Şamil Saribaş

Bir mutlu yaşam rehberi olarak ‘Stoacılık’

29 Nisan 2020
“Hiç mutsuz olmamalıyız, mutsuzluk kötüdür, yaşamın tümü mutluluk dolu olmalı gibi bir inancı asla desteklemiyoruz; aksine yanlış yere, durduk yere, hatalı biçimde kendimizi mutsuz etmeyi engellemeliyiz” diyen Aile ve Çift Terapisti, Psikoterapist Şamil Saribaş, stoa felsefesinin mutlu bir yaşam için bize rehber olacak önerilerini paylaştı.

Mutluluk çok tartışmalı ve felsefi bir konuyken, herkes için geçerli tek bir reçete imkânsızdır. Mutluluk, insanlık tarihi boyunca hep önemli konulardan biri olmuş; stoacılar da mutlu bir yaşamın nasıl mümkün olabileceğini ortaya koymaya çalışmışlardır. “İnsanın temel amacı mutluluktur” diyen stoacıların yaşamımızda mutluluk yaratmak, kendimizi mutlu hissetmek ve mutsuz hissetmemek için önerdiği yaşam ilkelerini konuşacağız bu yazımızda.

Mutsuz hissetmemek için derken; hiç mutsuz olmamalıyız, mutsuzluk kötüdür, yaşamın tümü mutluluk dolu olmalı gibi bir inancın savunulmadığını belirtmek gerekiyor öncelikle. Yanlış yere, durduk yere, hatalı biçimde kendimizi mutsuz etmenin engellenmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum sadece.

Stoacılık, 2300 yıl önce ortaya çıkan ve bugün de yaygınlığını koruyan ve kabul gören felsefi bir akım. Bu akımın görüşlerini benimsemiş kişilere stoacı denirken, tercih ettikleri yaşam biçimine de stoik yaşam denmektedir. Stoa felsefesinin en önemli isimleri; Kıbrıslı Zenon, Tarsuslu Zeno, Panaetius, Paseidonios, Cicero, Seneca, Marcus Aurelius ve Epiktetos’dur. Hem bu felsefi akıma hem de dünyaya eserleriyle önemli katkılar getirmiş bu düşünürlerin mutlu bir yaşam için önerdikleri ilkelere geçmeden önce ‘bizi neler mutsuz ediyor’ sorusuyla başlamak yerinde olacaktır. Ayrılıklar, kayıplar, maddi zorluklar, sağlık problemleri, başarısızlıklar, onaylanma ihtiyacı, hayır diyememek, sınır problemleri, kontrol duygusu, kaygılar, kıyaslamalar, mükemmeliyetçilik, yalnızlık vs. şeklinde bu liste daha da uzar gider.

Bu konular bizi neden mutsuz ediyor? Peki, bu konular herkesi aynı şekilde mi mutsuz ediyor?

Olayları, dünya düzenini değil, dünyaya bakışınızı ve fikirlerinizi değiştirmeyi hedefleyin

Rasyonel Duygucu Davranışçı Terapi yaklaşımının kuramcısı Albert Ellis “bizi üzen şey, şeylerin kendisi değil, onlarla ilgili düşüncelerimizdir” der. Shakespeare ise “iyi ya da kötü diye bir şey yoktur, düşünmek onu öyle yapar” der. Stoacı Marcus Aurelius “Hayat hiçbir zaman değişmez. Ama düşünceleriniz değişebilir. Hayatın değişmesini istiyorsan düşüncelerini değiştirmelisin” diye öğütler. Her üç yaklaşım da bize duygu ve düşüncelerimizin kontrolünü elimize almamızı ve sonuçta da mutsuz olmadan, kendimizi üzmeden olayları sağlıklı değerlendirmemizi öğütler. Peki, bunu nasıl yapabiliriz?

İnsanları ve yaşamı olduğu gibi kabul edin ve bundan keyif almayı öğrenin

Epiktetos, “Mutluluğa giden tek bir yol vardır. Bu da irademiz dışındaki şeyler yüzünden kaygılanmayı bırakmaktır” der. İlk kural, kontrol! Bir başka deyişle; yaşamımızdaki meseleleri ikiye ayırmamızı öğütleniyor burada. Kontrol edebildiklerimizle ilgili önlemler almayı, doğru ve sağlıklı düşünmeyi, kontrol edemediklerimiz içinse daha en baştan kaygılanmayı bırakmayı öneriyorlar.

