Dün güldüm, bugün gülmedim, belki yarın yine gülerim

Her denk geldiğim ortamda insanlar birbirlerine aynı şeyi soruyor: Cem Yılmaz’a güldün mü yoksa gülmedin mi? Ben güleceğimden çok emin oturup pek az gülebilerek kalktım. ‘Niye böyle oldu’ diye de kendimce biraz düşündüm...

Haberin Devamı

Yılbaşını takip eden haftada oturduğum bütün masalarda dönen soru aynıydı: “Cem Yılmaz’a güldün mü gülmedin mi?” Bir hafta boyunca farklı insanlar tarafından cevaplandığını gördüm. Benim gördüğüm yerden sonuç ‘çok da gülmedim’ diyenlerin nispeten ağır bastığı yönünde. Diğer yandan en çok izlenenlerde ilk sıraya oturmuş, bolca konuşulmuş, dolayısıyla gülmemizden veya gülmememizden bağımsız amaç hasıl olmuş, gereken başarı rakamsal olarak yakalanmış.

Gülme-gülmeme noktasındaysa benim durumum şöyle oldu: ‘Bence ben buna gülerim’  düşüncesiyle açtım. Girizgâh kısmında güldüm epey. Sonra 6 ile 10’uncu dakikalar arasında bir yerde ‘Ben en temizi bilgisayardan bir de oyun açayım, hem oynayayım hem göz ucuyla izleyeyim’ duygusu geldi. Yaptım bunu. Sonuçta da oyuna verdiğim gözüm, gösteriyi izlemeye verdiğim gözümden daha çok eğlendi. Ara ara güldüm. Ama bu uzunlukta bir şov için yeterli frekansta gülmedim. Sonra da neden yeterince gülmediğimi düşündüm.

Haberin Devamı

Mesela insanlar eril dil ve her cümlenin sonuna eklenen malum ifadeye pek gülmemiş. Aynı şekilde ben de gülmedim. Bunu zamanın ruhuna uygunluk olsun diye söylemiyorum. Küfürlü şakaya, yeri geldi mi belden aşağılıklara kategorik olarak karşı değilim. Her şeyin şakası yapılabilir bence ama komik olmayınca şaka o bir tuhaf oluyor. Şu zamanda hâlâ sopa ve penetrasyon temalı espri de dürüstçesi pek komik olmuyor.Hiçbir şey değilse demode bir kere. Sahnede yapıldı, metinde yapıldı, TV’de yapıldı, sinemada yapıldı hatta seri şeklinde 6 film arka arkaya yapıldı...

Bazıları yine gördüğüm kadarıyla ‘boomer’ kelimesi üzerine eleştirisini oturtmuş. Bence sıkıntı burada da değil. Aynı platformda, aynı yaştaki Dave Chapelle’i izledim. O da politik olarak doğru sayılmayacak pek çok geyik çevirdi. Gayet güldüm. Bir jenerasyon üstteki Ricky Gervais’in de bir sürü kırıp döken şakası var. Ona da güldüm. Demek ki sıkıntı şakayı yapanın yaşında ya da gözünü karartıp girdiği riskli sularda değil.

‘ERKEK MASÖR’ 30 YILLIK HİKÂYE

Ama esprinin eskimesi diye bir şey var. Mesela çok lafı dönen erkek masör hikâyesi. Homofobiktir, değildir orası ayrı konu ama eski olduğu kesin. ‘Seinfeld’in 1991 tarihli ‘The Note’ isimli bölümü (3. Sezon 1. Bölüm) kadar eski en az. Bu bölümde George’un masaja gidip erkek masöre denk gelmesi ve bundan sıyrılmak için attığı çeşitli taklalar ele alınıyordu. 30 yıl sonra aynı perspektiften bir şakayı üstelik Larry David’in yazıp Jason Alexander’ın oynadığı bir kurguyla değil de dümdüz bir anı anlatma formatıyla izlemenin çok bir güldürücülüğü yok. Yani yaşı tutanlar aynı geyiği çok gördü, yaşı tutmayanlar da başka bir çağın insanları artık, böyle şeylere gönül indirmiyorlar.

Haberin Devamı

Çok sarkan fakirlik hususu, eniştem o kadar sarhoştu ki ve diğer aile anıları, eski zamanlar başlıklarında da duygum ‘Arif V 216’dan alıntıyla “Bana nostalji bastı moruk, ben kaçıyorum” oldu. Hasılı ben “Mekânın sahibi geldi mi acaba” diyerek başına oturduğum gösteriden “Her şeyin sonu var, güzelliğinin de” diyerek kalktım.

Twitter’de gördüğüm bir yorumu da “Bak yalnız bu da mümkün” diyerek ‘layk’ladım. Şöyle diyordu: “İstese daha iyisini rahat rahat çıkarırdı, sizin gibi topluma bu yeter de artar bile demiş, pek uğraşmamış.” Usta genel olarak vasatlaşıp duran ülkede gerçekten “Bu size yeter” diyerek meseleyi biraz sallamış, ödevi son güne bırakmış da olabilir. Eğer böyleyse bu da anlaşılabilir bir karar tabii bir yerde...

Yazarın Tüm Yazıları