- İşyerlerini açamayan esnafı çileden çıkarıyor.
*
- Muhalefetin eline muazzam bir koz veriyor.
*
- Sağlık Bakanlığı’nın uyarılarını etkisiz hale getiriyor.
*
- Kapanmaya yönelik öfkeyi çoğaltıyor.
*
MADDE BİR
BERAT ALBAYRAK DAMAT OLMASAYDI
Elimizi vicdanımıza koyup da söyleyelim: Berat Albayrak, “damat” olmasaydı... AK Parti iktidarında bugüne kadar geldiği yerlere gelemez miydi? Kimsenin adını bile bilmediği 35 yaşındaki Ali Babacan’ı “camianın yetişmiş bir genci” olarak ekonomiden sorumlu bakanlığa getiren Tayyip Erdoğan, 70’lerden beri yoldaşı olan Sadık Albayrak’ın yetişmiş oğlu Berat Albayrak’a benzer bir sorumluluğu vermez miydi?
MADDE İKİ
AVANTAJI MIYDI? DEZAVANTAJI MIYDI?
Damat olmak, Berat Albayrak’ın siyasetteki en büyük avantajı değildi. Tam tersine, en büyük dezavantajıydı. Damat olmasaydı... Bu kadar dikkat çekmeyecekti, bu denli üzerine gidilmeyecekti, bu şekilde paratoner durumuna düşmeyecekti, “yumuşak karın” muamelesi görmeyecekti, siyasal pozisyonu yerli yerine oturmuş olacaktı, daha adil bir tartışmanın konusu olacaktı, daha insaflı yaklaşımların öznesi olacaktı.
MADDE ÜÇ
Ve haftada iki defa, onlarca kez şu argümanlara maruz kalıyorum:
*
Siz Öcalan’dan mektup getirip okuttunuz.
*
CHP, HDP ile iş tutuyor.
*
Osman Öcalan’ı TRT’ye kim çıkardı?
*
Şu pandemi denilen belalı sürecin en başından beri...
Çok büyük hizmetler verdiniz. Önemli uyarılarda bulundunuz. Önemli kararlar aldınız. Çok önemli işler yaptınız.
*
Ama artık biraz durma zamanı Sayın Bilim Kurulu üyeleri.*
- Durun! Çünkü millet... Bazı ortamlardaki olağanüstü mesafesizlikleri gördükçe... Sizin ağzınızdan “maske-mesafe” tekerlemesini duymak bile istemiyor.
*
-
Kazanmaya çalışmak yerine...
- Ötelersen...
- Dışlarsan...
- İtersen...
- Mahkûm edersen...
- Yargılarsan...
- PKK’dan ayırmazsan...
- Yaftalarsan...
Bu 40 yıl süresince...
Yapılmayan kalmadı.
*
- Üzerine gidildi... Aman verilmedi... Sınır ötesi operasyonlar yapıldı...
*
- Siyasi kolunun partileri kapatıldı...
*
- Askeri yöntemlere ağırlık verildi... Köyler boşaltıldı...
Güya ahlak abidesi... Güya tarafsız... Güya dürüst... Güya saptırma yapmıyor... Güya aşağılık işlerden uzak...
*
Peki ya gerçek? Tam tersi.
Tek farkları şu: Ahlaksızlığı birazcık daha sofistike biçimde yapıyorlar.
*
Dün uzun, upuzun bir yazı yazdım, Kemal Kılıçdaroğlu’nun partisinin grup toplantısında yaptığı Gara harekâtı konulu konuşmayı analiz eden.
*
Dedim ki:
Çok hoşuma gitti bu ziyaret ve bu bilgilendirme.
Muhalefet dışlanmadı diye...
Demokratik bir tutum sergilendi diye...
Yıllardır yapılmayan yapıldı diye...
Kutuplaşma belası bir nebze olsun dinecek diye...
Memnun oldum.
Fakat ne oldu?
Katil kimdir?
*
Tabii ki tetiği çeken alçaktır.
Tabii ki tetiği çeken alçağa emri veren alçaktır.
Tabii ki “vur” emri verenin bağlı olduğu örgüttür.
Tabii ki örgütün uzantılarıdır.
Tabii ki örgütün iplerini elinde tutan güçlerdir.
*
Gözler kısılıp HDP’ye bakılıyor.
*
- “Ne diyecekler acaba?” diye...
*
- “Katliama yönelik şöyle okkalı bir kınama yapacaklar mı?” diye...
*
- “Acaba yine bir gerekçe bulacaklar mı?” diye...
*
- Bebek katletmiştir.
- Öğretmen katletmiştir.
- Köylü katletmiştir.
- İzne giden askerleri katletmiştir.
- İşçi katletmiştir.
- Bombayla vatandaş katletmiştir.
*
İşte en son...
Yakın zamanlara kadar bu memlekette...
Laikliğin, neredeyse din düşmanlığı gibi algılanıp uygulanması...
*
Laiklik, böyle algılanıp uygulandı diye doğru dürüst uygulanmasından vazgeçilemez.
*
Çünkü doğru dürüst uygulanırsa laiklik...