Yazının Devamını Oku

Boşanmanın teknik servisi var mı?

10 Mart 2020
Boşanmak iyi ya da kötü bir şey değildir. Öğrenmelerimiz nedeniyle genellikle kötü algılar, kötü yaşarız boşanmayı. Boşanma, tıpkı evlilik gibi sadece bir durumdur diyen uzman yazarımız Aile ve Çift Terapisti Şamil Saribaş; boşanma konusuyla ilgili çiftlere ve ailelere önemli bilgiler veriyor.

Türkiye İstatistik Kurumu yakın zamanda 2019 yılına ait Evlenme ve Boşanma İstatistiklerini açıkladı. Bugünkü konumuzla ilgili bazı verileri sizinle paylaşarak yazıma başlayacağım. Yıllara göre ortalama ilk evlenme yaşı her iki cinsiyette de artmış. Ortalama ilk evlenme yaşı erkeklerde 27,9 iken kadınlarda 25,0 olarak açıklanmış.

Boşanmaların %36’sının evliliğin ilk 5 yılında gerçekleştiği görülüyor. İlk 5 yıla dair bu ortalama önceki yıllarda da aşağı yukarı değişmiyor.

2019 yılında 155 bin 47 çift boşanırken 139 bin 660 çocuk velayete verilmiş. Boşanma davaları sonucu çocukların velayetinin çoğunlukla anneye verildiği görülüyor. Çocukların velayetinin %76,’sı anneye, %24’ü babaya verilmiş.

Yine TÜİK verilerine göre boşanma nedenlerin de ilk sırada yer alan konular (yüzdelerine göre):

1. Sorumsuzluk ve ilgisizlik,
2. Ekonomik sıkıntılar ve geçinememe
3. Aile içi şiddet

Yazının Devamını Oku

Mutluluk, dayanışmadan doğar

26 Şubat 2020
Yardım istemek hem çok zor hem de çok kolaydır. Zordur çünkü bizi çocukluk anılarımıza, çocuksuluğa geri döndürür.

İnsan yavrusu olarak dünyaya ‘erken’ gelişimizin sonucu çaresizlik duygusu ruhsallığımızda önemli bir yer kaplar. Hayata dair birçok yapıp etmelerimiz bu duygudan uzaklaşmak, karşılaşmamak ve onu bertaraf etmek içindir. Aslında çaresizlik bize sınırlarımızı öğreten, kaynaklarımızı gösteren, ihtiyacımızı ve mükemmel olmayışımızı hatırlatan harika bir duygudur. Çaresizliği hayatımızda nereye koyduğumuza göre yaşamımız iyi ya da kötü yönde şekillenir. Çaresizlik bizi depresyona da sürükleyebilir; üretime, yaratıma, dayanışmaya ve mutluluğa da…

İlk adım olarak çaresizliği doğamızın bir parçası ve bir doğa olayı gibi ele alırsak iyi bir başlangıç yapmış oluruz. Nasıl ki doğa olayları (deprem, sel, yangın, fırtına vb) karşısında çaresiz kalıyor ancak sonrasında bir şekilde dayanışma ile üstesinden geliyorsak ilksel, içimizden gelen çaresizlik duygusu ile de aynı yolla başa çıkabiliriz. Bu tablo da bizi yardım isteme davranışına yönlendirir.

Yaşamımızın başlangıcında uzun bir süre başkasının (özellikle anne, ebeveynler) bakımına muhtaç kalmamızın sonucu yardım meselesi hayatlarımızda hep çetrefilli bir konu olur. Yardım istemek hem çok zor hem de çok kolaydır. Zordur çünkü bizi çocukluk anılarımıza, çocuksuluğa geri döndürür. Kolaydır çünkü yaşamımızın ilk ve çok uzun bir dönemi bu ilişki, beceri ile geçmiştir. Bu iki uçlu durum bizde arada kalma duygusu yaratır ve oradan çıkmazsak ikinci bir (arada kalmanın, kararsızlığın getirdiği) çaresizlik durumu daha yaşatır. Bu zinciri kırmanın ilk adımıysa paylaşmak ve yardım istemektir.

