Tuba Ünsal diye sığ ve sanal bir kız var ortada ama o ben değilim...

Taksideyiz.

Fotoğraf çekimi için Mehmet Turgut’un stüdyosuna gideceğiz.

Şoföre, “Turşucudan sağa dön” dediği anda, yanımdaki güzel kadının hamile olduğunu anlıyorum.
O, Tuba Ünsal.
Sempatik, minik bir karnı var ama var, Ebru Şallı’nınki gibi değil; daha büyük ve çantasında gerçekten süt taşıyor.
O bir kurs böceği, kendi kendini geliştirme manyağı, nerede kurs bulsa dalıyor.
Çok çalışkan.
CV’sine bu genç yaşında 20 küsur dizi film, 10 küsur sinema oyunculuğu sığdırmış ve bir sürü televizyon programı ve sunuculuğu yapmış. Son olarak Murat Şeker’in yönettiği ‘Çakallarla Dans’ diye ılımlı komedide oynadı.
Ve aslında bu bir haber: Çok yakında evleniyor, bu ayın sonunda Los Angeles’ta./images/100/0x0/55eaf15ef018fbb8f8a0acf8
Huzurlarınızdan ayrılmadan söylemek zorundayım ki, benim uzun uzun sohbet ettiğim
Tuba Ünsal, gazete
sayfalarından
tanıdığım
kadın değil...


Hamile olduğunu öğrendin... O an ne hissettin?
- Birçok şey. Mutluluktan ölmek istedim, korkudan kaçmak istedim. Gerginlik, kararsızlık, çok büyük bir coşku, minnet, şükran, şaşkınlık, hepsi, hepsi ve aynı anda!

Anneliğe hazır mıydın?
- Tam tersine. Pılımı pırtımı toplayıp buralardan gidiyordum, Los Angeles’a taşınıyordum. Orada ev tuttum, eşyalarımı gönderdim.

E ne oldu? Neden vazgeçtin?
- Babamı kaybettim, korkunç bir şeydi. Ne olduğunu bilemediler ama beyninde bir şey tespit ettiler, herpes türü bir şey dediler, sara diyen de oldu. Senede bir-iki atak geçiriyordu, bayılıp hafızası gidiyordu ama onun dışında iyiydi, sağlıklıydı. Tam gidecekken, annemden bir telefon: “Baban iyi değil, bir şey yapmamız lazım.” Atladım İzmir’e gittim. Hastalık hızla ilerlemiş. O günün akşamı üçümüz İstanbul’a döndük. İki buçuk ay hastane hastane gezdik, çok çaresiz bir dönemdi. Pek çok kez kemoterapi gördü, en son Cerrahpaşa’daydık ve bir gün sonra ameliyata girecekti, beynindeki kitle alınacaktı. O arada Gazi Yaşargil’e ulaşabildim. O senin canın kanın ya, elinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorsun ama göz göre göre elinden kayıp gidiyor işte. Gazi Hoca raporları görmek istedi, baktıktan sonra “Ameliyat ettirmeyin” dedi, “Boşuna acı çekmiş olur...” Apar topar babamı, “Psikolojisi iyi değil!” diye hastaneden çıkardık. Bir süre sonra da kaybettik zaten. (Ağlıyor...) Ve ben ondan sonra annemi bir daha yalnız bırakamadım...

Anneniz ne yaptı?
- Yıkıldı. İzmir’e dönmek istemedi. Babamla yaşadığı o eve artık giremiyor. İstanbul’a taşındı. Bir müddet benimle birlikte yaşadı. Benim için de Los Angeles filan hayal oldu. O zaman anladım, “Hayat gerçekten de sen planlar yaparken başına gelenlerden ibaret.”

Peki ayıptır sorması, bu kadar acılı günler yaşarken sen hayatının aşkıyla nasıl tanışabildin?
- Kader. Birisi, bana bir sene önce, tam da o dönemde aşık olacaksın, hamile kalacaksın deseydi, “Dalga mı geçiyorsun!” derdim. Ama oldu işte. Dokuz aydır birlikteyiz Murat’la, bebeğimiz olsun istedik, folik asitler filan derken bugünlere geldik.