- Tek bir din anlayışının topluma dayatılmasının önüne geçer.
- Dini değişik biçimlerde anlama ve yorumlama özgürlüğüne fırsat verir.
Ne zaman kiminle ne yapacağını çok iyi biliyor.
*
Kumpas zamanı...
Zekeriya ile vakit geçirip poz veriyor.
*
Maklube zamanı ise...
Rockefeller’ın torunu Ariana’yla poz veriyor.
*
“Boğaziçili misiniz, Boğazdışılı mısınız onu bunu bilmem. Aklınızın ucundan bile geçirmeyin. Biz abdest alır dışarı çıkmayız. Bizim zaten abdestimiz var. Bilin istedik de... Şöyle söyleyeyim. Siz hani bir ayı geçti eylem yapıyorsunuz ya. Biz eylem falan yapmayız. Biz gece vakti işi bitirir ertesi gün işe gideriz bilin istedim.”
Bu nedir Allah aşkına?
*
Boğaziçi gerilimi bitmesin diye mi yapılıyor bu tür provokasyonlar?
*
Bir ilahiyat dekanına yakışıyor mu böyle bir tehdit dili?
*
Bir taraf İskilipli’yi göklere çıkarıyor.
Bir taraf ise yerin dibine batırıyor.
*
Oysa İskilipli Atıf hakkında...
Türkiye Uzay Ajansı’nın hazırladığı bu klip, Atatürk’ün ünlü “İstikbal Göklerdedir” sözüyle birlikte sunuluyordu.
*
Klip şundan ibaretti:
- Şöhretin Kıvanç Tatlıtuğ/Kenan İmirzalıoğlu aşamasını yakaladığımı falan düşünüp ara sıra gülümserdim.
*
- Rektörlük binasının tam önünde “Ey Boğaziçi! Ya sen beni alacaksın ya da ben seni” diye tek kişilik bir eylem planlardım.
*
- Ali Kırca ile Mehmet Ali Birand isimlerinden yola çıkarak... “Mehmet Ali Kırca” gibi bir ismi uydurmayı nasıl başardığıma şaşıp kalırdım.
Diyalog kültürü devreye girse...
*
Öğrenciler bir adım geri atsa...
Yöneticilerimiz bir adım geri atsa...
*
Rektör Bulu, yeni bir yaklaşım denese...
*
O açıklamayı okuyunca...
“Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda/Kemal Bey bütün olayın farkında” diye ıslıkla bir melodi tutturdum.
Şöyle diyor Kılıçdaroğlu açıklamasında:
*
“Ben sevgili öğrencilerimize değil, onların anne ve babalarına seslenmek istiyorum. Karşımızda kontrolünü kaybetmiş bir siyasi iktidar var. Gerginlikten besleniyor. Bizler aklıselim sahibi olmak zorundayız. Sağduyu ile hareket etmek zorundayız. İktidarın değirmenine su taşımamak zorundayız.”
*
Ne demek istiyor Kılıçdaroğlu?
Adam istemiyor benim Canan Kaftancıoğlu ile diyalog kurmamı
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, kendisiyle ilgili yazdığım bir yazı üzerine bana mesaj gönderdi.
Ben de hem mesajını yayınladım, hem de bu mesajla ilgili düşüncelerimi yazdım.
*
Normal bir gazeteci-siyasetçi ilişkisiydi bu... Medeni bir diyalog çabasıydı bu... Karşılıklı konuşmaya dayalı bir hakikat arayışıydı bu...
Başka da bir şey değildi.
![Adam istemiyor benim Canan Kaftancıoğlu ile diyalog kurmamı]()
*
Fakat ne oldu?
Şu oldu:
İktidara muhalif televizyon kanalı kuran adamın teki, işte bu diyalogdan fena halde rahatsız oldu.
*
Ne istiyor bu vatandaş?
*
İstiyor ki Türkiye’de sadece iki kamp olsun... İstiyor ki bu iki kampın dışında başka bir yaşam alanı olmasın... İstiyor ki tarafını seçmeyen kimse kalmasın... İstiyor ki herkes kendi kampındakilerle diyalog kursun, başka kamplarla zinhar konuşmasın.
*
Peki ama neden böyle olsun istiyor bu adam?
*
Çünkü açtığı muhalif televizyon kanalının iş yapabilmesi, ancak Türkiye’nin iki farklı kampa bölünmesine ve bu bölünmüşlüğü sürdürmesine bağlı...
İki kamp olursa...
Herkes kendi televizyonunu seçmiş olacak.
Bu adam da dükkânını çevirme fırsatı bulacak.
*
İşte bu yüzden benim Canan Kaftancıoğlu ile güzel, yapıcı, uygar bir diyalog içinde olmam hoşuna gitmiyor adamın.
Benim hem CHP İstanbul İl Başkanı ile hem de AK Parti İstanbul İl Başkanı ile “konuşuyor” olabilmemi çok tehlikeli buluyor.
Çünkü ben, bu halimle adamın tezgâhını bozmuş oluyorum.