Mesleki çalışmalarından çokça faydalandığım ve görüşlerine kıymet verdiğim meslek büyüğüm Psikoterapist Oktay Şılar şöyle der; “Canlı, ihtiyacına yönelir”. Kastettiği metafor, tüm doğanın bir düzen ve sistem içinde yaşadığı ve hepimizin de aslında bu sistemin içinde (doğalımızda) ihtiyacımıza yönelişimizin spontan olduğunu ancak gelişimimiz, kişilik özelliklerimiz, kültür vs faktörler nedeniyle bunu bir şekilde sekteye (yardım isteyemeyişimize) uğratmamızdan bahseder. Psikoterapi ile hedeflenen de genellikle bu doğallığın ve spontanlığın yeniden kazanılmasıdır.

Problem çözmenin ilk adımı problemi doğru tespit etmek ve iyi tanımlamaktır. Sonrası ise sağlıklı ve işlevsel çözüm arayışları ile gelir. Tam burada başlığımıza dönerek dayanışma kavramına değinmek istiyorum. Ülke olarak son günlerde yaşadığımız birçok felakette iyi dayanışma örneklerini bir kez daha gördük. Kültür olarak zor zamanlarda dayanışmayı iyi biliyoruz ancak doğalında dayanışmak konusunda notumuz biraz düşük açıkçası. Bunun da nedenlerinin empati, merhamet, diğerkamlık (özgeci davranış), paylaşım ve problem çözme kavramlarında saklı olduğunu düşünüyorum. Anadolu coğrafyası olarak aslında dayanışmanın en güzel örnekleriyle dolu bir mirasa sahibiz. Belki de yapmamız gereken bu mirasın tozunu alıp hayatlarımıza yeniden katmaktır.

Ercan Kesal, Peri Gazozu romanında “Birbirimizin hayatlarının içindeyiz ve insan olmak galiba ‘diğerkâm’ olmaktan geçiyor” derken çok güzle bir tanım vermiş. Birbirimizin hayatlarının içindeyiz! Aynı gemide olmaktan bahsetmiyor mu?

Diğerkamlık unutulmaya yüz tutmuş bir kelime ve kavram. Farsça kökenli kelime başka ve sevgi kelimelerinin bileşimi. Kendini düşünmeden başkalarını düşünmek, kendi menfaati pahasına başkalarına fayda sağlamaya ilişkin davranış özelliği. Dilimizde özgecilik olarak da yer bulmuş bir kavram. Empati, sempati, merhamet, gönüllülük, yardımseverlik kavramlarına yakın ancak onlardan farklı bir kavram. Özünde saf sevgi ve iyilik yapma, yardım etme vardır. Başkası için herhangi bir şart koşmadan sadece onun (öteki) için beklentisiz yardım etmek için yardım etmektir diğerkamlık.

Marmaris’e yerleştikten sonra psikoterapi seanslarımda; yardım istemenin zorluğunu aşıp, başkaları için kendin kadar düşünmeyi de hayata geçirmeyi başarabilmiş onlarca gerçek yaşamöyküsüne tanıklık ettim. Bu tanıklıklar yardım kavramıyla ilgili Bert Hellinger’in görüşlerini çağrıştırıyor bende. Aile dizimi terapisiyle tanınan ve sistemik aile terapisine önemli katkılar getirmiş Psikoterapist Bert Hellinger Yardım Etmenin Düzenleri kitabında şöyle ifade eder: "Biz insanlar her bakımdan başkalarının yardımına muhtacız. Ancak bu şekilde kendimizi geliştirebiliriz. Öte yandan, başkalarına yardım etmeye de muhtacız. Kendisine ihtiyaç duyulmayan, diğerlerine yardım edemeyen insan yalnızlaşır ve körelir. Lakin yardım da başlı başına, belirli düzenleri olan bir sistemdir. Bu düzenlerin ihlali ise iyileştirici çözümler yerine yaralayıcı sonuçlar doğurabilir.”

Yazının Devamını Oku

Velilerin hak ve sorumlulukları

30 Aralık 2019
Çocuğunuzun okulda yaşadığı sorun ve zorluklarla ilgili yaptığınız veli görüşmelerinde çocuğunuzun öğretmeninden mutlaka öneriler isteyin.