Senin bu ülkeden gitmek istemenin sebebi neydi?
- İnsan 30’a geldiğinde ne yapacaksa yapmalı, hayallerini gerçekleştirmeli. Ben de Los Angeles’ta oyuncu olarak şansımı denemek istemiştim. Son beş yıldır da gidip geliyordum zaten, orada da bir hayatım vardı, Stella Eller akademide oyunculuk eğitimi alıyordum, litografi kursuna gidiyordum...

Sen galiba bir kurs böceğisin!
- Doğru. Kendini geliştirme meraklısıyım. Ama o arada Murat’la tanışınca kaldım. Şimdi karnımdaki meleğimle tekrar gidiyorum.

Hadi gittiğin ilginç kurslardan birini anlat...
- Kaz dağlarında ‘Art of living’ diye bir seminere katıldım. İlk ayağını İstanbul’da yaptım, ikinci ayağı Kaz Dağları’ndaydı. ‘Silent process’ diye bir şey var. Hiç konuşmuyorsun, tam yedi gün boyunca susuyorsun. Ve sadece topraktan besleniyorsun. Baklagiller yiyorsun...

Yemek tamam da çeneni nasıl tuttun?..
- Duruyorsun işte. Güzel bir tecrübe, kendine dönüyorsun. Göz kontağı bile yasak. Gülümsemek, işaretleşmek filan yok. Yemeği koklayarak yemeyi öğreniyorsun, yediğin şeyin tadını özümsüyorsun. Yaşadığın her şeyi derinden hissetmeyi öğreniyorsun.

Başka?
- Hayatta kurduğun günlük cümlelerin içinin bomboş olduğunu fark ediyorsun. Ben “Nasılsın?” diyorum sana, hepimiz diyoruz her gün herkese. Ama o insanların gerçekten nasıl olduğunu merak bile etmiyoruz, kalıp öyle diye, ayıp olmasın diye söylüyoruz. Bu sözünü ettiğim kursun üçüncü ayağa Almanya’da Kara Ormanlar’da, dördüncü ayağı Hindistan’da. Gitgide süreç artıyor, 25 güne uzuyor. Onlara da katılacağım.

Annen- baban nasıl karşılıyordu senin bu hallerini?
- Babam, bir ara gerçekten problemlerim olduğunu düşündü. Bu kadar arayış içinde olmam onu üzüyordu. Ben de bunun bir arayış olmadığını, yeni keşifler peşinde koştuğumu anlatıyordum. Pasta kursuna da gittim, şarap kursuna da. Daha pek çok şey var.

KURSLAR İÇİMDEKİ KAPALI ÇEKMECELERİ AÇIYOR

Desene her konuda bir fikrin var!

- Ben öyle bildimcik insanları sevmem, öyle de olmak istemem. 16 yaşından beri para kazanıyorum, en büyük yatırımımı kendime yaptım. “Modası geçmeyen kız” demişler bir yerde bana, çok hoşuma gitti. Ben kendime sıkıcı gelmemek için kendimi yeniliyor ve geliştirmeye çalışıyorum. Bu yüzden bütün bu kurslar, seminerler. Her birinde içimdeki başka bir kapalı çekmece açılıyor. O çekmecelerden çıkan şeyler de beni ben yapıyor...

Ben seni Prizma’dan eğitmen olarak görünce çok şaşırmıştım. “Bu kadının burada ne işi var?” olmuştum. İnsan, ister istemez irkiliyor. Seni biz başka bir dünyadan tanıyoruz ya, o yüzden...
- Ben aslında bunları her röportajımda anlatıyorum, ama insan karşındaki kadar. O, senin anlattıklarını algılıyorsa, değerli buluyorsa yazıyor, yıllarca anlattım yazmadılar. Ve sonra baktım 12 yıl geçmiş benim bu ünlülük hayatımda ve ortaya çok güdük, sığ bir karakter çıkmış. Tuba Ünsal diye bambaşka sanal bir kız var ortada ama o ben değilim. Tanıştığım, sohbet etme fırsat olduğum her insan da onun ben olmadığını anlıyor zaten.O sığ kız gerçekten ben değilim. Ama bu benim sorunum değil; bu, insanların beni yansıtma şekli. Bunu kişisel de algılamıyorum. Benim konumumdaki bütün kızların, adamların yaşadığı bir sorun bu. “Bilmem nereden şöyle şeyler demişsiniz!” diyorlar. “Hayır, demedim.” Google’da adımı yazıp ararsan, orada okuduklarınla sanal bir kızla tanışmış oluyorsun, röportaja da öyle geliyorsun.

