eskisi gibi mi olunuyor/oluyoruz yoksa eskisi gibi olmak ‘gibi’ mi oluyoruz? Hatta daha da önemlisi oluyor muyuz? Olduruyor muyuz? Olmalılıkta ‘gibi’ mi davranıyoruz? Galiba son soruların hepsinin cevabı evet.

Oldurabilmek, özel bir beceri türüdür. Gibi olmak da bu bağlamda özel bir beceri/tutum sayılabilir. Gibi olmanın işe yararlılığının ilişkilerimizde kullanımını birazcık kollamamızın, ilişkilerimizde bizi fazlasıyla hafifleteceğini söyleyebiliriz. Yalnız burada üç durum arasındaki ayrımı iyi yapmak gerek; gibi olmak, -mış gibi yapmak ya da oldurabilmek (göz boyamaktan farklı olarak olmaya en yakın mesafede olmak) birbirlerine hem yakın hem de birbirlerinden çok ayrı durumlardır.

Yazının Devamını Oku