Çocuğunuzun okulda yaşadığı sorun ve zorluklarla ilgili yaptığınız veli görüşmelerinde çocuğunuzun öğretmeninden mutlaka öneriler isteyin. Neler yapılması gerektiğini bilin ve aynı şekilde öğretmeninin ve okulun da bu konularla ilgili yapacaklarını öğrenin.

Aşağıdaki maddelerin her birini ailece tartışın ve gerekli durumlarda okulunuzla, öğretmenlerinizle bu çerçeve doğrultusunda iletişim kurmak istediğinizi ifade edin. Peki, öğrenci velilerinin diğer hak ve sorumlulukları neler? Gelin, hep beraber bakalım…

Aileler ile gerçekleştirdiğimiz gerek psikolojik danışmanlık ve rehberlik görüşmelerinde gerekse bilgilendirme seminerlerinde velilerden sıklıkla şu ifadeleri duyarız:

• Öğretmenimiz, çocuğumun aslında çalışsa yapabileceğini ama başarısız olduğunu düşünüyor.
• Sınıfta sürekli gezdiğini ve arkadaşlarını rahatsız ettiğini söylüyor.
• Dersi dikkatli dinleyemediğini dalıp gittiğini ifade ediyor.

Yazının Devamını Oku

Bir merhamet arayışı olarak psikoterapi

19 Aralık 2019
Merhamet her zaman iyilik yapmak, iyi olmak değildir. Kötülük yapmamak, kötülükten kaçınmak ve kötülüğü bertaraf için çıkarsız, hesapsız taşın altına elini koymaktır diye ifade eden uzman yazarımız Psikoterapist Şamil Saribaş, bu haftaki yazısında merhamet ve kendine merhamet etmek konularına değiniyor.

“Başkalarının kusurlarına, zaaflarına karşı yansız, yüksüz, yargısız olmak nispeten kolaydır. Önemli olan insanın kendi en karanlık, en utanılası yanlarını böyle bir anlayışlılık ve merhametle karşılayabilmesidir. Bu nedenle de terapi görmek terapist için vazgeçilmez bir eğitim aracıdır.”

İskender Savaşır

Not: Bu yazı Bach’ın Erbarme dich, mein Gott isimli aryası eşliğinde yazılmıştır ve yazıyı okuyan okuyucuya da bu arya ile dinlemesi-okuması tercih ve tavsiye edilir.

Neredeyse bütün kültürlerde önemli bir erdem olarak görülen merhamet konusuna değineceğiz bu hafta. Sıklıkla; empati, sempati, acımak, affetmek, şefkat, diğerkam olmak kavramlarıyla karıştırılan merhamet. Merhameti anlamaya, merhametli olmayı anlamaya, başkalarına nasıl ve neden merhametli olabildiğimize ama en önemlisi kendimize karşı da merhametli olmanın önemine ve nasıl olabileceğine değineceğiz.

Yansız, yüksüz, yargısız olmak! Bir psikoterapistin –şifacının- olmazsa olmaz duruşudur. Terapist bu duruşu danışanı için korur, kollar. Bunu her seans yapar ve haftalar boyunca danışanına bu pozisyonda eşlik etmeye çalışır. Yansız, yüksüz, yargısız kalır çünkü ruhumuzun karanlık taraflarıyla ancak bir böyle bir psikoterapi seansında ya da yargılanmayacağımızdan emin olduğumuz, olduğumuz gibi, yalnızca kendimiz olmaktan zarar görmeyeceğimizi bildiğimiz bir ortamda el sıkışabilir ve tanışabiliriz. Bu tanışmaya ulaşıldığında ise yalnızca kendimiz gibi olmak ve sonucunda yargılanmamak, yalnızca anlaşılmaya çalışılmak bile tek başına sağaltıcı, iyileştirici olabilir.

Psikoterapinin daha en başından –henüz ilk seanslardan- itibaren çok hızlı iyi gelmesinde –genellikle- bu yansız, yüksüz, yargısız ve kabul edici dinlemenin etkisi önemli bir işlev görür. Kimsenin kimseyi gerçekten dinlemediği, herkesin yalnızca bir şeyler söylemeye ve söylenmeye devam ettiği bir dünyada bireyin kendini dinlemesi de çok zor hale gelmiştir. Kendini dinlemek bile çok zor hale gelmişken kişinin kendini, karanlık yanlarını yansız, yüksüz, yargısız dinleyebilmesi neredeyse imkânsız hale gelmiştir.