*
Şu kadarını söyleyeyim:
Eğer ben Canan Kaftancıoğlu ile güzel, yapıcı, uygar bir diyalog kurmak yerine... Canan Kaftancıoğlu’na ağız dolusu hakaret etseydim...
Çok hoşuna gidecekti bunun.
Çünkü menfaati zarar görmeyecek, kafasındaki kampçı statüko bozulmamış olacaktı.
*
Bunun ve bunun gibiler...
Karşılarında mevzi aldıkları kampın en azılı isimlerinden daha çok benim gibi kampsızlara düşmandırlar.
Çünkü bunlar, ancak iki kampa bölünmüş bir Türkiye’de tezgâhlarını çevirebilecek olan çakallardır.
SAMİMİ BİR EKRAN VAİZİ: ÖMER DÖNGELOĞLU
ARADA mesajlaşırdık kendisiyle... Karşılıklı hürmetimiz vardı birbirimize...
Vaaz tekniği ve hitap biçimi açısından Şevki Yılmaz ile Nihat Hatipoğlu arasında bir yerdeydi. Ama insani boyutu bambaşkaydı. Her zaman iyiye, güzele yönlendirirdi...
![Adam istemiyor benim Canan Kaftancıoğlu ile diyalog kurmamı]()
“Önden Gidenler”i çok samimi biçimde anlatırdı.
*
En son vaazında...
Sokaklardaki kedilerin ve köpeklerin savunuculuğunu yapmıştı.
Ama ne savunma!
Köpekleri zehirleyenlere, kedilere zulmedenlere Allah’ın adaletini hatırlatıyor, öteki dünyada bunun hesabını vereceklerini haykırıyordu.
*
Ömer Döngeloğlu Hoca’yı çok genç yaşta maalesef koronavirüse kurban verdik. Önden gidenlerden oldu yani.
Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum.
*
Ve buradan kendisine sesleniyorum:
Sokaklardaki kediler, sokaklardaki köpekler senden razıdırlar Ömer hocam... Onların yüzü suyu hürmetine inşallah cennete gideceksin.
GALİBA ALIŞTIM
- Evde odaları arşınlamaya...
- Dizi üstüne dizi devirmeye...
- 12 günde bir sıvı sabun tüketmeye...
- Asosyalliğe...
- Maskeli yüzler görmeye...
- Azıcık bilgi verene “hocam” demeye...
- Kitaplıktan arka fon oluşturmaya...
- “Şu bela bitsin de buluşalım” demeye...
- Önümüzdeki haftanın çok kritik olmasına...
- Berbersizliğe...
- Görüntülü aranmaya...
- Mehmet Çilingiroğlu’dan türküler dinlemeye...
- Her gün saat 19.00 civarı rakamların gelmesine...
- Komşulardan gelen enfes börekleri yemeye...
- Yozgat’ın yerel medyasına bağlanmaya...
- Kedim Sekter’le dalaşmaya...
- “Filyasyon” tabirini cümle içinde kullanmaya...
- “Şu gelen asemptomatik midir” diye ürkmeye...
GALİBA ALIŞTIM.
42 GÜN… DİLE KOLAY
VAY be!
65 yaş üstünün evlere kapanmasının üzerinden 42 gün geçmiş.
42 gün... Dile kolay...
![Adam istemiyor benim Canan Kaftancıoğlu ile diyalog kurmamı]()
*
Yazdık, çizdik, söyledik, bağırdık...
“Yahu sokağa çıkma yasağı günlerinde bir-iki saat dışarı çıksınlar” dedik.
Sesimiz pek duyulmadı.
*
İbrahim Kalın’ın açıklamasından anlıyoruz ki...
Nihayet en sonunda bu konuya bir el atılıyor.
*
E hadi inşallah.
Hem geç olacak, hem güç olacak ama sonuçta olacak galiba.
ARABADA SİNEMA
SALGINDAN sonra...
Avrupa’da “araba içinde film izleme” yöntemine dayalı sinema anlayışı yeniden popüler olmaya başlamış.
![Adam istemiyor benim Canan Kaftancıoğlu ile diyalog kurmamı]()
*
Sinemayı özledik. Dev perdede film izlemeye can atıyoruz.
Yok mudur araba içinde film izleme olayını Türkiye’de de hayata geçirecek bir babayiğit?
*
Muzaffer Yıldırım, namı diğer Muzo...
Bu işe bir el atamaz mı?
BU YAZ İÇİN TATİL PLANLARIM
ÜÇ gün karavan (Üç günlüğüne kiralıyorlar mı bunları?) Dört gün Mudo’nun tekne... (Ama Boğaz’da... Fazla açılmadan...) Beş gün evin balkonu... (Şezlonglu ve maskesiz)... Üç gün butik otel (sahibi doktor olan Patara’daki Prima Donna adlı fazlasıyla butik otelde)... Üç gün Silivri sahili (Annemi de ziyaret etmiş olurum)... İki gün piknik (Demirören Medya’nın yemyeşil bahçesinde)... Üç gün Yozgat Çamlık (Şehirlerarası seyahat ne zaman serbest olacak?)...