O yüzden mi bu ülkeden gitmek istedin, bu sığ imajdan kurtulmak için...
- Burada enerjimi alan, beni yoran şeyler vardı, işime konsantre olmak istedim...

Bir sürü adamla yazıldın çizildin...
- Senin hayatını da 16 yaşından itibaren takip etseler böyle bir portre çıkmaz mı? Evet tek adamla olmadım, ama onların yazdığı kadar da çok değil...

Kızım düğünümüz sırasında karnımda misafir olacak

Bebeğin babası ve hayatının aşkı Murat Pilevneli. Ve siz evli değilsiniz...
- Biz evlenmeye ve çocuk yapmaya aynı anda karar verdik, bebek biraz önce geldi. Evliliği de kendimiz istediğimiz için, kendi istediğimiz şekilde ve zamanda yapacağız. Bebeğim için değil yani...

Peki evlenmeden doğurabilir miydin?
- Bilmiyorum. Bu soru için artık geç, ben evli sayılırım artık. Sadece bir imza kaldı. O kadar evliyim ki, üç aydır gelinliğim bile hazır. İmza atıp bunu kutlamak kaldı...

Hayırlısıyla ne zaman?
- Ay sonunda Los Angeles’e gidiyoruz. Orada evleneceğiz. Bebeğim de düğünümüz sırasında karnımda misafir olmuş olacak. Romantik değil mi?

Henüz dokuz aydır birliktesiniz, “Çocuk” deyince korkmadı mı?
- O istedi. Ya da haksızlık etmeyeyim şimdi, aynı hayalleri kurduk. Belki benim biraz ikna edilmeye ihtiyacım vardı. Çünkü ben babamı yeni kaybetmiştim, hayatımı organize etmeye çalışıyordum, kafam oralarda değildi.

Babanın ölümünün, senin dünyaya bir çocuk getirmenle alâkası olabilir mi?
- İnşallah vardır da, babamın karakteri kızıma geçer! Herkesin babası çok özeldir, benim de öyleydi.

Hayatımı kısıtlayacak diye düşünüyor musun?
- Asla. Sanki boynuma takacağım ve yaptıklarımı yapmaya devam edeceğim gibi geliyor.

NİHAYET LOS ANGELES
/images/100/0x0/55eaf15ef018fbb8f8a0acfa
Amerika’da ev tuttunuz mu?

- Gidince bakacağız, önce nikâhı yapacağız.

Farkında mısın aynı patikaya geri dönüyorsun? Hani hayatını değiştirmek için Los Angeles’e gitmek istiyordun ya, şimdi gidiyorsun...
- Evet, kader dedi ki, “Sen üzülme ben senin için çok parıltılı bir plan yaptım. Seni Los Angeles’e gönderiyorum ama yanına minik bir melek de veriyorum. Bu kadarını hayal bile edemiyordum!

Sezaryen mi normal doğum mu?
- Normal doğum olmasını istiyorum ama bakalım, her şey yolunda gidecek mi? Bebeğin evrimini tamamlaması için, normal doğumun daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Onu kesip aldığın zaman bilinçaltı bir travma yaşıyor. İnşallah onu yaşatmam ve her şey normal gerçekleşir...

6 AYDA 4 KİLO

Hiç altı aylık hamile gibi görünmüyorsun! Kaç kilo aldın?

- Dört.

Hadi ya! Nasıl olur? Hiçbir şey yemiyor musun?
- Tam tersine yeme işini çok ciddiye alıyorum. Planlı programlı yapıyorum. Saate bakıyorum, “Şimdi meyve suyu içmem gerekiyor, yumurta yemem gerekiyor” diyorum. Çantamda sütle dolaşıyorum. Daha ne olsun! Şanslıyım, canım hamburger, makarna gibi şeyler çekmiyor...