Merhamet, Arapça kökenli bir kelime. “Rhm” kökünden gelmekte. İslam inancında Allah’ın sıfatlarından olan “Rahman” ve “Rahim” ile aynı kökten geliyor merhamet. Rahman; sevme, acıma, merhamet etme, bağışlama fiilinden türetilmiştir ve merhamet eden anlamında kullanılmaktadır. Rahim ise; ana rahmi, döl yatağı ve merhametli anlamlarında kullanılmaktadır. Kucaklama, şefkat gösterme, merhamet etme fiilleri rahim isminden türetilmiştir.

Merhametin dilimizde anlamını tam karşılamasa da kullanım karşılıkları sıklıkla; acımak, şefkat göstermek, empati, sempati, affetmek, bağışlamak, korumak, kollamak, iyilik etmek, yardımda bulunmak, esirgemek kelimeleriyle olmakta. En sık yerine kullanılanları ise acımak ve empati kavramları, duygularıdır ancak yanlıştır. Çünkü merhamet, anonim bir deyişle “acımak değil acıtmamaktır”.

Yazının Devamını Oku

Çocuklarda dikkat dağınıklığı neden olur? Nasıl tedavi edilir?

14 Kasım 2019
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olarak tanımlanan durumun tedavisi olan bir hastalık iken dikkat dağınıklığının farklı durumlara bağlı olarak gelişen, değişken bir sorun olduğunu ifade eden uzman yazarımız Psikoterapist Şamil Saribaş dikkat dağınıklığı hakkında önemli bilgiler veriyor.

Okulların açılmasıyla birlikte ebeveynlerin çoğu çocuklarıyla ilgili okullardan şikâyetler almaya başlar ve bu şikâyetlerin büyük kısmı da “dikkat dağınıklığı” ile ilgilidir çoğu zaman. Bu konuda sorun yaşayan veliler, öğretmenlerinden çocuklarıyla ilgili genellikle; çocuklarının derse dikkatini veremediğini, dalıp gittiğini, çocuklarının arkadaşlarına bir şeyler söylerken yakalandığını, sınıfta gezme isteği olduğunu, ödevlerini eksik ya da yanlış yaptığını, unutkanlıkları olduğunu, eşyalarını kaybettiğini ve daha buna benzer birçok olumsuz geribildirimi almaktadır.

Sonrasında da aileler hızlı bir biçimde çözüm arayışına girmekteler. Çözüm arayışı çok kıymetli ancak henüz problem/sorun net değilken başvurulan çözüm girişimleri de probleme katkıda bulunabiliyor ve bu girişimler bazen de yeni bir problem olarak ortaya çıkabiliyor.

Ebeveynler genellikle bir problem tanımıyla desteğe başvururlar. “Dikkat eksikliği” derler, “dikkat dağınıklığı” derler, “hiperaktivite” derler, “dersleri kötü” ya da başka bir tanımla destek ararlar. Bu tanım da genellikle öğretmenlerin ya da ebeveynlerin kendi gözlemlerine dayalıdır. Başvuru sonrası uzman değerlendirmelerinde sorunun tarif edilen konu olmadığı, çocuğun genellikle başka sorunları olduğu ise sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Yardım almak kıymetli ancak ailelerin, maddi ve ruhsal enerjisini sağlıklı ve işlevsel kullanması da en az o kadar önemli. Bu bağlamda; okuldan, öğretmenlerden, okul rehberlik servisinden, rehberlik araştırma merkezleri ve diğer kurumlardan öncelik sırasına göre ya da eşzamanlı yardım alınması gereklidir çoğunlukla.

Okul sistemi, iyi işletildiğinde ve çalıştırıldığında aslında birçok sorunu kendi içinde çözüme kavuşturabilen müthiş bir sistem. Ruh sağlığı uzmanları çocukların yaşadıkları her sorunu ortamı içinde düşünme, anlama ve mümkünse çözme eğiliminde olur. Özellikle okulda yaşanan sorunlarda bu tarz çözümler çok kıymetlidir. Çocuğun ve ailenin okula güveni artarken, çocuğun okulla, öğretmenlerle, derslerle, okul etkinlikleri ile ilişkisi de biraz daha güçlenir böylece. Tersi durumlarda ise çocuk “yaşadığı sorun, zorluk” nedeniyle dışlanmış, çözümün dışarıda aranması nedeniyle de kendini ötekileştirilmiş, yaşadığı zorluğu da kendi sorunu olarak algılayabilmektedir. Bu nedenle okul çağı sorunlarında çocuklara yardımcı olurken çok hassas olunmalı, profesyonel destek sunulmalı ve mutlaka pedagojik açıdan uygun yöntemler tercih edilmelidir.

Her çocuk biricik ve özeldir. Her çocuk ayrı bir renk, kişilik ve dünyadır. Özellikle erken yaşlarda (ilkokul) öğretmenlerin kalabalık sınıflarda her çocuğu yeterince tanıması bazen çok zaman almakta bazen de maalesef mümkün olmamakta. Böyle olduğunda da çocuğun yaşadığı herhangi bir zorluk ya da sınıfta yaşadığı bir sorun yanlış tanımlanıp, aile yanlış yönlendirilebiliyor. Böyle durumlarda aileler kaygılı, üzgün ve bazen öfkeli bir biçimde yardım arayışına girmekteler. Çocuklar tüm bu yaşanan duyguları okuyabiliyor, hissedebiliyorlar ancak nedenlerini yorumlayamadıklarından genellikle kendilerini suçlama eğiliminde olmaktalar. İşte tam bu noktada çocuğun sorunu birken o anda en az iki ya da daha fazla olmakta ve çözüm de daha çetrefilli bir hale gelmekte.

Bu noktada, dikkat dağınıklığı ve dikkat eksikliğinin birbirine yakın ancak birbirinden farklı sorunlar olduğunun altını çizmekte fayda var. Dikkat eksikliği, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olarak tanımlanan ve tedavisi olan bir hastalık/bozukluk iken dikkat dağınıklığı, farklı durumlara bağlı olarak gelişen, değişken bir sorundur. Başlıkta dikkat dağınıklığını özellikle tercih etmemiz tam da bu karışıklığa ve farklılığa dikkat çekmek içindir. Somutlaştırırsak; dikkat dağınıklığını uykusuzluğa bağlı performansın düşmesi, tam olarak kullanılamaması olarak görürken, daha dinç olunan bir günde kişinin performansı daha yüksek ve iyi olabilir. Yani durum değişkendir. Dikkat eksikliğinde ise uykudan, günden, durumdan bağımsız her zaman performans sorunları yaşanmaktadır. Tam da bu nedenle iyi bir ayrım yapılmalı ve destek alınması gerekmektedir.

Dikkat Eksikliği Sorunu Yaşayan Çocuklar Genellikle:

• Yönergeleri takipte zorlanırlar

Yazının Devamını Oku

Bir aile babası olarak İskender Savaşır

1 Kasım 2019
İskender Savaşır demek baba olmak ve aile babası demektir.

"Sıradan insanlar evlenip çocuk sahibi olurlar. Çünkü ihtivası birkaç çocuğa sahip olmaktan öteye gitmez. Ama ülke kuran, devran değiştiren adamların hepsine bak. Çoğunun öz evladı yoktur. Çünkü bu tür insanlar, bir toplumu kendilerine evlat edinmeyi yeğlemişlerdir. Hayatlarını, babalık ettikleri kitleler için harcarlar."

Bu haftaki yazım oldukça kişisel. 17 Haziran 2018’de aniden ve çok erken kaybettiğimiz hocamız, canımız İskender Savaşır’a dair; çünkü, bugün onun doğum günü (1 Kasım 1955). ‘İskender Savaşır’ ve ‘aile babası’ üzerinden bir metafor kurmaya ve dolaylı da olsa iyi babalık üzerine bir şeyler söylemeye çalışacağım.