ESKİ SEVGİLİMİN DÖVMESİNİ SİLDİRDİM

Elindeki ne ? Soğuk damga gibi duruyor...
- Sildirdiğim bir dövme. Böyle yara gibi kaldı.

Sevgilinin ismi mi yazıyordu?
- Evet, baş harfi. Ama 17 yaşındaydım. Şimdi bana, “Düşünmeden hareket edersen başına neler gelir”i hatırlatıyor. Bu kadar görünen bir dövme, çok saçma.

Angelina Jolie yapıyor...
- O Angeline! Film başına da 20 milyon dolar alıyor.

Bir filmde (Vizontele Tuuba) adının geçmesi seni onurlandırıyor mu?
- Elbette. Hakikaten şanslı olduğumu düşünüyorum. İnşallah başıma gelen en güzel şey değildir.

Bu kadar tatlı, doğal ve yakın duruyorsun ama bir duvar var insanlarla aranda...
- Korkuyorum çünkü! Röportaj vermek benim için büyük gerginlik. Dün gece uyayamadım mesela, çekiniyorum artık. Şunları o kadar çok yaşadım ki: “Başımdaki editör yaptı... Yazı işleri müdürü böyle uygun gördü...”

AİLEDE GÜZEL OLAN ABLAMDI

Annenle baban nasıl tanışmış?
- Babam asker, annemle Gelibolu’dayken tanışıyor. Dünyanın en saf, en temiz, en şahane insanı annem de el sanatları öğretmeni...

İkisi de güzel insanlar anladığım kadarıyla...
- Çoook. Babamın ailesi, Yunanistan göçmeni. Annemin ailesi de Bulgaristan ve Romanya’dan geliyor. Bizde herkes açık tenli, yeşil ya da mavi gözlü. Ne kadar bağlılardı anlatamam. Annem için ondan daha yakışıklı, daha güzel bir adam yoktu. Ablamla benim sevgililerim değiştiği zaman aklı almazdı, çünkü ona göre insan bir tek kişiyi sevebilirdi. O yüzden yıkımı da büyük oldu.

Hayatın İzmir’de mi geçti?
- Lise dönemim İzmir’de. Ama o zamana kadar çok dolaştık; Şanlıurfa, Rize, Kırklareli, İstanbul...

En fazla kendini hatırladığın yer neresi...
- Şanlıurfa. İlkokul dörtten orta sona kadar oradaydım.

Çok güzelsin bir zorluk yaşamadın mı?
- Güzel olan ben değildim, ablamdı. Benim lafım olmaz. Ve Ebru, lise dönemini Urfa’da yaşadı.

Hayallerin neydi o yıllarda? Meşhur olmak, biri olmak, oyuncu olmak...
- Hiç öyle şeyler yok. Ben inektim. Okulun en başarılı öğrencilerinden biri. İyi bir üniversitede okumak ve bitirmek istiyordum. Çünkü ablam evlendiği için okulunu bitirmedi. Annem ve babam o tatmini bende yaşasınlar istedim. Güzel kızlar havalı ve popüler olur ya, ben hiç öyle değildim. Okulda beni hatırlayan olmaz. Zaten üç yıl, dört yıl orada kalıyorsun, sonra hooop başka bir şehir. Çok arkadaşım da yoktu. Hayatım çalışmaktı, annem çalışmaktan hasta olacağımı düşünüyordu. Hep okul çapında bir derecem olurdu. Annemlere çok normal gelirdi, “Neden üçüncü oldun? Neden ikinci değil?” diye sorarlardı; halbuki ablam o kadar da başarılı bir öğrenci değildi ama onu sorgulayan olmazdı.

Ablanı kıskanır mıydın?
- Hayır ama şöyle şeyler duyardım, “Tuba güzel ama ablası daha güzel.” Bunu kabullendim. Güzel olduğumu anlamam modelliğe başlamamla oldu.

Elit Model Look İzmir’deyken mi oldu?
- Evet, lisedeydim. Modellik yapan arkadaşlarım vardı. Bir fotoğrafçı dedi ki, “Senin de fotoğraflarını çekelim.” Sonuçları görünce ben bile inanamadım! Enteresan bir şekilde fotojenik olduğumu gördüm. Beni fotoğraflardan tanıyıp gerçek halimi görünce, “Aaa sen ne ufacıkmışsın!” derler.