TDK’nın ilk baba tanımı; “çocuğu olan erkek”. Fakat yalnızca çocuğu olan kişiye mi baba denir? Bir ülkeye veya bir topluluğa yararlı olmuş kimse olarak da tanımlıyor TDK baba kelimesini. Diğer bir tanım ise koruyucu, babalık duyguları ile dolu kimse. Babalık etmek ise baba gibi davranmak, iyilik etmek, büyüklük etmek olarak tanımlanmış. İskender Savaşır da hem benim için hem de toplumumuz için tam da girişteki alıntıda işaret edildiği gibi bir aile babasıydı, toplumu kendisine evlat edinen.

2010’da psikoterapistim olarak, hayatımda en özel yerlerden birini doldurarak başladı onunla hikâyemiz. Çok zaman geçmeden, 2011’de, epeydir heves ettiğimiz, kurmak için sabırsızlandığımız- bir psikoterapi merkezinin kuruluşu konusunda bizi (Şamil Saribaş – Elvan Şafak – Cengiz İpek) harekete geçirdi. Kısa bir süre sonra da merkezin süpervizörü, eğitmeni, terapisti ve daha birçok rolünü üstlenerek, bir röportajında da söylediği gibi, merkez için söylediği “parçası olmak istiyorum” durumunu en hakiki haliyle yaşamıştı. Baştan itibaren tüm yapıp ettikleriyle bu merkezin parçası değil, kendisi oldu ve bizleri de daha bir kendimiz yaptı.

Merkezin Adapazarı’nda olması sebebiyle her hafta –bir kez dahi şikâyetçi olduğuna şahit olmadık- gerek eğitimler, grup çalışmaları gerekse de takip ettiği psikoterapi danışanları için Adapazarı’na geldi. Her gelişini A.Ş.A (Allaha Şükür Adapazarı) diyerek bayram sevinci halinde yaşadı ve bizlere de bu bayramı yaşattı.

Ruhsal açıdan bebeğin ilk ek gıdasının baba olduğu vurgulanır kimi yazarlarca. Bizim de terapist olma ve büyüme yolculuğumuzda ilk ek gıdamız İskender Savaşır oldu. Ne yaptın bu dünyada diye sorarlarsa “evlat büyüttüm” derler ya. İskender hoca da bizi büyüttü.

Her anne baba bir hocadır ama her hoca anne baba değildir, olamaz. İskender Savaşır ise, bir bebeğin büyümeye, emeklemeye, yürümeye geçişlerindeki gibi müthiş bir eşlik sundu bizlere. Her şeyin bir zamanı olduğunu ısrarla vurgulayarak kişisel ve mesleki yaşamlarımızdaki yolculuğumuzda bizim için her zaman bir denge unsuru oldu.

Psikoterapi için “hiç terapi görmüş ile görmemiş bir olur mu?” derdi espri ile. Ben de hiç İskender Savaşır ile karşılaşmış olmak ile karşılaşmamış olmak bir olur mu diyerek onun bizde yarattığı dönüşümü, sağladığı besleyici, dönüştürücü kucağı gösterebilirim.

Yazının Devamını Oku

Okul çağı problemlerinde ne yapmalı?

11 Ekim 2019
Okul başlangıcı çocuğun hayatında çok önemli bir rol oynar. Bu rolü; okula gitmek, okula gönderilmek, evden ayrılmak deyişleriyle birlikte düşünürsek durumun aslında çocuk için olduğu kadar ebeveynler için de önemli bir yeri olduğunu fark ederiz.

Yukarıda sıraladığımız durumlar çoğu zaman, çocuğun ve bizim hayatımızdaki bu radikal değişimin getirdiği uyum çaba ve zorlukları olarak yaşanmaktadır. Ancak detaylı ve dikkatli bir inceleme, durum üzerine düşünme gerçekleştiremediğimizde sorunu ve dolaylı olarak çözümü farklı yerlerde arıyoruz. Sonuç olarak da çözüme değil, istemeden problemin devamına katkıda bulunmuş olabiliyoruz. Bu haftaki yazımızda okul çağında yaşanan en sık karşılaştığımız problem alanlarını sıralayacağız ve aileler neler yapabilir paylaşacağız.

• Akademik zorluklar
• Ödev yapma zorlukları
• Öğretmenleriyle iletişim zorlukları
• Arkadaşlık ilişkilerinde zorluklar
• İçe dönme, kapanma
• Dikkat dağınıklığı

Yazının Devamını Oku