BABAMA “SANA RAĞMEN BİR ŞEY YAPMAK İSTEMİYORUM” DEDİM

Model olmaya karar vermek kolay bir şey değil. Ailen hiç tepki göstermedi mi?
- Göstermez olur mu? O fotoğrafçı fotoğrafları yarışmaya göndermek istedi. Babam, “Gerek yok zaten üniversiteye gideceksin!” dedi. Ama ben modelliği, hatta oyunculuğu istedim. Hayatın okumaktan ibaret olmadığını anlattım babama, “Lütfen arkamda dur çünkü sana rağmen bir şey yapmak istemiyorum” dedim. Ve okulumu bitireceğimi de söz verdim. Allah’a şükür, yaşarken eğitimle ilgili neler yaptığımı da gördü. İşletme okuyordum, bıraktım. Beş yıl önce Bilgi’ye girdim. Fotoğraf ve video okuyorum, kararlıyım bitireceğim.

Babamı bile sevgilim yaptılar

Babanla ilgili herhangi bir keşken var mı? “Şunu söyleseydim” dediğin bir şey...
- Öleceğini hissettiğim zaman o yüzleşmeyi yaşadım. 24 saat yanındaydık son günlerinde, o acı çekerken biz daha fazla acı çekiyorduk. Gücümü toplayıp konuştum, o ağladı, ben ağladım. Çünkü ne kadar iyi bir evlat olmaya çalışırsan çalış, eksik olduğun yerler kalıyor. Yaptıklarım için özür diledim. Gerçi çok bilinçli hatalar yapmadım. (Ağlıyor.) O da bana sarıldı, gözyaşlarımı sildi, “Geçti, geçti!” dedi.

Ağlaman bu son üç ayda artacak!
- Çok ağlamıyorum ama babam benim yumuşak karnım. Mezarlığa gidemiyorum mesela, kriz geçiriyorum. Karnımdaki bebeğimi üzeceğim diye de gitmiyorum.

Meşhur olmakla ilgili şeyler mi babanı üzdü, yoksa yazılıp çizilenler mi?
- Benim dışımda gelişen olaylardı. Babamla bile sevgili diye yazdılar mesela.

Şaka yapıyorsun!
- Yok valla. Akmerkez’de yürüyorduk, fotoğraflarımızı çektiler. Muhabirlere, “İyi günler, babamla dolaşıyoruz” dedim. Ama ne oldu? “Orta yaşlı sevgilisiyle alışverişe çıktı” oldu. Bir yerde de iyi oldu, babam da bu mekanizmanın nasıl işlediğini gördü. Tuhaf bir psikoloji geliştiriyorsun, önce olayların üzerine çıkmaya çalışıyorsun. Yaptım da bugüne kadar. Ta ki o ultrason haberlerine kadar. “Her hafta ultrasona giriyor” diye yazdılar. Bunun psikolojik bir rahatsızlık olduğunu da söylediler. Bana bir şey soran yok. Bir gazetede haber çıkmıştı, ben de yalanlamamıştım, kim uğraşacak diye. Sonra iş dallandı budaklandı. Ben cinsiyetini bile geç öğrendim. Diyeceğim şu ki, sadece seni değil, karnındaki bebeği bile hedef alıyor, zarar veriyorlar.

BEBEĞİM HANGİ FELSEFENİN ÜRÜNÜ

Babanı, bu kadar çok sevdiğin bir insanı kaybedince, zaman kavramıyla tanışıyorsun. Hayatımızda değer verdiğimiz herkes, her şey bir anda gidebilir ve bunun kontrolü bizim elimizde değil. İstediğin kadar zengin ol, istediğin kadar bilgili ol, hiçbir şey yapamıyorsun. O yüzden, “Ne yapmak istiyorsam, onu yaşayacağım bu hayatta, kimseye aldırmadan” dedim. Karnımdaki bebek, bu felsefenin ürünüdür.
Yazarın Tüm Yazıları